13-09-2024
İsmet Berkan

Fatih Altaylı’da izleyip belki de beğendiğiniz Sezgin Baran Korkmaz’ın ahlak anlayışı hakkında biraz fikriniz olsun

Fatih Altaylı’da izleyip belki de beğendiğiniz Sezgin Baran Korkmaz’ın ahlak anlayışı hakkında biraz fikriniz olsun

Sezgin Baran Korkmaz, Fatih Altaylı’nın yaptığı söyleşi sayesinde yeniden gündemimize girdi.

Dünkü yazımı yazarken bu söyleşiyi 1,5 milyon kişi izlemişti, şimdi bakıyorum 1,6 milyon kişi izlemiş. Her gün yeni 100 bin kişi izliyor videoyu. Tam 6 bin 840 kişi de videonun altına yorum yazmış. Muazzam bir rakam.

Yorumlara baktım, pek çok kişi izlediği Sezgin Baran Korkmaz’dan etkilenmiş, hatta onu çok beğenenler, Korkmaz’ın büyük bir haksızlığa kurban gittiğini düşünenler, onun Çocuk Esirgeme Kurumu’na veya Mehmetçik Vakfı’na bağışta bulunacak olmasını vatanseverlik belirtisi görenler var.

New York’tan profesyonel bir ekiple stüdyodan İstanbul’daki Fatih Altaylı’ya bağlanan ve paraya kıyıldığı için olsa gerek bu kıtalararası bağlantısı bir an bile aksamayan YouTube yayını Sezgin Baran Korkmaz açısından amacına ulaşmış gibi görünüyor, kamuoyunda kendi lehine bir dalga yarattı.

SBK programda yalan söyledi

Dün burada Fatih Altaylı’yı bazı soruları sormadığı için eleştirdim, bana kızmasın ama bugün de eleştireceğim. Bir basit örnekle: Altaylı söyleşinin sonlarında 2011 yılında bir iş insanından kurye kılığında kapısına gelinip imza alınması, sonra bu imzanın o iş insanı imzalamış gibi gösterilen bir senette kullanılması olayını açtı, Sezgin Baran Korkmaz’a sordu.

SBK da cevap olarak ‘Ben o davadan beraat ettim’ dedi, ‘Zaten tamamen benimle ilgisiz bir dava, benim adım orada neden vardı ki…’ diye cevap verdi. Altaylı bir kez üsteleyecek oldu, SBK aynı cevabı verdi ve konu kapandı.

Oysa gerçek böyle değil. Bir iş insanı adına sahte senet düzenleyip sonra onu bu sahte alacakla ilgili icraya verme suçlamasından yargılandı Sezgin Baran Korkmaz; mahkum oldu, Yargıtay da aldığı 5 yıl 10 ay hapis cezasını onadı.

Videoyu izleyen 1,6 milyon kişi ise şimdi SBK’nın haksız yere suçlanan masum biri olduğunu düşünüyor. Söyleşiden önce yeterince hazırlık yapmamanın, soru sormamanın sonuçları bunlar.

Satılmış döneri iki kere satan adam

Fatih Altaylı’nın söyleşisinin tamamını izlediyseniz fark ettiniz, Sezgin Baran Korkmaz konuşmayı ve kendinden söz etmeyi çok seviyor. Hayat hikayesini, Kars’ın Digor’undan 12-13 yaşında İstanbul’a gelmesinin ve bu şehirde tutunmasının hikayesini anlatmaya özellikle bayılıyor. 

Anlattığı öykülerden biri şu:

Henüz 12 yaşında. Bir gün boya sandığını ayakkabı boyacılığı yaptığı İstanbul Moda’dan 13-14 kişiyle paylaştığı bekar evinin olduğu Fikirtepe’ye kadar taşımaya üşeniyor, sandığı güvenli olduğunu düşündüğü bir yere saklıyor.

