07-08-2024
İsmet Berkan

Hukuk devletinden çadır devletine, oradan da keyfi devlete bir adım daha

Hukuk devletinden çadır devletine, oradan da keyfi devlete bir adım daha

Türkiye’de Anayasa ve yasalar yürürlükte mi? Bu sorunun cevabı şu: Hem evet hem hayır.

Anayasamıza göre Türkiye bir ‘hukuk devleti.’ Aslında Wittgenstein yaşasa Anayasada böyle yazmasını saçma bulurdu. Bir ülke Anayasaya dayalı olarak, yani bir üst kanuna dayalı olarak var oluyorsa o Anayasanın kurduğu şey zaten tanımı gereği hukuk devletidir, bunu ayrıca zikretmeye gerek olmamalı.

Ama hayır, bizde bu özellikle zikredilmek zorundadır; çünkü tek seferde anlayamayabiliriz.

Yine de bu çift dikişe rağmen Türkiye hukuk devleti falan değil.

Siyaset bilimi literatüründe ‘hukuk devleti’nin tersi keyfi yönetimdir. İnsanlık tarihi bu arada biz Türklerin tarihi de keyfi yönetimden kurtulma çabasının tarihidir aynı zamanda.

Sümerler’in binlerce yıl önce bulduğu, ortaya ‘Hamurabi Kanunları’nı koymaktı. Koca devlette kuralların her yerde aynı şekilde uygulanmasını sağlamanın yegane yolu kanun çıkartmak.

Herkes Osmanlı’yı şer’i hükümlerle, yani din kurallarıyla yönetilen bir devlet sanır, ama doğru değildir. Osmanlı, en azından Fatih Sultan Mehmet’ten beri seküler bir devletti. Yani dünyevi konuları kanunla düzenlerdi.

Osmanlı’da Fatih Sultan Mehmet’in ‘Kanunname’leri meşhurdur. Lakabı ‘Kanuni’ olan bir padişahımız da var, daha ne olsun. Keyfilikten çıkıp kanunlarla yönetme çabasını daha iyi ne anlatabilir?

Ama olmayınca olmuyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın kanununu oğlu bozuyor, onun kanununu torunu bozuyor ve sonuçta ortaya (daha hukuk devletinin icadına çok var) kanun devleti bile çıkamıyor, keyfi bir yönetim çıkıyor.

Acaba Osmanlı’nın uzun çöküş dönemini kanunlarda ve yönetimde bu istikrarsızlığa bağlamak çok mu abartı olur? Sanmıyorum. Osmanlı’nın istikrarsızlığının kaynağı saraydı, çöküşte devleti yöneten ve devletin uyguladığı kuralların sürekli değişiyor olması da kuşkusuz etkili oldu.

Her neyse, tarihe dalarsak çıkamayız, hızla bugüne gelelim.

14 Mayıs 2023’te halkın oylarıyla Meclis’e girmeye hak kazanan Can Atalay milletvekili mi değil mi? Burada 10Haber’in o gün attığı başlığın anlattığı ‘Schrödinger’in Kedisi’ gibi bir durum var sahiden.

Ülkenin bir yüksek yargı kurumu, Yargıtay Anayasanın bağlayıcı maddesini uygulamamakta, yani aslında ‘Anayasal düzene karşı darbe’ yapmakta ısrarlı ve hiçbir kuvvet onu engellemiyor. Öyle olunca Anayasamız da kısmen yürürlükten kalkmış durumda.

Yazılı kural, yani hukuki anlaşmazlıklar olması halinde Anayasa Mahkemesi kararının geçerli olacağı ve AYM kararlarının herkesi ve her kurumu bağladığı kuralı bir çocuğun bile anlayabileceği kadar sarih olduğu halde, Can Atalay adının sık sık içinde geçtiği bu krizimiz bitmiş değil. Bitme ümidi de yok, çünkü böyle bir kriz yaşanıyor olması devleti yönetenlerin umurunda değil, hatta belki hoşlarına bile gidiyor, çünkü keyfi uygulamaların alanını genişletiyor bu kriz.

Alın size son keyfi uygulamamız. Bilgi Teknolojileri Kurumu BTK 2 Ağustos günü Instagram adlı sosyal medyayı kapattı. Bu sosyal medyayı seversiniz sevmezsiniz (ben sevmeyenlerdenim), bunun bir önemi yok.

BTK elinde tamamen farklı durumlar için (mesela çocuk pornosu gibi) bulunan istisnai idari yetkisini kullandı Instagram’ı kapatırken. Kanun bu istisnai yetkinin belli bir süre içinde mutlaka mahkeme denetiminden geçmesini emrediyor. Aradan beş gün geçti, mahkemeye giden gelen yok. Dolayısıyla bu engelleme kararının neden verildiğini hala bilmiyoruz.

