07-08-2023
İsmet Berkan

Ekonomide kuvvetli bir özeleştiri yapmadan feraha çıkmak mümkün mü?

Ekonomide kuvvetli bir özeleştiri yapmadan feraha çıkmak mümkün mü?

Ekonomi görece genç bir bilim belki ama bu bilimsel disiplin içinde özellikle son 100 yıla varan sürede o kadar çok akademik çalışma yapılıyor ki, pek çok alanda çok hızlı bir ilerleme kaydedildi, bugün dahil ekonomi bilimi ilerlemeye devam ediyor.

Devam ediyor da ne yapıyor? 

Bir yandan bu dünyada yaşayan herkesin içine dahil olduğu ekonomik ortamlar var. Bu anlamda hepimiz ister istemez ekonomi biliminin konusu ve bu bilimin yapıcısıyız; çünkü iktisat ilmi aynı zamanda gerçek hayattan da feyz alıyor.

Bir yanda büyük karar vericiler var. Devletler örneğin veya şirketler. Bunların davranışları da hem kendilerini hem de biz tek tek bireyleri etkiliyor, değiştiriyor.

İktisat bilimi, işte bu karşılıklı etkileşimlere bakıp bazı ekonomik kanunlar bulma iddiasında.

Muhtemelen hiçbir zaman bütün ekonomik ilişkiler birer ‘kanun’a indirgenemeyecek, her zaman bir belirsizlik alanı kalacak ama bazı konularda bu bilim dalının net bazı neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyduğunu herkes kabul ediyor.

Türkiye’de Tayyip Erdoğan, 2018’de başkanlık sisteminin başkanı seçildiğinden beri bazıları fazlasıyla yerleşik olan bu net iktisat kanunlarından bir bölümüyle açıktan kavga halinde.

Bu kavga 2021 yılının ikinci yarısında Merkez Bankası’nın politika faizini indirmesiyle teoriden pratik düzeyine de geçti. Oysa iktisatın ‘imkansız üçlü’ kuralı, defalarca denenmiş ve artık kanun olarak literatüre geçmiş bir şey. Türkiye’de Tayyip Erdoğan neredeyse bir ‘doğa kanunu’ seviyesindeki bu kuralla kavga ediyor.

Kuralı hatırlayalım: Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkenin Merkez Bankası, aynı anda hem döviz kurlarının seviyesini kontrol edip hem de para miktarını belirleyemez. Bu üç unsurdan en fazla ikisini kontrol edebilir.

Türkiye, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülke. Yani buraya yurt dışından paranızla gelip yatırım yapmanız da serbest, paranızı alıp yurt dışına yatırıma götürmek de. Bu kural, çeşitli kısıtlamalar olmasına rağmen değişmedi.

Kalan iki unsurdan, yani paranın miktarını belirleme (faiz) ve döviz kurundan birini tercih etmeliydi Merkez Bankası. Ki geleneksel olarak Merkez Bankaları burada kur seviyesiyle uğraşmak yerine faiz belirlerler. Bizim bankamız da işe böyle başladı, faizi indirdi.

Faiz inip TL bollaşınca para, kurun artacağı beklentisiyle dövize ve yurt dışına yöneldi. Türkiye’de para piyasasında yabancı yatırımcı kalmadığı gibi döviz kuru da patladı. Döviz kurundaki patlamayı enflasyon izledi. O zaman hükümet panikledi, Merkez Bankası imkansıza yönelip döviz kurunu da kontrola yöneldi. Kur korumalı mevduat ve arka kapıdan döviz satışıyla bunda zaman zaman bunda başarılı da oldu, ama işte bugün dolar kuru 27 lira artık. 

Oysa Merkez Bankası’nın kendi hesapladığı reel efektif döviz kuru endeksine bakacak olursanız, dolar kurunun 16-17 lira civarında olması gerekiyor. Aradaki fark, temelde Türkiye’nin bilim dışı kalmaya devam edeceğine dair algıdan kaynaklanıyor

Şimdi gelen yeni ekonomi yönetimi ‘rasyonel’ olmaktan söz ediyor ama onların bu sözlerinin samimiyeti ve inandırıcılığı tartışılıyor. İşte son olarak İstanbul’da yabancı yatırımcılarla buluştu yeni ekonomi yönetimi. Yabancı bankalar onların samimiyetine veya söylediklerini yapabileceklerine ikna olmadı.

Neden olmadı? Mesele faizin seviyesi değil. Mesele, 2018’de bu bilim dışı politikaları hayata geçirip bütün Türkiye’ye büyük bedel ödeten siyasi otoritenin çıkıp ‘Ben hatalıydım, yanlış politika uyguladım, bilimle savaştım, şimdi hatamı anladım ve bilimin emrettiğine geri dönüyorum’ dememiş olması.