Ama ertesi sabah Moda’ya gelip sandığını bulamayınca sermayesini de kaybetmiş olarak ümitsizce yürümeye başlıyor. Bahariye’de önünden geçtiği bir kebapçı-dönercinin camında “Bulaşıkçı aranıyor” ilanını görünce içeri girip başvuruyor ve işe alınıyor.

Küçük Sezgin’in (kendisine böyle hitap edilmesini istiyor, “Köyde çok Baran vardı, benim lakabım ‘Deli Baran’dı. Burada ise Baran biraz entel duruyor” diyor) boyu kısa, karnı aç. Bir bakıyor ki müşteriler bazen dönerin hepsini yemiyor, tabaklarda soğumuş döner kalıyor. Bulaşık yıkama işini ağırdan alma pahasına artık dönerleri atıştırıyor. 

Derken aklına bir fikir geliyor: Bu artık dönerleri biriktiriyor, kebapçı kapandıktan sonra Kadıköy Salı pazarında satacak.

Kebapçıdaki patronu onu pazarda döner satarken yakalayınca “Ama hacı amca sen hep demiyor musun ‘israf haram’ diye, ben de israf olmasın döner diye uğraşıyorum” diyor pişkin pişkin.

Sezgin Baran Korkmaz’ın övünerek anlattığı bu öykü onun ticarete yaklaşımı, ahlakı ve başkasının daha önce satılmış malını ikinci kez satmayı normal karşılaması hakkında bilmem yeterli fikir veriyor mu?

Dolandırıcılık yapmış ama övünerek anlatıyor

Yine kendisinin övünerek anlattığı bir başka öykü:

Gümrükte takılıp kalmış bir su arıtma cihazı olduğunu öğreniyor. Gidiyor gümrüğe, tasfiyeden bunu satın almak istiyor. Tam 62 bin tane gelmiş bu minik aletlerden ve gümrük bunları tanesi 1 liradan satacak.

Borç harç para buluyor, 62 bin cihazı satın alıyor ve sonra pazarlamaya başlıyor. Tanesini 70 liradan satacak. Ama kimse su arıtma cihazı almıyor. Sezgin battı batacak, alacaklılar kapıda. Aklına aynı cihazı “enerji tasarrufu sağlar” diyerek satmak geliyor. Hepsini satıyor.

Bu hikayede de bir ahlaki ders var ve aradan bunca yıl geçtiği halde Sezgin Baran Korkmaz’ın bununla övünmeye devam etmesi de bence başlı başına bir ahlaki ders.

Sattığı cihaz aslında ne suyu arıtıyor ne de enerji tasarrufu sağlıyor. Yani baştan sona dolandırıcılık. SBK için ise başarı öyküsü.

Otomobil meraklısı Fatih Altaylı

Fatih Altaylı söyleşisini izleyenlerin belki dikkatinden kaçmamıştır; SBK eski işlerini anlatırken işte bu cihazı kastederek ‘Yakıt tasarrufu sağlıyordum’ dedi, ama Altaylı üstünde durmadı.

Sonra konu petrol ürünleri ticaretine gelip SBK ‘Ben o işten anlamam’ deyince araçlarda yakıt tasarrufu sağlayan şeyin bir yakıt katkı maddesi olduğunu düşünen Altaylı araya gidip ‘Ama yakıt tasarrufu sağlayan bir şey satıyordunuz’ gibi bir cümle söyledi, SBK ise cevaben ‘Hayır o elektro manyetik bir cihazdı’ dedi.

Türkiye’nin en ünlü otomobil meraklılarından biri olan Fatih Altaylı’nın o an aklına ‘Yahu elektromanyetik sinyalle otomobilde yakıt tasarrufu mu olur’ demek gelmedi. Oysa gelse ve bu aletin hikayesini anlattırsa, seyircilerin videonun altına yazacağı yorumlar eminim çok farklı olacaktı.

