08-12-2023
İsmet Berkan

Erdoğan’ın Atina gezisi sahiden tarihiydi

Erdoğan’ın Atina gezisi sahiden tarihiydi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü Atina çıkartması pek çok bakımdan gerçekten de ‘tarihi’ sıfatını hak eden bir geziydi.

1999’daki Körfez Depremi ve onu izleyen Atina Depremi sonrasında iki ülke arasında yine tarihi bir yakınlaşma yaşanmıştı. Türk Dışişleri Bakanı merhum İsmail Cem ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu arasındaki bu yakınlaşma iki ülke için de büyük fayda sağlamıştı.

Ama maalesef tamama ermedi. Özellikle son 6-7 yılda iki ülke bir kez daha neredeyse 1999 öncesindeki yerlerine geri döndü, aşırı sert gerginlikler oldu, örneğin Güney Ege’de iki ülkenin savaş gemileri burun buruna geldi.

Şunu biliyoruz: Türkiye ve Yunanistan son 100 yıl içinde ne zaman dostluk etseler ikisi birden kazandı; ne zaman düşmanlık etseler ikisi birden kaybetti.

O yüzden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Atina’ya ‘Kazan-Kazan’la gideceğini söylemesi önemliydi. ‘Kazan-Kazan’ sonucu yaratmanın yolu 100 yıldır belli.

Bir arkadaşımın benzetmesini kullanacağım: Türkiye ile Yunanistan kuşaklar öncesinden gelen bir arazi anlaşmazlığını yaşamaya devam eden iki kuzen gibi.

Kavga ettiklerinde ikisi de tarlayı ekemiyor, ikisi de ürün alamıyor. Kavga etmemeyi seçtiklerinde ise ikisi de ekiyor biçiyor.

İki kuzenin birbirlerine karşı ne kadar kolay celallenebildiğini bütün köy biliyor. O yüzden köyden biri bir laf edince veya bir şey yapınca onları kolayca kayba sokuyor, kendisi ise kazanıyor.

Son gerginliklerimiz tam da arkadaşımın benzetmesindeki gibi yaşandı.

Türkiye, Suriye ve Irak sahnelerinde Amerika’nın ayağına basıyordu. Amerika bunun üzerine Türkiye’yi ‘güvenilmez ortak’ olarak niteleyip askeri varlığını Yunanistan’a taşımaya başladı. Bu arada Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri dengeyi Yunanistan lehine değiştirecek adımlar atar oldu.

Dengenin kendi lehine değişmekte olduğunu, ‘köyün ağası’nın artık kendinden yana olduğunu düşünen Yunanistan tek taraflı olarak Ege ve Akdeniz’de kendine ‘münhasır ekonomik çıkar alanları’ açıkladı. Türkiye ile Yunanistan bu sebeple kavgaya girişti. Kavga o kadar saçma bir yaygınlık kazandı ki işin içine Libya bile dahil oldu, Türkiye gidip Libya iç savaşında büyük bir rol üstlendi.

Neyse ki o tuhaf, çocukça, kazananı olmayacak kavga günleri geride kaldı. Yunanistan tarihinde ilk kez Ege’de hava üstünlüğünü kazanmaya çok yaklaştı, Türkiye ise Atina’yı vuracak füzeler geliştirdi. Olmayan kavganın kazananı silah tüccarları oldu bir kez daha, kaybedeni ise iki ülke halkları. Atina kavgayı sürdürecek olsa milyarlarca dolar harcayıp kendine füze kalkanı satın alacaktı; Türkiye sürdürecek olsa eğitime veya sağlığa harcaması gereken parayı donanmasına ve hava kuvvetlerine harcayacaktı. Kaybet-Kaybet devredeydi.

Şimdi ise yeniden iki ülke yakınlaşmaya, Kazan-Kazan’da buluşmaya çalışıyor. Ve gerçekten de aralarındaki saçma arazi anlaşmazlığını iki taraf birden aşabilse bu işten çok kazançlı çıkacaklar. En önce halklar kazanacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Yunanistan Başbakanı Miçotakis arasında dün imzalanan belge 1930 yılında İsmet Paşa ile Venizelos arasında imzalanan belgeden sonra bir ilk.

Yunanistan ile Kurtuluş Savaşı sonrası dostluğu başlatanın Atatürk olduğunu, Atatürk’ün vizyonunun daha ortada Avrupa Birliği hayali bile yokken bir ‘Balkan Birliği’ olduğunu bilmeyenimiz yok, ama bunu hep unutuyoruz.