Gerek Adalet Bakanı, gerekse Ulaştırma Bakanı engelleme kararının arkasında ‘katalog suçlar’ olduğunu söylüyor. Yani ima ettikleri şu: Instagram Türk hukukuna uymadı.

Fakat Instagram’ın açıklamasından anlıyoruz ki Türkiye’den kendilerine gerek mahkemeler ve gerekse bazı devlet kurumları aracılığıyla gelen 2,500’den fazla içerik engelleme ve kaldırma talebinin neredeyse tamamını karşılamışlar. Bazı içerikler tamamen çıkarılmış, bazı içerikler Türkiye’de engellenmiş. Şirket ‘Gelecekteki talepleri de yerine getirmeye hazırız’ diyor.

Peki o zaman neden hala kapalı Instagram?

Biliyorsunuz, bir de ‘gayri resmi’ yasaklama gerekçesi var: Instagram bazı devletlûların İsmail Haniye için yapmak istediği taziye paylaşımlarını sansürledi, yasağın da bu sebeple geldiği yönünde kuvvetli bir iddia var.

Burası hukuk devleti olsa, sansürlendikleri için Instagram’ı yasakladıkları öne sürülen isimler en önce kendileri ortaya çıkar, ‘Ne münasebet’ derdi. Çünkü ne devletin ne mahkemenin böyle bir gerekçeyle sosyal medyaya sansür uygulama yetkisi var. Ama demediler. 

Bakın, örneğin Malezya, bizden farklı olarak hala hukuk devleti. Onların başbakanı Enver İbrahim’in taziye mesajı da Instagram’da sansürlendi ama bu ülke Instagram’ı kapatmadı. Nitekim Instagram dün Enver İbrahim’den özür diledi, taziye mesajını yayına soktu.

Şimdi biz de merak ediyoruz: Instagram hangi yasaya ve hangi gerekçeye dayalı olarak engellendi?

Türkiye’de Anayasa ve yasalar hala yürürlükte mi? Yoksa canımızın istediği kadarını uyguluyor, istemediği bölümleri uygulamıyor muyuz? Keyfi hukuk düzenine mi geçtik?

Vergi kutusunu açınca tepkisi de gelir

Vergi kutusunu açınca tepkisi de gelir

Hazine ve Maliye Bakanlığı son vergi paketiyle yapamadığını vergi denetimleriyle yapmak istediği izlenimi veriyor.

Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan üzerinde etkili olabilen kişi ve kesimler vergi paketini 750 milyar gelir beklentisinden 150 milyara kırpmayı başarmıştı.

Şimdi Gelir İdaresi Başkanlığı’na bağlı Vergi Denetim Kurulu seri incelemelerle vergi kaçıranları yakalamaya çalışıyor. Bu çaba da daha birinci günde hemen ciddi tepki çekti.

İşte Odalar Birliği dün sert sayılması gereken bir bildiri yayınladı, kamuoyu gündemindeki vergi tartışmasını eleştirdi. TOBB’a göre sanayiciler istihdam yaratıyor, ihracat yapıyor, Türkiye’ye faydalı oluyor. Şimdi onları ‘Sen nasıl matrahsız olursun’ diye denetlemenin ve bu yolla terörize etmenin alemi var mı?

Ondan önce kuyumcular çıktı, komik bir öneriyle kendini duyurdu: Maliye hangi kuyumcuyu denetlemesi gerektiğini önce onlara sormalıymış.

Vergi denetimi denince insanların tedirgin olmasını anlayışla karşılamak lazım. Bu denetim silahı yıllarca vergi adaleti için değil siyasi baskı için kullanıldı, iş dünyasının hükümete her zaman sadık ve destekleyici olması bu sopayla sağlandı. Özellikle Anadolu’da çok etkili bir sopa bu.

O yüzden şimdi aynı sopanın vergi adaletini sağlamak için kullanılacağına kimse inanmıyor. Bunu ben de anlayışla karşılıyorum.

Ama öte yandan pek çok birey ve şirketin vergi açısından bir gri alanda yaşadığı gerçeğini de unutmamak lazım. Kişisel harcamasını şirkete yaptıran mı istersiniz, şirket giderlerini şişiren mi, vergi istisnasından yararlanmak için göstermelik yatırım yapan mı… Kabul edelim, bunlar da var ülkemizde.

İş dünyası örgütlerine düşen Maliye’yi şirketlere davet etmek olmalı tam tersine; ‘Bizim üyelerimiz vergisini ödeyen dürüst insanlardır, denetimden de kaçmazlar, yeter ki yargısız infaz yapılmasın’ demeliler.

Ama Odalar Birliği bildirisi bunu söylemiyor.