Jan Nahum’un gözbebeği Heksagon’un hazin öyküsü

Dün yazmaya çalıştım, Jan Nahum 2004 yılında biraz kırgın biçimde Koç Grubundan ayrıldığında otomotiv alanında yeni bir şeyler yapmak istediğini biliyordu. Bu amaçla adı Türkiye’de Türkçe olarak ‘Heksagon’ yurtdışında ise Hexagon olan ilk şirketini kurdu (Jan Nahum’un adı Heksagon’la başlayan birden fazla şirketi var). Bu şirketin adı Heksagon Mühendislik ve Tasarım AŞ idi.

Burası gerçekten bir mühendislik ve tasarım şirketiydi. Bir süre sonra bu şirketin özgün tasarımları ve projeleri ile Kıraça Holding’in Karsan adlı şirketinin bünyesinde yapmak istedikleri kesişti, dün anlatmaya çalıştığım karmaşık karşılıklı ortaklık yapısı doğdu.

Peşinen söyleyeyim, Heksagon Mühendislik ve Tasarım’ın geçmişteki katkısı ne kadardı bilmiyorum ama bugün Karsan Avrupa’nın dört bir yanına otonom sürüş özellikli elektrikli otobüsler, midibüsler ve minibüsler satıyor. Bu teknolojik sıçrama Karsan’ı gelecek açısından önemli bir şirket yapıyor.

Heksagon ile Kıraça Holdingin işbirliği otomotivle de sınırlı kalmadı. Bu mühendislik şirketi çöpten ve diğer organik atıklardan elektrik üreten fabrikalar tasarlayıp yaptı; bir dönem Kıraça Holding bünyesinde elektrik üretim işi de yapıldı. Bu çöpten elektrik üretmenin bir de yan ürünü var: Tarımsal gübre. Şirket bu işe de girdi.

2017 yılında Nahum kardeşlerle İnan Kıraç’ın arası açılınca boşanma süreci başladı. Süreç kavgalı oldu, dün anlattım, işin içine Sezgin Baran Korkmaz girdi bir noktada ve İnan Kıraç, Jan ve Klod Nahum kardeşlerin gözbebeği olan Heksagon Mühendislik ve Tasarım AŞ’deki hisselerini Sezgin Baran Korkmaz’a devretti. Bu devirden İnan Kıraç para aldı mı, bilmiyoruz.

SBK kısa sürede Nahum kardeşlerin karşısına oturdu ve bir zaman sonra Heksagon’un yüzde 89 hissesinin sahibi oldu. Bu müthiş mühendislik ve tasarım şirketi artık SBK’nındı. Ama Jan Nahum hisseleri azınlıkta kalsa bile şirketin hala yönetim kurulu başkanıydı. Peki Nahum kardeşler hisselerine karşılık para aldı mı, aldıysa kaç para aldı ve SBK bu parayı nereden buldu, onu da bilmiyoruz. Keşke Altaylı sorsaydı.

Heksagon bir sigorta şirketini alıyor

2019 yılının Aralık ayında Heksagon ilginç şeyler yapmaya başladı. 10 Aralık’ta 10 milyon, 23 Aralıkta 11 milyon 400 bin, 25 Aralıkta 8 milyon 600 bin ve son olarak 31 Aralıkta da 42 milyon 500 bin lira Heksagon hesabından İstanbul’da kurulu bir sigorta şirketi olan Unico’ya gönderildi.

Unico zamanında Türkiye’de Commercial Union adıyla kurulmuş bir sigorta şirketiydi. Sonra sahibi değişince adı Aviva olmuş, derken Hollanda’da kamu bankaları dahil pek çok ortağı olan Kibele adlı fon bu şirketi satın alıp adını Unico yapmıştı. 

Şimdi Kibele o Unico’yu satıyordu. Heksagon’dan gönderilen bu paralar Unico’nun sermaye artırımına katılım paylarıydı. Sonuçta sigorta şirketinin içinde Kibele’nin payı yüzde 10’a düştü, kalanı Heksagon’un oldu.

