19-08-2024
İsmet Berkan

Devlet piyasaya elini bu şekilde soktuğunda sonucuna kim katlanır?

Devlet piyasaya elini bu şekilde soktuğunda sonucuna kim katlanır?

Belki dikkatinizi çekti, önce Bursa Karacabey’de, sonra da Kahramanmaraş Narlı’da özellikle domates üreticisi çiftçiler eylem yaptı, traktörleriyle yol kesti, seslerini duyurmaya çalıştı.

Neden yapılıyor bu eylemler? Aslında 10Haber’in tarım yazarı Gazi Kutlu geçen hafta çok güzel anlattı eylemlerin sebebini ve arka planını, benim o yazıya ekleyecek çok şeyim yok.

O yüzden önce biraz hatırlatma yapıp sonra da daha genel bir açıdan, bence üniversitelerde ders konusu olması gereken bir vaka haline gelen Türkiye’nin ‘salça sorunu’ndan söz edeceğim.

Türkiye aslında bir domates ülkesi. Dünyada bu güzel meyveyi en çok üreten üçüncü ülkeyiz (İlk sırada Çin, ikinci sırada Hindistan var).

Üretimimiz iç tüketimimize rahatça yetiyor, hatta ciddi miktarda domates ve domates ürünü ihracatımız da var.

Gayet sorunsuz biçimde devam eden bu domates üretim-tüketim zinciri de ekonomide bütün dengelerin bozulmaya başladığı 2018’den itibaren ağır ağır bozulmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2018 Mayıs ayında Londra’da katıldığı bir yatırımcı toplantısında haziran ayında başkan olarak seçilmesi durumunda Merkez Bankası faizlerine müdahale edeceğini söylemesinden sonra Türkiye’deki yabancı parası çıkmaya başladı, bu da doların fiyatını arttırdı. Ardından Rahip Brunson krizi, ABD Başkanı Trump’ın ‘Sizin paranızı mahv edeceğim’ çıkışı derken Türkiye’de doların fiyatı fırladı da fırladı.

Doların fiyatındaki artışın enflasyonu arttıracağı belliydi. Böyle bir durumda yapılması gereken de bilinmeyen bir şey değildi: Merkez Bankası faizi düşürmek bir yana yükseltmeliydi. Evet sonunda faiz yükseldi ama bu tepki verilmekte geç kalındı, faizler yükseldiğinde doların ateşi dinmişti ama enflasyon fırlamıştı (Yüzde 19’a!).

2019’da Türkiye cari fazla vermeye başlayınca o sıralar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a emanet edilen ekonomi yönetimi bu başarıda kendi rolünü abarttı, dolar fiyatını baskılamanın bir ‘ekonomik model’ olacağını düşünmeye başladı. 

Derken Cumhurbaşkanı sabırsız davrandı ve faiz yeniden indirildi. Ve tabii enflasyonla dolar kuru yeniden yükseliş eğilimine girdi.

Berat Albayrak gerek TL’ye kur saldırısı sırasında gerekse enflasyonun yükselmesi sırasında iktisatçı değil polis veya istihbaratçı tepkileri verdi. Dış ve iç düşmanlar vardı enflasyonu yükselten. Patates ve soğan depolarına baskınlar yapıldı, yurtdışı swap piyasaları kapatıldı. Devlet sokakta domates salatalık satmaya başladı.

Bu müdahaleci anlayış Albayrak görevi bıraktıktan sonra da devam etti ve bugünkü konumumuza geldik.

Gazi Kutlu’nun yazısında da okudunuz; Türkiye’de domates üretimin giderek artan payı başta salça olmak üzere endüstriyel domates ürünlerine ayrılır oldu. Bu arada aralarında bazı köşe yazarlarının da olduğu kimi eleştirmenler gıda enflasyonu artışını bu gıda ürünlerinin ihracatına bağlamaya başladı. Yani çiftçi içeriye ucuz fiyatla vermektense dışarıya ihraç etmeyi tercih ediyor, bu yüzden içeride fiyatlar artıyordu.

Şu iki soruyu sormak kimsenin aklına gelmedi: 1. İç ve dış piyasa arasında neden fiyat farkı vardı? 2. İçeride fiyatlar artınca çiftinin ihracat yerine iç piyasayı tercih etmesi gerekmez miydi? 

Sorular sorulmayıp uygulama yasakçı zihniyetle birleşince bazı ürünlere ihracat yasağı gelmeye başladı.

Evet, ülkede kıtlık kuraklık yaşanırsa gıda ürünlerinin ihracatı elbette yasaklanabilirdi ama ortada ne kıtlık vardı ne kuraklık; sadece fiyatlar artıyordu.

Salça ihracatının yasaklanması önce geçici bir durumdu. Ama bu yıl bu yasağın devam edeceği anlaşılınca fabrikalar hem daha az domates almak istedi. hem de geçen yıl anlaştıkları fiyatın altında fiyat ödemek.

