19-10-2023
İsmet Berkan

Yargının bu serinkanlılığı hem göz yaşartıyor hem de insanı korkutuyor

Yargının bu serinkanlılığı hem göz yaşartıyor hem de insanı korkutuyor

Bundan tam 13 gün önce, 6 Ekimde İstanbul Anadolu Yakası Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar bir çeşit suç duyurusu niteliğindeki bir dilekçesini Hakimler Savcılar Kurulu’na gönderdi.

Dilekçenin gönderilmesinden 7 gün sonra, 13 Ekimde BirGün gazetesinde Timur Soykan bu dilekçenin metnini ele geçirdi ve yayınladı.

Bu dilekçeyle ilgili olarak 6 gündür yaprak kıpırdamamıştı. Ama Timur Soykan’ın haberi yayınlanır yayınlanmaz fırtına koptu. Birkaç saat içinde önce habere erişim engeli geldi, ardından haberin ‘içerikten çıkarılması’ kararı da alındı.

Bundan iki gün sonra Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, HSK’nın söz konusu dilekçede yer alan iddialarla ilgili müfettiş görevlendirdiğini söyledi. Bu görevlendirmenin ne zaman yapıldığını bilmiyoruz ama ayın 13’ünden sonra yapıldıysa hiçbirimiz şaşırmayacağız.

Neden şaşırmayacağız? Çünkü eğer HSK dilekçeyi alır almaz harekete geçip müfettiş görevlendirmiş olsaydı, büyük olasılıkla o dilekçe hiçbir zaman basına sızmayacaktı. Dilekçe sızdı, Timur Soykan’ın haberi, HSK’nın harekete geçmesini sağladı. Yani amaç yerine geldi.

Yargımızın bu en üst düzey yönetim ve denetim organının, yani HSK’nın ortaya atılan vahim iddialar konusundaki serinkanlı tutumu aslında göz yaşartıcı. Geçmişte aynı kurul istenmeyen kararlar veren hakimleri, mahkeme heyetlerini, hatta istinaf heyetleri bir günde sorgusuz sualsiz açığa almış, oldukları yerlerden sürmüştü. Bugün ise ‘masumiyet karinesi’ ile hareket ediyor. İnşallah bundan sonra da hep böyle serinkanlı davranır HSK.

HSK’ya tahmin ediyorum her yıl hakimler ve savcılar hakkında onbinlerce şikayet dilekçesi geliyor, bu dilekçelerin bir bölümünde vahim suçlamalar da yer alıyor. Ama her mağdurun kendisini yargılayan hakim veya suçlayan savcıyı şikayet etmesi anında ciddiye alınamaz elbette. O yüzden hakimler ve savcılar şikayet edilmeye de, soruşturulmaya da alışık insanlar, HSK’nın bir denge ile hareket etmesi önemli.

Ama bu sefer tanık olduğumuz serinkanlılıkta insanı korkutan bir şey de var. Düşünün olayda ihbarı yapan bir dev adliyenin Cumhuriyet Başsavcısı. Bu makamda oturan birinin sadece dedikodularla, ‘Ben işittim ki şöyleymiş’ diyerek kişiler, üstelik de aynı binada çalıştığı kişiler hakkında şikayet dilekçesi vermesi sık rastlanan bir durum değil. Öte yandan savcının şikayet ettiği hakimlerin de HSK’ya rakip şikayette bulunduğu, savcıyı iftira ile suçladığı anlaşılıyor.

Ve birbirini suçlayan bu isimler aynı binanın çatısı altında çalışmaya devam ediyor. Hakimler karar vermeye devam ediyor, savcı soruşturmalarını sürdürüyor… Acaba koridorlarda birbirleriyle karşılaşıyorlar mı? Veya birbirleriyle yüzleşmeyi hiç düşündüler mi?

Bakın, bugün iki tane çok çarpıcı köşe yazısı var bu konuyla ilgili. Bunlardan birincisi, Cumhuriyet’te Barış Terkoğlu’nun yazısı.

Savcının dilekçesinde sözü edilen konulardan biri, eski gazeteci Can Tanrıyar ile ilgiliydi. ‘Uçankuş’ adlı magazin sitesinin de sahibi olan Tanrıyar ile müteahhit Metin Güneş arasında bir ticari ilişki varmış, sonra bu ilişki mahkemelik olmuş ve bugün Can Tanrıyar 5 aydır tutuklu, hapiste. Ama savcıya göre henüz ifadesi bile alınmamış.