SBK itiraf ediyor: Ucuza para toplama yolu

Sezgin Baran Korkmaz, Fatih Altaylı ile söyleşisinde ‘Sigorta şirketleri, bankalar, finansman şirketleri benim için çok kıymetli, çünkü bunlar çok düşük maliyetle nakit yaratıyor’ dedi. 

Altaylı bu son derece vahim imalar içeren cümlenin üstünde de durmadı. SBK samimiyet buhranı anında, vatandaşın sigorta şirketine ödediği primleri oradan alıp başka şirketlerine ucuz finansman yaptığını anlatıyordu işte.

Kafası karışanlar olabilir, kısa bir özet yapacağım: 

-SBK, Heksagon’un yüzde 47,5 hissesini İnan Kıraç’tan aldı. Alırken para verdi mi bilmiyoruz dediğim gibi. Yüzde 42 civarında hissesini de Nahum kardeşlerden aldı. Buna da para verdi mi, onu da bilmiyoruz.

-Sonra Heksagon Aralık 2019’da 72,5 milyon lira (O günkü kurla kabaca 12,5 milyon dolar) sermaye katkısı ve açıklanmayan bir miktar da Kibele’den hisse alımı için harcama yaparak Unico adlı sigorta şirketini aldı. Bu para Heksagon’a nereden geldi, yoksa şirketin kasasında zaten var mıydı, bilmiyoruz.

Meşhur Paramount Otelinin sahibi

Sezgin Baran Korkmaz’ın varlıklarından biri Bodrum Torba’da, 2021’de adından çok söz edip çok konuştuğumuz Paramount Hotel adlı tatil köyüydü. SBK’nın buraya ‘çöktüğü’ söyleniyordu, ama bu doğru olmayabilir. Nitekim SBK söyleşisinde Altaylı’ya bu otele 35,5 milyon Euro ödediğini söyledi, kendince bir kâr hesabı da anlattı. Oteli Çekya’da kurulu bir şirketin üstüne almıştı.

Ancak SBK’nın Altaylı ile söyleşide bu hesabı bize anlatırken söylemediği bir şey vardı, o oteli çoktan satmıştı bile. 

Evet, 2020 yılında Unico Sigorta’yı kontrol etmeye başladıktan sonra bu şirkete Paramount Hotel’in arazisinin haklarını elinde tutan şirketi 50 milyon dolara sattı. Yani otelin parasını kendi şirketinin kasasından aldı, kendi cebine koydu. 

Burada Paramount Hotel’den bir yılı biraz aşan sürede SBK 35 milyon Euro’suna karşılık 50 milyon dolar aldı. Hiçbir banka bu faizi vermez size. SBK bir koyundan iki post çıkarmayı başarmıştı.

İnan Kıraç hisselerini geri aldı, peki Nahum’lar ne aldı?

Dün yazdım, İnan Kıraç’ın amacı Nahum kardeşlerin elinden SBK’ya geçen yüzde 45’lik Kıraça Holding hisselerini geri almaktı, bunu başardı.

Kaç paraya geri aldı bu hisseleri, bilmiyoruz, bilmemiz de gerekmiyor (Kendisi ‘6 milyon dolar ödedim’ diyor).

Nahum kardeşler ise sadece Kıraça Holding hisselerini geri vermekle kalmadı; kendi iki şirketlerini de SBK’ya devretti. Peki bu devirden para aldılar mı? Aldıklarını varsaymak durumundayız ama kaç para aldıklarını bilmiyoruz, dediğim gibi bilmemiz de gerekmiyor.

Yalnız bir ilginç durum var. Bugün Heksagon Mühendislik ve Tasarım AŞ’nin tamamı yeniden Nahum kardeşlere ait. Jan Nahum, Unico Sigorta’nın yönetim kurulu başkanı ve çoğunluk hissedarı.

