10-10-2023
İsmet Berkan

Ah be Manuel!

Ah be Manuel!

Ne diyeceğimi bilemeden, şaşkın ve galiba daha çok şok halinde bilgisayarımın başında oturmuş, boş ekrana bakıyorum.

Manuel Çıtak ölmüş, ben de, tanıyan neredeyse herkesin sonsuz miktarda sevdiği bu arkadaşımın ardından ne yazacağımı düşünüyorum.

Bazı insanlar vardır, hayatınızın bir noktasında tanışırsınız ama daha tanıştığınız andan itibaren sanki çocukluğunuzdan beri onunla arkadaşmışsınız gibi olur.

Deminden beri oturmuş, Manuel’le ilk ne zaman tanıştığımı hatırlamaya çalışıyorum.

Acaba 80’lerde mi, 90’larda mı, yoksa daha sonra 2000’lerde mi?

İçimden bir ses, ‘Hayır’ diyor, ‘Siz çocukluktan beri arkadaştınız…’

Değildik elbette ama diyorum ya, bana öyleymiş gibi geliyor.

Eğer yanlış hatırlamıyorsam Manuel’le tanışmama, başka pek çok konuda olduğu gibi fotoğrafçılık konusunda da olağanüstü bir yetenek olan Ümit Kıvanç vesile olmuştu.

Manuel, diyorum ya, tanıştığınız anda size sanki doğduğunuzdan beri arkadaşmışsınız hissi veren bir adamdı, büyük bir sanatçıydı.

Ben bu ‘sanatçı’ kelimesini kullanmayı pek sevenlerden değilim ama Manuel’in fotoğraflarını anlatmak için başka kelime de bulamıyorum. Onun siyah beyazlarının da, renklilerinin de içinde kaybolurdunuz. Fotoğraf, ışığıyla, kadrajıyla sizi alır başka yerlere götürürdü. Sanat da zaten tam olarak bunu yapmaz mı, sizin buradan alıp başka bir  yere götürmez mi?

Çıtak’ın objektifinden Adalet Ağaoğlu.

10Haber’deki arkadaşlar, bugün Manuel’in ölüm haberinin içine onun çektiği Adalet Ağaoğlu portresini koymuşlar. Adalet Hanımın roman ve öykülerine eğer aşinalığınız varsa, o fotoğrafta onun edebiyat hayatının tamamını ve üstüne muzip kişiliğini görebilirsiniz aslında. Manuel, çaktırmadan, gayet gösterişsiz biçimde işte bunu başarırdı çektiği her portrede. Fotoğrafta, o kişinin neredeyse ruhunu görürdünüz..

 

Orhan Pamuk’un Kar romanının kapağında onun fotoğrafı olmasa, o romanı başka türlü okurdunuz ve kim bilir belki romandan başka şeyler anlardınız. Manuel, elini attığı her konuya böyle büyük derinlik kazandıran bir fotoğrafçıydı.

Ama hayır, Manuel’in fotoğrafçılıktaki yeteneğinden kat be kat daha yetenekli olduğu bir konu daha vardı. Manuel iyi insandı, sıcak, zaman zaman huysuz ama her zaman dibine kadar sahici, riyadan hiç nasibini almamış, etrafını sımsıkı kucaklayan gerçek bir iyi insandı.

Ve evet, bu da bir yetenek. Diğer bütün yetenekler gibi insanda doğuştan olan ama sonra çok çalışmayla geliştirilen bir yetenek. İyi insan olmak kolay değil.

‘Sanatçı’ gibi ‘İyi insan’ da tanımlanması zor bir şey. Nasıl bir şeyin sanat, onu yapanın da sanatçı olduğunu daha ilk baktığınız anda bilincinizle değil iç güdülerinizle anlarsanız, iyi insanı da öyle daha üstünde düşünmeye fırsat bulamadan, iç güdülerinizle tanırsınız.

İyi insan, maalesef bu dünyada çok ender bulunan bir şey. Zaten o yüzden herhalde, insan ‘iyi’ biriyle tanıştığında hemen ona sarılır, bir daha onu bırakmak hiç istemez.

Manuel, o ender bulunan ‘iyi insan’lardandı. Etrafındaki herkesin hayatına sadece iyilik ve güzellik getirdi. Onu tanıyan herkes onun bu hesapsızca etrafına saçtığı iyilik ve güzellikle zenginleşti.

Kabullenmesi çok zor ama o artık yok ve bizler de fena halde eksildik.