Bu sözler, daha doğrusu bu özeleştiri bizzat Tayyip Erdoğan’dan gelmedikçe, Merkez Bankası faizi kaça yükseltirse yükseltsin yerli yabancı ekonomik aktörler açısından inandırıcılık sorunu yaşanacak.

Burada bir psikolojik eşik olduğuna kuşku yok. Tayyip Erdoğan defalarca kamuoyu önünde savunduğu, dini bazı ilkelere ve kendi kişisel inançlarına da bağladığı faiz politikasından kamuoyu önünde özür dileyerek ayrılamaz, bunu beklemek yanlış olur.

Ama Erdoğan çıkıp, ‘Faizler ekonomi biliminin gereğince belirlenecektir, bunun için uzman bir heyeti Merkez Bankası’nda görevlendirdik’ diyebilir.

Yoksa Mehmet Şimşek istediği kadar ‘Erdoğan benim arkamda’ desin, güvenirliği bir yere kadar. Erdoğan kişilerin değil bilimin arkasında olduğunu gösterirse, uygulayıcı kişilerin gücü çok daha fazla artacaktır.

Erdoğan, Esad’la görüşmeye neden can atıyor?

Erdoğan, Esad’la görüşmeye neden can atıyor?

Bugün Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısı var. Gelen haberlere bakılacak olursa gündemdeki en önemli maddelerden biri, yasa dışı göçmenlerle mücadele, onu hemen yasal statüsü olan Suriyelilerin hiç değilse 1 milyonunun Suriye’ye geri gönderilmesi izliyor.

Yasadışı göçmenlerle mücadele zaten sürekli yapılması gereken bir şey. Şimdilerde İstanbul’da yeniden hareketlenen bu mücadele Türkiye açısından ucuz bir şey de değil. Çünkü sokakta yakaladığınız diyelim Afgan’ı ülkesine geri gönderebilmeniz gerekiyor, gönderene kadar bir yerde tutmalısınız. Bunların hepsi para.

Herhalde bir yandan sınır güvenliğinin arttırılması ve insan kaçakçılarıyla mücadele gerekiyor ki, bu göçmenler daha Türkiye’ye giremeden durdurulsun. Tabii bir de girmeyi başaranların yakalanıp gönderilmesi gerek. Bu iki konuda da çok başarılı olduğumuz söylenemez.

Ama esas mesele, artık Türkiye’de yerleşik durumda olan ve çoğu da berbat ötesi şartlarda yaşayan Suriyeli ‘yasal’ göçmenlerin geri gönderilmesi. ‘Yasal’ dediğime bakmayın, buradaki yasallık onların kayıt altında ve ‘Geçici koruma statüsü’nde olmalarından geliyor. Adı ‘Geçici’ ama 10 yıldır Türkiye’de yaşayanlar, doğanlar, büyüyenler var.

Onların gönüllü olarak geri dönmesi, Suriye’nin güvenli bir ülke olmasına ve onlara bir gelecek vaat etmesine bağlı. İşte sınırda Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde briket evler vs yapıldı ama dönüşler burada yapılan kapasiteyle sınırlı ister istemez.

Türkiye 900 kilometreyi aşam sınır boyunca göçmenleri yerleştirmek için projeler hazırladı ama uluslararası toplumdan ne moral ne de maddi destek bulabildi.

Şimdi çare, Suriye’deki Esad rejimiyle uzlaşmak ve o rejimden vakti zamanında öldürmekle tehdit edip kovaladığı eski vatandaşlarını geri almasını sağlamak.

Bu yasadışı göçmenler ve Suriyeliler konusu, artık Türk iç politikasında kaçınılmaz bir faktör. Anlaşılan Tayyip Erdoğan yerel seçim öncesinde bu konuda bir ilerleme sağlamak ve seçime eli daha rahat girmek istiyor.

İşte bu nedenle Tayyip Erdoğan, Beşar Esad’la buluşup görüşmeye can atıyor. Ama Esad’ın son derece sert ve Erdoğan’ı siyaseten çok zorlayacak şartları var. O yüzden Rusya lideri Vladimir Putin’in yardımını istiyor Erdoğan.

Google makinesinin dişlileri arasına sıkışmak

Google makinesinin dişlileri arasına sıkışmak

İnternet hayatının vazgeçilmezi olan Google dev bir makine. Üstelik, kağıt üzerinde baktığınızda dünya çapında eşitleyici ve demokratikleştirici bir makine.

Öyle ya, geçmişte sadece büyük reklamverenlere açık olan reklam verme pazarını fiyatları düşürerek herkese birden açtı. Böylece artık küçük işletmeler de, hatta köşedeki pastane de ürün ve hizmetlerini tanıtıp kazanç elde edebiliyor.