Peki bu nasıl oldu? Ne oldu da SBK bu şirketteki yüzde 89 hissesini bir anda sıfıra düşürüp hisseleri yeniden Nahum kardeşlere verdi?

Gelin bu artık bir polisiye romana dönüşen heyecanlı şirket öyküsünü de yarın anlatayım.

***

Bu okuduğunuz yazı bu serinin üçüncü yazısı. İlk yazıyı buradan, ikinci yazıyı ise buradan okuyabilirsiniz.

Fatih Altaylı’nın SBK’ya sormadığı İnan Kıraç sorularıFatih Altaylı’nın SBK’ya sormadığı İnan Kıraç soruları

Sezgin Baran Korkmaz: Para sihirbazı mı, dolandırıcı mı?Sezgin Baran Korkmaz: Para sihirbazı mı, dolandırıcı mı?

Genel Sağlık Sigortası primi alacakları devletin aklına neden şimdi geldi

Genel Sağlık Sigortası primi alacakları devletin aklına neden şimdi geldi

Türkiye, aslında 2012 yılında önemli bir sosyal devlet devrimi yaptı; yeni doğmuş bebekten 100 yaşındaki amcaya kadar her Türk vatandaşını genel sağlık sigortası şemsiyesi altına aldı.

Bu dünyada pek az ülkenin vatandaşlarına sağladığı müthiş bir güvence aslında. Yani hepimiz, SGK’lı olup olmadığımıza bakılmaksızın hastanelere gidip tedavi olabiliriz.

Peki bu sistem nasıl işleyecekti? Devlet oluşacak sağlık giderlerinin tamamını bütçesinden karşılayamazdı; bu hizmetten yararlanacakların, yani vatandaşların da bir katkı vermesi gerekirdi.

Bütün vatandaşları sağlık sigortası güvencesi altına alan yasanın getirdiği bir başka şey vardı: Geçmişte üç ayrı yapı altında toplanan emeklilik sigortaları ve bunlara bağlı sağlık sigortası sistemleri de tek çatı altına giriyordu.

Yani eskiden devlet memurlarını kapsayan Emekli Sandığı, işçileri kapsayan SSK ve esnaf ile serbest çalışanlar ile tarımdakileri kapsayan Bağ-Kur tek bir kurum, SGK çatısı altında toplandı.

SGK iki şey yapıyor: 1. Bir emeklilik sigortası sistemi olarak çalışanlardan prim topluyor, emeklilere maaş veriyor; 2. İster çalışıyor ister emekli olsun, üyelerine sağlık güvencesi sağlıyor.

Peki çalışmayanların sağlık güvencesi? İşte, çalışmadığı için SGK’ya prim de ödemeyenler sadece genel sağlık sigortası (GSS) primi ödeyerek sağlık sigortası güvencesine kavuşuyor.

Burada da gelirinin çok düşük olduğunu gösterenlerin GSS primlerini devlet üstleniyor ama geliri olanların primlerini kendilerinin ödemesi gerekiyor.

Gerekiyor ama bu hatırlatma vatandaşlara hiçbir zaman yapılmadı, ‘Şu primlerinizi ödeyin, gereksiz yere cezalı duruma düşmeyin’ denmedi.

Ve fakat birkaç gündür vatandaşların cep telefonlarına SGK’dan korkutucu mesajlar gitmeye başladı: Şu kadar borcunuz var, ay sonuna kadar ödemezseniz icra takibi başlatacağız.

Devletin sunduğu ve sunacağı hizmete karşılık bir miktar katkı istemesinden daha doğal bir şey yok ama bunu istemek bugün akla gelince ve ciddi cezalarla birlikte toplu ödeme yapılması istenince ortalık karışıyor.

Bu sistem 12 yıldır var ve alacaklarını tahsil etmek için agresif davranmak devletin aklına bugün geliyor.

Çok acayip bir şey ve siyaseten de çok tartışmalı.