20-05-2024
İsmet Berkan

Polis, birbiriyle uğraşmaktan suçla mücadeleye zaman bulamıyor galiba

Polis, birbiriyle uğraşmaktan suçla mücadeleye zaman bulamıyor galiba

Ankara’da Ayhan Bora Kaplan adlı organize suç patronuna karşı yürütülen operasyonda çıkan skandallar anlatmakla bitecek gibi değil.

Hatırlamayan veya okuduklarından kafası karışanlar için bir özet yapayım:

-Ayhan Bora Kaplan, yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın İl Emniyet Müdürü başta olmak üzere yeniden yapılandırdığı Ankara polisinin bir hayli gösterişli ve biraz da intikam kokan bir operasyonuyla gözaltına alındı.

-Kaplan hakkında, onun suç örgütünün içinden cinayetle suçlanan bir isim, itirafçı olmak istedi, uzun pazarlıkların sonunda KKTC’den Ankara’ya geldi. Ama resmen tanık koruma programına alınmadı, kendisine itirafçı olarak bir kod isim verilmesine rağmen ‘şüpheli’ muamelesi görmeye devam etti, sadece tutuklanmadı, onun yerine ‘Ev hapsi’ ile Adli Kontrol’a tabi tutuldu.

-Bu gizli tanık önce 19 sayfalık bir ifade verdi; ardından iddiaya göre bir de 78 sayfalık ifadesi var.

-Ama bu kişi Adli Kontrolda olmasına rağmen defalarca bu kontrol şartlarını ihlal etti, savcılıktan yine de müsamaha gördü, tutuklanmadı. En sonunda içinde bazı polislerin de bulunduğu bir operasyonla yurt dışına kaçması sağlandı.

-Yurt dışına gittikten sonra bu kez Kaplan soruşturmasının altını üstüne getirecek tarzda çarpıcı açıklamalar yaptı.

-Bunun üzerine o gizli tanığın suçladığı polis müdürleri ve bir komiser önce açığa alındı ve haklarında müfettiş incelemesi başladı, sonra Ankara Savcılığı devreye girip bu teftişin bitmesini beklemeden onları tutukladı.

-Bu polislerden biri tutuklanmadı ama, hatta savcılıktan serbest bırakıldı. O polis, Ankara’da Organize Şube’de bir şube müdürü. Şimdi onun savcılık tarafından poliste değil jandarmada alınan ifadesi elden ele dolaşıyor, bugün Sözcü gazetesinde İsmail Saymaz da bu ifadenin içeriğinden yola çıkarak yazmış.

-Bu polis müdürünün ifadesi çok ilginç; çünkü Kaplan soruşturmasını daha ilk günden, yani Kaplan’ın yurt dışına kaçacağı şüphesiyle Esenboğa Havaalanında gözaltına alınacağı günden beri ‘sakat’ olduğunu ima ediyor. Ona göre elde Kaplan’ı gözaltına alacak bir ‘suç şüphesi ve delili’ yoktu, yurt dışına gidecek olmasını başlangıçta savcı gözaltı için yeterli sebep saymamıştı ama toplantıda bulunan Ankara Emniyet Müdür Yardımcıları bastırmış, gözaltı kararını çıkartmıştı.

-Bu polis müdürü jandarmada verdiği ifadesinde Ankara’daki polis şeflerinin savcıyı da üstü kapalı biçimde tehdit ettiğini, ‘Soruşturmanın yargı ve polis ayağı da var’ dediklerini öne sürüyor.

-Gerçek şu ki Ayhan Bora Kaplan, Ankara’da savcılıkta çok sayıda dosyası olan, hakkında pek çok kez tartışmalı biçimlerde ‘takipsizlik’ kararları verilen, bazı dosyalardan ise yargılanan bir isim.

-Jandarmada ifade veren bugün serbest olan bu polis müdürü, soruşturma devam ederken de Ankara Emniyet Müdür yardımcılarından birinin kanuni yetkisi olmadığı halde fiilen soruşturmayı yürüttüğünü, hatta kendi şubesine memur ataması bile yaptığını, kendisinin görevden ayrılmayı istediğini ama Ankara Emniyet Müdürü’nün buna izin vermediğini de söylüyor.