Mevcut kavga bundan çıkıyor. Çiftçi anlaştığı parasını istiyor, fabrika da ‘Verirsem satamam, batarım’ diyor. 

Kaldı ki iki yıldır ürünlerini ihraç edemeyen salça üreticileri büyük olasılıkla pazarlarını başka şirketlere kaptırdı bile, yani yarın ihracat yasağı kalksa dahi eski performansa dönmek zaman alacak.

Hükümet neden ihracat yasağı getirdi? Aslında kendine göre amacı yüceydi: Sofralık ve salçalık domatesin fiyatının düşmesini sağlamak istiyordu.

Peki düştü mü fiyat? Hayır, bugün gidin herhangi bir markete 45 liranın altında domates bulabilecek misiniz?

Peki mesela domates püresi kaç para? 200 gramlık paketi 16 lira, yani kilosu 80 TL. Salça fiyatı ne? 700 gramı 56 lira.

Oysa Karacabey’deki çiftçi domatesin kilosunu 3 liraya mal ettiğini, seneye de domates ekebilmek için 5 lira civarında bir fiyat istediğini söylüyor. Kahramanmaraş’takiler fiyat söylememiş ama üç aşağı beş yukarı onları talebi de bu olsa gerek. Fabrika ise bırakın 5 lirayı 3 liralık maliyeti bile karşılamıyor, domatese 2 lira 60 kuruş vermekten söz ediyor.

Şimdi burada üç farklı çıkar grubu var.

Birinci grup kuşkusuz biz tüketiciler. Domatesi daha ucuza almak, en azından fiyatının artış hızının yavaşlamasını istiyoruz.

Domatesi bir endüstriyel ham madde olarak kullanan salça fabrikaları var ikinci grupta. Onlar da satamayacakları bir ürün üretmek istemiyor, illa üreteceklerse daha ucuza maletmek istiyorlar.

Ve son olarak domates üreticisi var. Onlar hayatta kalmak için sadece artan üretim maliyetlerinin karşılanmasını değil, aynı üretimi seneye de yapabilmek için gelecek yılın olası enflasyon payını da bugünkü fiyatlarına eklemek istiyor.

Baktığınızda herkes haklı. Ama herkesin haklı olduğunu söylemek sorunu çözmüyor.

Yanlış anlamayın, ben ‘Piyasa neylerse doğru eyler’ diyenlerden değilim. Aksine, piyasanın ve kapitalizmin ortak çıkarlar için akıllıca düzenlenmesi ve kurallı olması gerektiğini düşünenlerdenim. Ama burada büyük bir akılsızlık var.

Salça ihracatına yasak getirip iç piyasada ürünlerin fiyatının düşmesini beklemek belki geçici olarak işe yarayabilirdi ama bu yasağı uzatmak, görüyorsunuz işte bu işin üç tarafını birden zarara sokuyor. Fiyatlar düşmüyor, salça üreticisi zora giriyor, üretici üretemez hale geliyor.

Dikkat edin, bu yanlış ve irrasyonel ekonomi yönetimi son beş yılda böyle kaç piyasayı bozdu içine elini sokarak. Para piyasası hala kendine gelemedi. otomobil piyasası öyle bir altüst oluş yaşadı ki anlatması bile zor. Ya konut piyasasına ne demeli? Önce hükümet eliyle fiyatlar şişirildi, sonra kira artışı sınırlanmak istendi, şimdi bu piyasa can çekişiyor.

Bütün bunlar 2018’de düğmeyi yanlış iliklemeye başlamak yüzünden oldu ve maalesef olmaya devam ediyor.

İstanbul Borsası Türkiye’den çok ABD ile mi ilgili?

İstanbul Borsası Türkiye’den çok ABD ile mi ilgili?

Biraz geç kalmış bir yazı belki bu, ama yine de yazmadan edemedim. Önceki hafta Amerika’da yeni istihdam verisi açıklandığında ortalık karıştı. Amerikan ekonomisi son bir ayda (Temmuz) sadece 114 bin yeni iş yaratabilmişti.

Analistlere göre bu ekonomik durgunluk işaretiydi. Durgunluk telaşı artınca da Amerikan borsaları başta olmak üzere borsalar ‘Kara Pazartesi’ yaşadı. En çok düşen borsaların başında da İstanbul Borsası geliyordu.

ABD’nin istihdam verisinden birkaç gün sonra bu kez Türkiye’de istihdam verileri açıklandı. Türkiye, bırakın istihdam yaratmayı ciddi miktarda istihdam kaybetmiş, işsizlik ciddi biçimde tırmanmıştı.

Aaa o da ne, Türkiye’de ciddi durgunluk tehlikesine işaret eden bu son veriden sonra İstanbul Borsası’nda yaprak kıpırdamadı, hatta borsa o ‘Kara Pazartesi’de kaybettiklerini geri almak üzere yükseldi bile.

Bu durum galiba benden başka kimseye de tuhaf ve ilgi çekici gelmedi ki, ne konuşan ne de yazan duydum.