Sevgili Şebnem, Tamar ve Aro; sizlerin hayatınızda oluşan boşluğu bırakın anlamayı, tahayyül bile edemiyorum.

Biliyorum, ne desem boş. Toprağı bol olsun, yattığı yer incitmesin.

Gazze işgalini beklerken…

Gazze işgalini beklerken…

İsrail ordusu, cumartesi sabahından beri iki şeyle meşgul: 1. İçeriye sızan 1000 kadar Hamas savaşçısını etkisiz hale getirmek; 2. Gazze’de yaşayan 2 milyon 300 bin kişiyi Hamas’ı içlerinde barındırdıkları için cezalandırmak.

Henüz birinci işlerini hala bitiremediler; bugün Hamas’ın saldırıları başlatmasının dördüncü günü, en az 7 İsrail yerleşim yerinde daha İsrail ordu ve polisi ile Hamas militanları çatışmaya devam ediyor.

İkinci işlerine ise cumartesi öğlen saatlerinde neredeyse otomatiğe bağlanmış gibi başladılar, uçaklar havadan ölüm yağdırıyor Gazze şeridi adı verilen bu minicik toprak parçasına. ‘Toprak’ dediğime de bakmayın, Gazze Şeridi Akdeniz kıyısında uzanan upuzun bir kumsal. Güneye doğru gidildikçe, Mısır sınırına yakın bölümünden itibaren çöl. Kumsaldan ve çölden arta kalan sahiden minicik yerde alt alta üst üste 2 milyon 300 bin kişi yaşıyor.

Bu kadar insandan sadece 17 bin tanesi geçen haftaya kadar her gün İsrail’deki işlerine gidip gelebiliyordu; geri kalanı uzun yıllardır burada tutsak gibi. Elektrikten suya, ilaçtan yiyeceğe her şey Gazze’ye dışarıdan yardım olarak geliyor; İsrail tarafından sıkı sıkıya kontrol ediliyor.

İsrail, son 16 yıldır şiddetli bir ambargo uyguluyor Gazze’ye. Bunu da Mısır sayesinde yapıyor. Malum, Gazze’nin bir tarafı da Mısır ve Mısır tarafı da giriş çıkışları son derece sıkı tutuyor.

Gazze uzun yıllardır bu cezayı Hamas’a verdiği destek yüzünden çekiyor. Şimdi İsrail ‘mutlak kuşatma’ kurmaya karar verdi, yiyecek, su ve elektrik verilmiyor 2 milyon 300 bin kişiye. Havadan da bombalar yağıyor.

Hamas’ın saldırısı insanlık dışı ve çok büyük bir terör saldırısı. Sadece bir dans festivalinde 260 kişiyi hedef gözetmeden ateş ederek, yani sırf orada oldukları için öldürenlerin herhangi bir ‘yüce’ ve ‘kutsal’ amaca hizmet ettiğini ileri sürmek, o nefreti paylaşmak olur sadece.

Ama öte yandan İsrail’in de orantısız bir güçle, üstelik pek de hedef gözetmeden Gazze’yi vurması öyle kolayca meşru görülebilir bir şey değil. Bu da başka bir nefret saldırısı.

Şimdi o İsrail, eğer içerideki Hamas militanlarını temizleyebilirse, Gazze’yi topyekûn işgale de hazırlanıyor. Bu İsrail’in yıllardır yapmaktan çekindiği bir şeydi ama korkarım bu sefer yapacaklar.

İsrail’in aşırı sağcı hükümeti her şart altında bu saldırının altında kalacak ama ondan önce dünyaya uzun bir insani krizi yaşatacaklar, bu belli.

Maalesef çok zor günlere girdik.

Aselsan olmasaydı, otomobillere elektrikli motor yapmak kimsenin aklına gelmeyecek miydi?

Aselsan olmasaydı, otomobillere elektrikli motor yapmak kimsenin aklına gelmeyecek miydi?

İçten yanmalı motorlu otomobillerin en kritik parçası elbette motorları. İçten yanmalı motor teknolojisi 100 küsür yıldır var ama bizim Türkiye’de bütün tasarımı Türklere ait motorlarımız bir mecburiyet sayesinde daha yeni yeni oluyor. (Basit jeneratör motorlarını, motosiklet motorlarını bile yabancılardan alıyoruz.)