-Bu polis müdürünün suçladığı Emniyet Müdür Yardımcılarının kendilerini ve davranışlarını nasıl savunduklarını da, haklarındaki rüşvet iddialarına ne cevap verdiklerini de henüz tam olarak bilmiyoruz ama bugün yarın onların ifadeleri de yayınlanır nasıl olsa.

-Aslına bakacak olursanız Ayhan Bora Kaplan hakkında iddianame yazıldı, dava açıldı ama bu konu soruşturulmaya devam ediyor. Ancak soruşturmayı yürüten polisin kendi içinde yaşadığı çekişmelerin bugün konuştuğumuz skandalların başlıca sebebi olduğu da belli.

-Bu skandalların en büyüğü, eldeki gizli tanığın önce Ankara’nın göbeğinde ayaklarından vurulması, ardından yurt dışına kaçması. Benzer şekilde, soruşturmayı yürüten polislerin Ayhan Bora Kaplan’ın avukatından rüşvet aldığına dair iddialar da bir başka potansiyel skandal.

-Ankara Emniyetinde, bizzat Emniyet Müdürü’nün de gözetiminde yaşanan iç çekişmenin taraflarının kimliklerine ve varsa gizli amaçlarına ilişkin bir sürü spekülasyon yapmak mümkün, yapılıyor da zaten. Ancak bunlar doğası gereği spekülatif şeyler. Şu an için kesin olan tek şey, polis içindeki bu çekişmenin suçla mücadeleyi ve suç soruşturmasını olumsuz etkilediği.

-Sadece bu da değil. Birbiriyle çekişmekten suç ve suçluyla mücadeleye vakti kalmayan polisin içinde yaşananların Cumhurbaşkanı seviyesinde tartışılır olması, sanki ortada bir siyasi kriz de varmış izlenimi doğması, polis içindeki kavganın boyutları hakkında da bize bir fikir veriyor.

İran’ın bir Akıncı’sı olsaydı…

İran’ın bir Akıncı’sı olsaydı…

İran Cumhurbaşkanı Reisi’yi taşıyan helikopter dün öğlen saatlerinde düştü. Helikopterin enkazına ulaşmak İran’ın 15 saatini aldı. Enkaz, sonuç olarak Türkiye’nin gönderdiği bir insansız hava aracı olan Akıncı sayesinde bulundu.

Aslında Türkiye’nin Anka adlı İHA’sı da, Akıncı adlı İHA’sı da yüksek çözünürlüklü kameraları ve kızıl ötesi algılama yetenekleri sayesinde, daha kazanın haberi alınır alınmaz kullanılabilir, enkaza da bu sabah değil en azından dün akşam ulaşılması sağlanabilirdi. Eğer Reisi kazada ölmemiş de yaralanmış olsaydı, bu süre kısaltımı onun hayatını kurtarabilirdi.

İran’ın sahip olmadığı ama Türkiye’nin sahip olduğu bu kapasitenin ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar önemli bir fark yarattığını bu acı olay çok çarpıcı biçimde gösterdi aslında.

Evet İran’ın basitçe ve ucuza üretebildiği çok sayıda kamikaze SİHA’sı var ama Türk İHA’larının teknolojik üstünlüğü de çok belirgin. İran, o yüksek çözünürlüklü kameralara da, o kameraları kontrol edecek yazılımlara da sahip değil belli ki.

Daha fenası şu: İran Cumhurbaşkanı’nı taşıyan ve dün düşen helikopter Amerikan yapımı Bell marka bir helikopter. Bu helikopter, taa İran ambargoları döneminden önce alınmış. İran’ın atmosferden dışarı çıkmayı başaran füzeleri belki var ama kendi helikopteri yok. Olmadığı için de Cumhurbaşkanı’nı epey eski bir araçla taşıyorlar ve o araç da düştü işte. Oysa Türkiye kendi helikopterleri yapan, sadece helikopter gövdesini değil motorunu da yapan bir ülke.

Bakın, Türkiye dün gece İran’a gece görüş özelliği olan, dolayısıyla karanlıkta da uçabilen helikopter de gönderdi. Bu helikopterlerden Türkiye’de çok tane var; göndermek için seçilen aracın Amerikan değil Fransız lisanslı bir araç olması da gecenin inceliklerinden biriydi.