Öncelikle Yunanistan’ı, Bulgaristan’ı, Makedonya’yı ve Arnavutluk’u içerecek, ardından Romanya, Bosna Hersek, Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya’yı da içine alacak böyle bir birlik için vizyon bence bugün de geçerli. Neredeyse bütün tarih boyunca savaşlarla anılmış bu coğrafyaya kalıcı barışı ve refahı getirmek elimizde aslında.

Umalım ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün uzattığı el bu vizyonu da içeriyor olsun ve dün başlayan büyük barış havası bir sonraki kavgaya kadar geçici bir zaman kazanma hamlesi diye düşünülmesin iki ülke tarafından.

Kazan-Kazan formülü hep geçerli kalsın.

Makro ekonomi cephesinden iyi haberler geliyor

Makro ekonomi cephesinden iyi haberler geliyor

Nasıl isimlendireceğimizi bile bilmediğimiz, beş yıl süren akıl dışı bir ekonomi yönetiminin ardından Türkiye yeniden normale, olağana, sıradana dönmeye ve bu arada kırılan bozulan makro ekonomik dengelerini eski yerine getirmeye çalışıyor.

Henüz normale ve olağana döndüğümüz söylenemez ama bu yönde atılan adımlar artık belli bir bütünselliği ifade eder oldu. O sayede de meyveler alınıyor.

En çarpıcı adım kuşkusuz Merkez Bankası politika faizinin arttırılması ve adım adım parasal sıkılaştırmaya doğru gidilmesi. Normalin ucunu uzaktan görünmesi bile iyimserlik yarattı, Türkiye’nin dış yükümlülüklerini ödememe ihtimalini gösteren CDS puanı hızla düştü. Düştü ama hala normale gelmedi, unutmayın.

KKM adı verilen ucubeden ve son derece tehlikeli uygulamadan çıkmaya çalışıyoruz. Söylenene göre TL bazlı KKM sona ermek üzere ama esas zoru dövizden gelen KKM idi ve o büyük bir gövde olarak duruyor. Eğer Türkiye dövizden gelen KKM’nin hatırı sayılır bölümünü döviz ödemeden TL varlıklara dönüştürmeyi başarırsa (ki bunun için önümüzdeki yılın sonbaharı hedefleniyor) normalleşme yolunda önemli bir adım atmış olacak.

Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinde hızlı bir düzelme var ama bu sizi yanıltmasın: Bankanın eksi rezervden çıkması lazım. Bu alanda da önemli bir düzeltme görülüyor. Fakat daha gidecek yol uzun.

Ve son olarak, Türkiye’ye sıcak para girişinin hızlanması gerek. Şu an belli bir seviyede giriş var ama yeterli değil. Önemli olan Türkiye’nin ödediği faizin spekülatif seviyede olmamasına rağmen giriş ve çıkışın var olması.

Normalleşme yolunda gayet olumlu gelişmeler görüyoruz ama dediğim gibi tedbirli olmak gerek: Henüz normal olmadık.

Bakalım Anayasa Mahkemesi kendi kararını ve kişiliğini savunacak mı?

Bakalım Anayasa Mahkemesi kendi kararını ve kişiliğini savunacak mı?

Bu konuyla benden başka ilgilenen kimse yok galiba. Anayasa Mahkemesi’nin 25 ekimde aldığı ve hala uygulanmayan Can Atalay kararından söz ediyorum.

Anladığım kadarıyla Atalay’ın avukatları uygulanmayan bu mahkeme kararı için bir kez daha Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş.

AYM de başvuruyu öncelikle değerlendirmeye karar vermiş ve beş gün sonra, yani 13 Aralıkta bu konuyu yeniden görüşecek.

Bakalım Anayasa Mahkemesi uygulanmayan kararı, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kendisiyle ilgili suç duyurusu için ne diyecek?

Benim beklentim mahkemenin kendi kararını ve kişiliğini güçlü biçimde savunması yönünde.

Hatırlayalım, 25 Ekim kararı AYM’de oy çokluğuyla alınmıştı. Ama 13 Aralıkta AYM’nin üstünlüğünü ve kararlarına uyma zorunluğunu hatırlatan bir karar alınması durumunda bunun oy birliği ile alınmasını bekliyorum.

Yargıdaki kriz çok ciddi. Hukuk devletimizi fiilen kaybedebiliriz. Kimse bu durumu küçümsememeli, yok saymamalı.