18-06-2025
İsmet Berkan

Devlet Bahçeli iktidar açısından yaklaşan tehlikeyi en önce sezen insan oldu, şimdi Sabah gazetesi de trene bindi

Devlet Bahçeli iktidar açısından yaklaşan tehlikeyi en önce sezen insan oldu, şimdi Sabah gazetesi de trene bindi

Daha İsrail’in İran’a yeni saldırdığı 13 Haziran cuma günü Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli İsrail’in esas hedefinin Türkiye olduğunu söyledi.

Öyle mi? Sahiden İsrail’in hedefi Türkiye mi?

Bu sorunun cevabı sizin ne kadar endişeli ve uluslararası ilişkilerde komplo teorilerine ne kadar inanan biri olduğunuza bağlı olarak değişir. Ülkemizde İsrail’den çok hoşlanılmadığı ve bu ülkenin hep ilan edilmemiş gizli hedeflerinin olduğu, bu hedeflerden birinin de Türkiye’nin bölgesinde güçlenmesini engellemek olduğu oldukça yaygın bir inancın konusu.

En çok inanılan şey İsrail’in PKK’yı desteklediği ve bu örgütün 2013’te Türkiye’den yükselen barış çabalarına hayır demesini sağladığı, bugün de yine “Terörsüz Türkiye” adı verilen süreci bozmak istediği.

Nitekim hemen “İsrail İran’ı vurdu, PKK’nın silah bırakması belirsizliğe girdi” tarzı haber kılıklı analizler etrafı sarmaya başladı bile. Bu analizlerin dayanağı PKK’nın İran’daki kolu olan PJAK’ın İran yönetimine karşı ayaklanma çağrısı yapmış olması.

Fakat tabii PKK’nın diyelim gerçekten silah bırakma sürecinde ipe un sermesi gerçek olsa bile bu “İsrail’in hedefi Türkiye” lafının altını dolduran bir şey değil. PKK silah bırakmazsa Türkiye zaten 50 yıldır yürüdüğü yolda yürümeye devam eder, çok da bir şey değişmez.

“İsrail’in hedefi Türkiye” dediğinizde, üstelik bunu bir savaşın başladığı gün dediğinizde konunun İsrail’in Türkiye’ye ordusuyla saldırması olduğu anlaşılır.

Tamam ama İsrail neden saldırsın Türkiye’ye? Türkiye hangi yaşamsal çıkarını tehdit ediyor İsrail’in? Veya tam tersi: İsrail Türkiye’nin hangi yaşamsal çıkarını tehdit ediyor? Ne yapmak istiyoruz ve yapmaya muktediriz de İsrail engelliyor?

Bakın, sakın karıştırmayın, konu İsrail’in Gazze’de yaptıklarının üstüne sünger çekmek veya İran’da işlediği savaş suçlarını görmezden gelmek değil. Bunlarla ilgili eleştiriler elbette her zaman olacak ama “İsrail’in hedefi Türkiye” denince başka bir zemine geçiliyor; ‘İleride savaş olacak iki ülke arasında’ denmiş oluyor. Savaş büyük bir olay.

Gerçek şu ki İran’da molla rejiminin zayıflaması, hatta yıkılması Türkiye’nin üzüleceği bir şey değil. Türkiye nasıl Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasına hiç üzülmedi, aksine sevindiyse aynı durum İran için de geçerli.

Geçen gün yazdım, bölgedeki pek çok Arap ülkesiyle birlikte Türkiye de İsrail’in İran’ı vurmasını bir yandan kınarken bir yandan gizli gizli seviniyor.

Suriye’de Esad rejimini yıkılmaya götüren olaylarda İsrail’in katkısı göz ardı edilemez. Onlar Gazze savaşı nedeniyle Hizbullah’ı ve ardından İran’ı bu denli zayıf düşürmeseydi, Putin Ukrayna’da çok meşgul olmasaydı, İdlib’den çıkan birkaç yüz pikapla Şam rejimi devrilmezdi.

Hatırlayın, İsrail gidip Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürdüğünde Türkiye başsağlığı bile dilemedi. İsrail uçakları İran’ın Suriye’deki komutanlarını vurup yok ettiğinde Türkiye bu saldırıyı da kınamadı.