Öte yandan aynı Google, geçmişte sadece büyük medya şirketlerinin elinde olan reklam yayınlama tekelini de kırdı; artık küçük hatta bireysel yayıncılar da Google sayesinde reklam geliri elde edebiliyor.

Kağıt üzerinde bunlar eşitliğe ve ortamın demokratikleşmesine hizmet gibi duruyor ama bir de uygulamaya bakmalı:

Google’ın reklam yerleştiren, yani yayıncılara gelir aktaran makinası bir çeşit yapay zeka, bir algoritma. Yayıncının ‘özgün’ yayın yapıp yapmadığına ve ne kadar çok kişi tarafından okunduğuna bakıyor.

Başından beri bu algoritmayı kandırmaya, ‘SEO mühendisliği’ adı verilen uygulamalarla algoritmadan hakkının ötesinde gelir elde etmeye çalışanlar vardı. Şimdi bu haksızlığa bir de yapay zeka destekli yazım programları katıldı.

Dün 10Haber’de Ümit Alan’ın bu konudaki yazısı çok aydınlatıcıydı. Bizim gibi gazetecilik yapmaya, haber ve gerçek içerik üretmeye çalışan kurumların uğradığı ve gelecekte daha da çok uğrayacağı haksızlığı çok güzel anlatıyordu.

Bizim bu haksızlıkla mücadele için bulduğumuz yol, yayınlarımız için okuyucularımızdan para istemek. Eğer bizi beğeniyorsanız ve bu sitenin kalıcı olmasını istiyorsanız, abone olun, siz bizi Google’dan kurtarın biz sizi ekrandan fırlayıp üstünüze üstünüze gelen rahatsız edici reklamlardan koruyalım.

Brezilya bir kez daha parlayan bir yıldız gibi…

Brezilya bir kez daha parlayan bir yıldız gibi…

Tuhaf biçimde Brezilya’nın solcu lideri Lula ile Tayyip Erdoğan’ın kader çizgilerinde benzerlikler var. İkisi de 2002 sonunda iktidara geldi. İkisiyle ilgili olarak da Batının ve ABD’nin kaygıları vardı. İkisi de ilk iş bu kaygıları ortadan kaldırdı. Ve ikisi de iktidarlarının ilk döneminde ciddi bir ekonomik siyasi başarı öyküsü yazdılar.

Sonra Lula görev süresini tamamladı ve kenara çekildi, derken hapse bile atıldı. Ülkesi siyasi çalkantılar yaşadı. O dönemde Erdoğan hep iktidardaydı ve kendi ekonomik ve siyasi çalkantısını kendisi yarattı. 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi, ardından 2018’den başlayan ekonomik kriz.

Geçen yıl Lula Brezilya’da iktidara geri döndü, bu yıl başında da koltuğuna oturdu. Bugünlerde Brezilya dünyada ekonomik olarak yıldızı yükselen bir ülke. Türkiye’nin yıldızı ise yeniden parlayacağı günü bekliyor.

Bugün 10Haber’deki ayrıntılı Brezilya ekonomi değerlendirmesini okumayı ihmal etmeyin.

Geride kalanlar merak ediyor: 65 yakınımız neden öldü, sorumlusu kim?

Geride kalanlar merak ediyor: 65 yakınımız neden öldü, sorumlusu kim?

6 Şubat depreminin acıları saymakla bitecek gibi değil. Dün çok sembolik bir olay yaşandı, merkezi Kahramanmaraş’ta olan deprem, Adana’da da can ve mal kaybına neden olmuştu. Adana’da yıkılan Tutar Apartmanı’nda tam 65 kişi can verdi.

Pek çok yerde yapılan adli soruşturma Adana’da da yapıldı ama yıkılan binanın müteahhidi 2008’de hayatını kaybetmişti. Ortada binayla ilgili başka sorumlu da yoktu. Dosya kapandı gitti.

Dün o binadan ölenler için çok acıklı bir anma töreni vardı. İnsanlar yakınlarını kaybetmişti ama o yakınlarının ölümünden sorumlu kimse ortada yoktu.

Savcılar ceza hukuku açısından o binanın inşaatını denetlemekle ve sonra da yapı kullanım iznini vermekle görevli belediyeleri soruşturmuyor olabilir ama bence binada yakınlarını kaybedenlerin bu kişilere maddi tazminat davası açmasının önünde bir engel olmamamalı.

Esasen belediyeler de müteahhitler veya inşaatta imzası olan mühendisler gibi yıkımdan ve ölümlerden sorumlu tutulmadıkça bizim deprem yönetmeliklerini inşaatlarda uygulatma şansımız pek yok.