İddiaya göre Tanrıyar’ın eşi bir vesileyle Külliye’ye gittiğinde kocasının durumunu Tayyip Erdoğan’a anlatmış, Cumhurbaşkanı bunu Adalet Bakanına iletmiş, dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu hanımla yüz yüze görüşme yapmış. Ama yargıdaki isimler bu şikayetten haberdar olunca daha baskın çıkmışlar. Dedikodusu bol, kimin eli kimin cebinde belli değil bir konu. Ama ilginç olan, insanların adalet aramak için Cumhurbaşkanı’na kadar ulaşmaları, onun da konuya ilgi gösterip meseleyi Adalet Bakanına aktarması.

İkinci önemli yazı Sözcü’de İsmail Saymaz’ın yazısı. O da savcının dilekçesinde adı geçen iki ismi anlatıyor. Bu isimlerden biri Anadolu Adliyesi’nde önemli bir idari organ olan Adliye Komisyonu Başkanı Bekir Altun. Diğeri ise yargıç Sidar Demir. İsmail Saymaz özellikle yargıç Sidar Demir’in elindeki derdest bazı dava dosyalarını hatırlatmış, suçlamaların gerçek çıkması halinde bu dosyaların ne olacağını merak etmiş.

HSK’nın serinkanlı tutumu, dediğim gibi bir bakıma takdire şayan ama bir yandan da ‘Soruşturmanın selameti’ meselesi var. 

Bu isimlerin hiç değilse soruşturma tamamlanana kadar ellerindeki dosyalardan uzak tutulması uygulamasının bu sefer akla bile gelmemesi ilginç doğrusu.

Ehli Arap Hastanesi’ni kim vurdu?

Ehli Arap Hastanesi’ni kim vurdu?

Her savaş, aynı zamanda enformasyon savaşı da başlatır. Hele bu savaş Hamas ile İsrail arasındaysa, uzun yıllardır sık sık savaşan bu iki tarafın enformasyon savaşı yürütme konusundaki bilgisi, başka herkesi kat be kat aşar sanırım.

Çarşamba akşamı Gazze’deki Ehli Arap Hastanesi’nin otoparkına düşen bomba, bu otoparka sığınmış, derme çatma çadırlarda yaşayan en az 1000 kişinin ortasında patladı. Maalesef 471 kişi öldü. Halen kritik durumda 27 kişi var, tedavi gören.

Bu patlayan bombayı kim attı? Çoğumuz bombayı İsrail’in attığından eminiz. Çünkü İsrail’in geçmişi, bunu yapabileceklerini gösteren bir sürü olayla ve kanıtla dolu.

İsrail ise hastaneyi kendilerinin vurmadığını ısrarla söylüyor, hastanenin hemen arkasındaki mezarlıktan füze fırlatan İslami Cihad’ın füzelerinden birinin hedefini şaşırarak hastane avlusuna düştüğünü söylüyor.

Çarşamba akşamından başlayarak ama dün bütün gün boyunca dünyanın dört bir yanından ‘uzman’lar ellerindeki videolara bakarak, şuna buna bakarak, binalardaki hasarı gözden geçirerek, İsrail ordusunun ‘kanıt’ diye açıkladığı şeyleri göz önüne alarak suçlu aradılar. İçlerinde kesin kanaat açıklayanlar da oldu, açıklamayanlar da.

Oysa bir de işin kolayı var: Hamas veya Cihad veya eğer gücü varsa hastanenin sahibi Anglikan Kilisesi, hastane bahçesinden bombaya ait parçaları, ölen veya yaralananlara saplanan şarapnelleri gösterebilir, bunları tarafsız bir ülkenin adli makamlarının incelemesine sunabilir.

‘İdeolojik savaşta değiliz, sadece Batıya karşıyız…’

‘İdeolojik savaşta değiliz, sadece Batıya karşıyız…’

Herkesin gözü İsrail’in Gazze’ye düzenlediği ağır bombardımandayken Çin’in başkenti Beijing’de oldukça önemli bir toplantı yapıldı. Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping, ülkesinin meşhur Kuşak Yol programıyla ilgili bir zirveye ev sahipliği yaptı, çok sayıda devlet ve hükümet başkanı bu zirveye katıldı. Katılanların en önemlisi kuşkusuz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’di.

Şi, zirveye yaptığı konuşmada soğuk savaş dönemine göndermede bulunarak, ‘Kimseyle ideolojik çekişme içinde değiliz, bloklaşmıyoruz’ dedi. Dedi ama zirvenin teması Batı karşıtlığıydı, çünkü Şi, ABD başta olmak üzere Batının ticaret sınırlamalarından şikayetçiydi.

Haksız da sayılmaz ama yine de sonuç aynı kapıya çıkıyor: Dünya bloklaşıyor, bir tarafta ABD, diğer tarafta Çin var. Rusya bu kez yardımcı oyuncu.