Filler tepişir, çimenler ezilir ama ne Tolga çimendir ezilsin, ne yargıda dövüşenler fil kadar güçlü
Tolga Şardan, benim 90’lı yıllardan beri gayet yakından tanıdığım Ankara’nın önde gelen polis-adliye muhabirlerinden biri.
Kısa süre için gazetesi Milliyet’in Ankara Bürosunda yöneticilik de yaptı ama bizim meslekte polis-adliye muhabirlerine özgü olan ‘muhabir’ tarafı her zaman ağır bastı.
Epeydir web haber portalı T24’de ‘köşe yazarı’ Tolga ama onun yazılarını okuyanlar bilir, yüksek perdeden görüşlerini anlattığı klasik köşe yazıları değildir onun yazıları, hep haber içerir. Yani bakmayın ‘yazar’ dendiğine, o bizim mesleğimizin en önemli işi olan muhabirliği hala sürdürüyor.
Polis-adliye muhabirleri, bizim mesleğimizde aynı anda hem en çok şeyi bilen hem de en az şeyi yazabilenlerdir. Hep sanılır ki siyaseti, hükümeti yakından izleyenler aslında çok şey biliyor ama bunun pek azını yazıyor; hayır bu doğru değildir. En çok şey bilen ama en azını yazabilenlerimiz aslında polis-adli muhabirleridir.
Tolga da öyledir. Çok fazla şeyi bilir ama bunların pek azı yazılabilecek olgunluktadır. O yüzden hep bildiklerini bir kenara yazar, sonra günü gelip yayınlanabilir olgunluğa geldiğinde, yani bizim mesleğimizin kuralıyla birkaç kaynaktan birden teyit edilip delillendirilebilir olunca da yazılır.
Başta İstanbul ve Ankara adliyeleri olmak üzere büyük ve önemli adliyelerde bir süreden beri parayla kararlar alındığı, para karşılığı bazı soruşturmaların açılıp bazılarının kapatıldığı, para karşılığı isimlerin polis operasyonlarına dahil edildiği veya çıkarıldığı konusu, bizim hala mesleki dürüstlükleri devam eden polis-adliye muhabirlerinin çok iyi bildiği birer ‘sır’dı.
Bakın, Tolga Şardan’ın da uzun yıllar çalıştığı Milliyet’in Ankara bürosundan yetişme bir başka T24 yazarı Gökçer Tahincioğlu geçenlerde dayanamadı, uzun süredir duyduğu söylentileri yazdı, adliyelerdeki tahliye tarifelerinden söz etti. Tesadüf bu ya, aynı gün ben de adliyelerde dönen akçeli işleri, tahliye ve içerikten kaldırma kararlarında para döndüğü iddialarını anlatmıştım.
Bunlar bugün yazılıyor, sebebi İstanbul’da Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın hem kendine bağlı Örgütlü Suçlar Bürosu’nda açtığı bir soruşturma hem de aynı İsmail Uçar’ın özel soruşturma usullerine tabi yargıç ve savcı bazı meslektaşları için Hakimler Savcılar Kurulu’na gönderdiği bir suç duyurusu dilekçesi.
Savcı Uçar, bu dilekçeyi yazıp gönderdi. Aradan 6 gün geçti, ne bir ses ne bir nefes gelince dilekçe bir gazeteciye, BirGün gazetesinden Timur Soykan’a sızdı. Timur dilekçeyi haber olarak gazetesine yazınca ortalık karıştı, yargımız jet hızıyla bu habere erişim engeli getirdi ama dilekçenin sızmasındaki amaç da yerine geldi: HSK soruşturma başlatıp müfettiş görevlendirdi.
Daha ilk günden bu soruşturmanın açılmaması, savcı Uçar’ın dilekçesinin sümen altı edilmesi için bir çaba açıkça belli.
Öte yandan, Sözcü’de İsmail Saymaz da, T24’te Tolga Şardan ile Gökçer Tahincioğlu da daha ilk günlerden biri uyardı ve yargı içindeki bu kavganın bir ‘iyiler-kötüler’ kavgasından çok bir güç kavgasına benzediğini yazdılar zaten. Durup durup bu konuya girerken benim de görüşüm bu: Yargı içinde bir güç kavgası var, kavganın tarafları temizlikten çok hakimiyet peşinde. Nitekim savcı Uçar’ın ‘rüşvet karşılığı karar vermek’le suçladığı bir hakim, döndü HSK’ya bir dilekçe gönderip savcıyı suçladı, onun rüşvet aldığını ima etti.
İşte bu ortamda Tolga Şardan’ın son yazısı gündeme düştü: Şardan’ın yazdığına göre Milli İstihbarat Teşkilatı, yargıdaki bu kavgayla ilgili olarak bir rapor veya bilgi notu hazırlamış ve bunu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a sunmuştu. Şardan’ın yazdığına göre Erdoğan bu bilgi notunu okuyunca, ‘Hayal kırıklığına uğradım’ demişti.
Bu yazı yayınlandı ve bu denli hassas bir konuda olmasına rağmen yalanlanmadı. Ne MİT ne de Cumhurbaşkanlığı bir açıklama yaptı. Oysa aynı Cumhurbaşkanlığı önceki gün 10Haber yazarı Barış Soydan’ın içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adı geçen bir Tweet’ini aradan birkaç saat geçtikten sonra kategorik olarak yalanlamıştı. Tolga’nın yazısına ise yalanlama yoktu.
Dün sabah, İstanbul’daki basın savcısı, Ankara’daki evinde Tolga Şardan’ı gözaltına aldırdı. Video konferans yöntemiyle ifadesini aldı Tolga’nın ve sonra da onu mahkemede tutuklattı. Oysa hep bildiğimiz uygulama, Tolga’nın Ankara’dan İstanbul’a getirilmesi, burada sorgulanması ve sonra burada tutuklanması şeklinde olurdu. Ama bu kez savcının acelesi vardı.
Mahkeme Tolga Şardan’ı tutuklama kararını açıkladıktan 10 dakika sonra Cumhurbaşkanlığı da Tolga’nın söz konusu haberini kategorik biçimde yalanladı. Böyle bir rapor yoktu, Cumhurbaşkanına da sunulmamıştı.
Tolga’nın jet hızıyla tutuklanıp hapse atılması, son derece vahim bir durum. Bir haber yalansa veya yanlışsa bunu düzeltmenin onlarca yolu var ama bu yollar arasında haberi yazan gazeteciyi tutuklamak yok.
Tolga tecrübesinde bir gazetecinin 43 saat sonra yalanlanan bu haberi bir değil birkaç kaynaktan doğruladıktan sonra yazdığına gözüm kapalı teminat verebilirim. Gazeteciyi gaza getirip ona yalan yanlış haber yazdırmak isteyen sözde ‘kaynak’lar boldur, Tolga o çeşit kaynakların oyununa gelmeyecek kadar tecrübe ve sağduyu sahibi bir insan. Bugüne kadar nice yazılması zor kulis bilgisi yazdı, yazdığı her şey de sonunda doğru çıktı.
Onun jet hızıyla tutuklanması bize bir başka şey daha söylüyor: Yargı içindeki kavga bizim sandığımızdan çok daha büyük ve çok daha şiddetli bir kavga.
Meşhur laftır, ‘Filler tepişir, çimler ezilir.’
Evet ama ne Tolga çimendir ezilsin, ne de ellerindeki yargı gücünü kişisel silahları gibi kullanıp onu cezalandırdığını düşünenler güçlü birer fil.
Yazık bu ülkeye.