Suriye’de Türkiye’nin önünü açan güç İsrail oldu.

Şimdi aynı şey İran’da da olursa, oradaki molla rejimi çökerse Türkiye bu durumdan sadece komşusunda yaşanacak olası bir iç savaş ve uzun yıllar sürebilecek istikrarsızlık nedeniyle rahatsız olabilir, onun dışında memnun kalır. Çünkü İran Türkiye’nin dostu falan değil; rakip de değil, açıkça düşmanlık yapan bir ülke.

Irak’ta örneğin Türkiye ile İran neredeyse 2003 yılındaki işgalden beri çekişiyor. Neyse ki son dönemde bu ülkede İran ağırlığı ABD ve İsrail sayesinde hafifledi, Türkiye şimdi Irak hükümetiyle pozitif bir gündeme sahip olabildi.

İran uzun yıllardır Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için elinden geleni yapan ülkenin adı.

Çizmeye çalıştığım resim çoğumuzun hoşuna gitmiyor olabilir ama Türkiye’nin Ortadoğudaki çıkarlarıyla İsrail ve ABD’nin çıkarları neredeyse her zaman paralel. Biz İsrail’e de ABD’ye de çok kızıyoruz ama bu kızgınlıklarımızla çıkarlarımız örtüşmüyor.

Bu örtüşmeme hali uzun dönemden beri böyle olmakla birlikte şu an Türkiye’yi yönetenler söz konusu çıkar örtüşmesini göz ardı etmeye niyetli gibiler. Bunun sebebi ülkenin uzun dönemli çıkarları değil, mevcut Tayyip Erdoğan iktidarının kısa vadeli kendini koruma refleksleri.

Tayyip Erdoğan düşmansız yaşamaya, çatışmasız bir ortamda, kaosun olmadığı bir ortamda yönetmeye alışık değil. Oysa nükleer kapasitesi tamamen yok edilmiş ve belki rejimi de yıkılmış bir İran görece daha az çatışmanın yaşanacağı, gelecek bakımından da belki ümit verici olacak bir Ortadoğu vaat ediyor hepimize.

Tayyip Erdoğan da elbette bunun farkında ama kısa dönemde seçim kazanmak, uzun dönemde ise o ümidi yönetmek istiyor.

Oysa seçimde artık Erdoğan’ın alternatifi olan siyasi güç (İster Ekrem İmamoğlu deyin, ister Mansur Yavaş, ister Özgür Özel) kaçınılmaz olarak CHP aklı ve mantığı olacak ve kabul edelim bu partinin bakış açısıyla Batının bakış açısı birbiriyle Ak Parti’ye göre çok daha fazla örtüşüyor. İran’da molla rejiminin yıkılması çok tuhaf biçimde Türkiye’de de muhalefete psikolojik destek verecek bir şey.

İşte Devlet Bahçeli’nin daha birinci gün sabahı sezdiği tehlike de bu. İsrail’in ve ABD’nin İran’da başarılı olması Türkiye’de Cumhur İttifakı’nın geleceğini tehlikeye düşüren, Türklerin dünyayı ve yakın çevrelerini başka türlü okumaya başlamasına neden olacak bir şey.

Bahçeli o yüzden “İsrail’in hedefi Türkiye” dedi, iki gün sonra bu söylemi biraz yumuşattı ama yine de “İsrail, Türkiye’yi çevrelemek istiyor” diye konuşmaktan da geri kalmadı.

Türkiye neden ve nasıl çevrelensin ki? Yegane komşumuz İran, Irak ve Suriye değil ki bizim.

Bahçeli’nin ne demek istediğini, aradığı ve bulduğu yeni düşmanın kim olduğunu başta Ak Parti çok fark etmedi veya ettiyse de konunun üzerinde çok durmadı. Ama birkaç gün içinde orada da savunma güdüsü öne çıktı.

Bakın bugün Sabah gazetesi neredeyse bütün köşe yazarlarıyla Devlet Bahçeli çizgisine girmiş durumda.