Oysa dünya elektrikli taşıt araçlarına geçiyor. Elektrikli otomobil veya diğer taşıt araçlarında en kritik şey aracın motoru değil; pili ve bilgisayarı. Ama bu araçlardaki motorları da küçümsememek lazım.

Elektrik motoru teknolojisi, içten yanmalı motor teknolojisinden bile daha eski. Elektrik enerjisini manyetik enerjiye çeviren teknoloji, içten yanmalı motor tasarımına göre çok daha basit bir teknoloji üstelik.

Ayrıca Türkiye uzun yıllardır bu motorları üreten ve kullanan çok sayıda üretim tesisine de sahip. Düşünecek olursanız, evinizde belki on, belki daha fazla elektrik motoru var. Çoğumuz bunun farkında bile değiliz. Türkiye’de içinde elektrik motoru olan milyonlarca cihaz satılıyor her yıl.

Yani bu elektrikli motor meselesi hiç de yabancımız olan, öyle acayip yüksek teknoloji gerektiren bir şey değil.

Ama gelin görün ki, yerli elektrikli otomobilimiz Togg, Alman Bosch’dan aldığı motorları kullanıyor. Acaba neden? Acaba daha yerli bir tedarikçi bulamaz mıydı otomobilleri için? Dediğim gibi, istedikleri motoru Türkiye’de, yerli sermayeli bir şirkete de ürettirebilirlerdi. 

Togg’un ortaklarından Vestel mesela her yıl ürünlerinde kullandığı yüzbinlerce elektrik motorunu acaba nereden ve kimden alıyor? Yoksa kendi mi yapıyor?

Otobüs üreticisi BMC, sadece savunma sanayiinde yer almak yerine sivil üretimini de güçlendirmek istiyor. Bu amaçla klasik içten yanmalı motorlarla ve ona göre biraz daha farklı ve daha temiz doğal gazla çalışan toplu taşıma araçları yapıp belediyelere sattıklarını biliyoruz. 

BMC elektrikli ve hidrojen yakıt hücreli toplu taşıma araçları da yapmaya çalışıyor, hatta yapıyor.

Bu şirket savunma sanayiinde yakın çalıştığı Aselsan’a otobüsleri için elektrik motoru yapıp yapamayacaklarını sormayı akıl etmiş. Aselsan da, kendileri için çok da zor olmayan bu işe girmiş, kısa süre içinde de içine patent de aldıkları elektrik motorlarını yapmış. Dediğim gibi aslında çok büyük bir teknolojik atılıma, erişilemez bir teknolojiye ihtiyaç yok zaten. Mesele, konunun akla gelmesi. Mühendislerin beceremeyeceği bir şey değil yapılan.

BMC, Aselsan’a sormasa ve motorlarını uluslararası tedarikçilerden temin etmeye karar verse hiçbirimizin ruhu duymaz, bunu yadırgayan da olmazdı. Tıpkı Togg’un motorlarını Bosch’tan alması gibi.

Oysa diyorum ya, bu motorlar rahatça Türkiye’de üretilebilir; çünkü Türkiye’de zaten yeterince büyük bir iç pazar var. Ama bu motorları üreten firmalar bile öyle körleşmiş durumda ki, otomobiller, minibüsler, otobüsler için motor üretmek, bunun için ArGe yapmak akla bile gelmiyor.

Yerli malı bilinci hepimize lazım.

İş Bankası’nın müzesini merakla bekliyorum

İş Bankası’nın müzesini merakla bekliyorum

İstanbul’da, İstiklal Caddesi 144 numarada eskiden İş Bankası’nın Beyoğlu Şubesi vardı. Bu kocaman eski apartmandaki şube bir süre önce taşındı, o bina da kapsamlı bir restorasyona girdi.

Şimdi o restorasyon da tamamlandı ve İş Bankası’nın burada açılacak olan Resim Heykel Müzesi gün sayıyor. Cumhuriyetimizin 100. yılında, tam 29 Ekim günü açılacak müze. Bankanın cumhuriyetimizin 100. yılı için yapmakta olduğu çok sayıda faaliyetten biri olarak.

Müzede, hepsi de bankanın koleksiyonunda olan ve uzun yıllardır kamuoyunun görmediği büyük bir hazineden 600 eser sergilenecek. Türk resim sanatının bazı bilmediğimiz veya çok az bildiğimiz halkaları var bu koleksiyonda.

Başkalarını bilmem ama ben bu müzenin açılmasını merakla bekleyenlerdenim.