
Erdoğan neden savunma ihtiyacı duydu?
Bir gün gecikmiş bir yazı bu, affedin.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan pazartesi günü kabine toplantısı sonrası her zaman olduğu gibi uzun ve geniş açıklamalar yaptı.
Biz gazeteciler haber ve yenilik peşinde koştuğumuz için, Erdoğan’ın bu son konuşmasında pek yeni bir şey bulamadık ve bu konuşma manşetlere çıkmadan arada kaynadı gitti.
Erdoğan’ın kabine toplantısı konuşmaları birer basın toplantısı değil. O kürsüye çıkıyor ve kendisinin son kabine toplantısından bu yana yaptığı bütün faaliyetleri sıraladığı uzun bir konuşma yapıyor. Zaten bu konuşmaların adı da “Millete sesleniş.” Konuşması haber televizyonlarından canlı yayınlanıyor, oturup hiç hesabına girmedim bilmiyorum kaç kişi başından sonuna kadar bu nutukları dinliyor.
Bir soru-cevap faslı olmadığı için sanırım bu tek taraflı açıklamalar içlerinde çok özel bir unsur barındırmadıkça fazla ilgi çekmiyor. O yüzden Cumhurbaşkanı’nın ısrarla bu konuşmaları yapmaya neden devam ettiğini de bilmiyorum, bu konuşmaların amacını da. Amacın kamuoyuna hesap vermek olmadığı çok belirgin bence.
Her neyse, Erdoğan bu haftaki konuşmasında ansızın en azından benim için ilginç bir konuya girdi, bu konuda kabine toplantısında da bir gündem olmadığı halde, ansızın Türkiye’nin insan hakları sicilinden söz etti. Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma oranının yüzde 90 olduğunu söyledi.
Ben çok anlamadım, AİHM kararlarının hepsine uyacağımızı taahhüt etmekle kalmayıp bu mahkemeyi Türk hukukunun üstünde gören bir Anayasa maddesine sahibiz.
Mahkeme kararlarına yüzde 90 uymak nasıl oluyor acaba? Olması gereken yüzde 100 uymak değil mi? Adı üstünde mahkeme kararı bu ve bizim Anayasamıza göre de bağlayıcı.
Bu tuhaf durumu Erdoğan bir övünme vesilesi olarak dile getirdi. Ben neden övündüğünü anlamadım. “Başka ülkeler daha az yerine getiriyor” dedi; evet elbette bu durumu eleştirelim ama “Biz aleyhimizdeki kararların sadece yüzde 10’unu yerine getirmiyoruz” demek, bana pek övünülecek bir şeymiş gibi gelmedi.
Türkiye uzun yıllardır AİHM’ye en çok davası giden ülke. Açık ara başka ülkelerden daha fazla şikayet gidiyor AİHM’ye.
Burada bir hatırlatma yapayım: AİHM bir temyiz mahkemesi değil, yani oraya Türkiye’yi şikayet edenler adaletsizliğe uğradıklarını öne sürmüyorlar. O mahkemeye sadece yargılanmaları sırasında insan haklarının ihlal edildiğini düşünenler başvuruyor.
Erdoğan aynı konuşmasında “İhlal kararlarına ilişkin oranlarda da yüzde 1,09 ile Konsey’e üye ülkelerin ortalama ihlal oranından daha düşük bir seviyedeyiz. İnşallah bunu daha da aşağı çekeceğiz” dedi. Buradaki 1,09 oranı neyin neye oranıdır anlaşılmıyor. Acaba Cumhurbaşkanı açılan davaların yüzde 1,09’u aleyhimize sonuçlanıyor mu demek istedi? Kabaca bakınca bile görülüyor, hayır aleyhte sonuçlanan davaların oranı çok çok daha fazla. Bunda AİHM’nin işleyişinin de rolü var; bir davanın kabul edilme şartları çok zorlu. Bu şartları yerine getirmeyen davaları kabul etmiyor mahkeme. Acaba verdiği oran bu mu Cumhurbaşkanı’nın. Yani yapılan başvuruların sadece yüzde 1,09’u kabul ediliyor demek mi istedi? O da anlaşılmıyor.
Erdoğan’ın açıkladığı istatistiklerin kim tarafından nasıl hazırlandığını ve hangi yıllara ait olduğunu vs bilmiyoruz. O yüzden 1,09 denen rakamın ne olduğunu ve nasıl hesaplandığını bilmemize de imkan yok.
Cumhurbaşkanı’nın verdiği rakamlar bir yana, benim daha çok ilgimi çeken, Erdoğan’ın neden durduk yerde kendini savunma anlamına gelen bu sözleri söylediği sorusu oldu.
İnsan hakları ihlalleri ve uygulanmayan Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları konusu Türkiye’nin son dönemde neredeyse daimi gündemi sayılır, sık sık bu konularda haberler yayınlanıyor, muhalefetten eleştiriler geliyor. Ama Erdoğan bu eleştirilere bugüne kadar böyle cevap vermedi.
Hayret verici olan, bu sefer kendisine kimse sormadığı halde cevap verme gereği duydu.
İletişim uzmanı değilim ama bu meslekte çalışıyorum ve doğal olarak siyasilerin verdikleri mesajlar kadar vermemeyi tercih ettikleri mesajlara da dikkat ediyor, onların iletişim stratejilerini anlamaya çalışıyorum.
Erdoğan bir süredir defansta; sürekli kendisinin, İstanbul Savcısının ve bazı başkalarının davranışlarını kamuoyu önünde savunma ihtiyacı duyuyor.
Bu savunmada kalma halinden mutlu olduğunu da sanmıyorum. O birilerine cevap yetiştirmekten çok gündemi ileriye doğru taşıyarak belirlemek isteyen bir siyasetçi.
Bakalım bu son savunmanın altından ne çıkacak?