Örneğin Salih Tuna ABD Başkanı Trump’ı kastederek “Güvenilmez adam tek şansımız mı?” diye sormuş. Trump’ın İsrail saldırılarını durdurup İran’la müzakere edeceğini düşünüyor.

Sabah yazarı Melih Altınok da Trump’ı yazmış. “Trump sürükleniyor” başlıklı yazısında ABD Başkanının Yahudi lobilerinin etkisi altında kaldığını söylüyor.

Hilal Kaplan da aynı kanıda. “Hayvan terli ama Trump emir eri” başlığını attığı yazısında Amerikan Başkanını eleştiriyor.

Ben şunu anlıyorum: Yakında iktidarımız sadece İsrail’e değil Amerika’ya ve pek laf söylememeye çalıştığı Başkan Donald Trump’a da çok kızmaya başlayabilir.

Peki ama İran’ı korumak, bu ülkenin belki de nükleer silah sahibi olmasına destek vermek neden Türkiye’nin işine geliyor olsun?

İsrail sonunda nüfusu 10 milyon bile olmayan bir ülke. Koca İsrail’de İstanbul’da yaşayandan daha az insan yaşıyor.

Her tarafları işgalci ve yayılmacı olsa ne yazar? Suriye’yi, Türkiye’yi işgal etmek Gazze’yi işgal etmeye, Barı Şeria’daki bir avuç Filistinliye eziyet etmeye benzemez.

Ama bizim kısa vadede bir düşmana ihtiyacımız var, kendi halkımızı korkutmaya ihtiyacımız var.

Seçimi kazandıktan sonra İsrail’le barışmak kolay nasıl olsa…

Ümit Özdağ kararına sevinilir mi?

Ümit Özdağ kararına sevinilir mi?

Ümit Özdağ dün 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı, sonra da 145 günü geçen tutukluluğu sona erdi ve serbest bırakıldı.

Bakıyorum pek çok kişi Özdağ hapisten çıktı diye sevinç içinde.

Elbette özgürlüğünü geri kazanması sevindirici bir durum Özdağ’ın, ama daha en baştan zaten tutuklu olmamalıydı, hatta bana soracak olursanız yargılanmamalıydı bile.

Ama şimdi herkes, ki bunlara Özgür Özel de dahil, Nasrettin Hoca’nın kaybettiği eşeğini bulmasındaki gibi seviniyor.

Oysa ortada sevinilecek bir durum yok. Tam tersine kızmalı, öfkelenmeliyiz.

Daha önce yazdım, Ümit Özdağ ile fikirlerim hiç de uyuşmaz ve onun ifade özgürlüğü savunmak zorunda olmak da benim için bir nevi ilahi ceza gibi.

Özdağ fikirlerini ve onları ifade ediş biçimini beğenmesek bile sırf fikrini söylediği, eleştiri yaptığı için 2 yıl 4 ay hapse mahkum edildi.

Onun serbest kalmasına sevinelim ama durup düşünelim: Konuştu yazdı diye bir insanı mahkum ettik.

İmamoğlu duruşmaları neden Silivri’de yapılıyor?

İmamoğlu duruşmaları neden Silivri’de yapılıyor?

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılmış en az altı dava var. 90 gündür hapiste tutulmasına neden olan soruşturmanın davası ise henüz açılmadı.

Bu davaların önemli bölümü Ağır Ceza’da değil Asliye Ceza mahkemelerinde görülüyor. Normal şartlarda bu çeşit yargılamaların yeri Çağlayan Adliyesidir. Ama hayır, İmamoğlu için Çağlayan Adliyesindeki mahkeme Silivri’ye gidiyor ve oturumunu cezaevi kampüsü içinde yapıyor.

Bu kuşkusuz olağanüstü bir uygulama. Sebebi de belli: İmamoğlu Çağlayan’da yargılanacak olsa adliyenin önünde toplanabilecek kalabalıktan ürküyorlar. İmamoğlu bir sefer ifade vermeye böyle bir kalabalıkla gitti diye bu ürküntü.

Silivri’deki duruşmalara kaçınılmaz olarak fazla seyirci gelemiyor. İmamoğlu ailesi, CHP yöneticileri vs dışında kimsenin o kampüse girmesi kolay değil.