02-05-2023
İsmet Berkan

Kalıcı enflasyon tehlikesi çok büyük

Kalıcı enflasyon tehlikesi çok büyük

Yarın sabah Türkiye İstatistik Kurumu Nisan ayı tüketici enflasyonunu açıklayacak. Halen yüzde 50,51 seviyesinde olan enflasyonumuzun yüzde 45’lere doğru ‘düştüğünü’ öğreneceğiz.

Bu, büyük bir olasılıkla enflasyonun baz etkisine dayalı olarak düştüğü son ay olacak. Bundan sonra enflasyon yeniden tırmanmaya başlayacak.

Türkiye, bir inat yüzünden girdiği bu yüksek enflasyon sarmalından artık iktidara kim ve hangi anlayış gelirse gelsin kolay kolay çıkamayacak. Çünkü sorun, çözüm için uzun zamandır hiçbir temel müdahale yapılmadığı için artık yapısal hale dönüştü.

Ülkemizi bekleyen çok büyük bir bütçe açığı var. Bu açık kolay kolay makul bir seviyeye inmeyeceği gibi önümüzdeki bir yılda açığı kapatma yolunda da çok fazla şey yapılmayacak. Çünkü belki bu yılın seçimi en fazla bu ayın sonunda bitecek ama hemen ardından Mart 2024’te yapılacak yerel seçim için yeni türden seçim ekonomisi başlayacak.

Demokratik düzenin olmazsa olmazı olan seçimler, bizim siyasetçilerimizin her sıkıştıklarında seçim ekonomisi adı verilen kamu kaynaklarını bol keseden dağıtma yarışına girdikleri bir ortama dönüştüğü için Türkiye’de artık ‘Ekonomiye bir tehdit’ olarak algılanıyor. Oysa seçim tehdit olmamalı; ekonomiye tehdit politikacıların kamu kaynaklarını canlarının istediği gibi dağıtması.

Türkiye bu yıl ve önümüzdeki yıllar sadece seçim ekonomisinin hasarıyla değil bir de deprem harcamalarıyla boğuşacak. Aradan sadece 3 ay geçti ve çoğumuz Cumhuriyet tarihinin en yıkıcı ve en ölümcül depremini yaşadığımızı unuttuk bile ama deprem kendisini unutturmuyor.

Türkiye’nin kocaman 10 şehri, yeniden eski hayatına dönebileceği ve görece ‘normal’ olabileceği günleri bekliyor. Bunun için de başta kamu ama özel sektör dahil herkesin bu şehirlere yatırım yapması gerekiyor.

Kamu açısından sadece yıkılan evleri yapmak, yok olan alt yapıyı yeniden kurmak en azından 104 milyar dolara mal olacak. Bunun yaklaşık yüzde 20’si yurt dışından ve içinden gelen bağışlarla karşılanacak, gerisini bütçeden ödeyeceğiz.

Enflasyonun tek sebebi bütçe açığı da olmayacak. Türkiye bir çeşit hiperenflasyon sarmalına 2021 yılı son baharında Merkez Bankası’nın faizleri indirmeye başlamasıyla girdi. O yılın Aralık ayında kur krizi o seviyeye geldi ki, bu kez devlet TL cinsi mevduata dolar fiyatıyla garanti veren kur korumalı mevduat hesabını devreye almak zorunda kaldı. Bugün bu çeşit hesaplarda biriken paranın dolar karşılığı 100 milyar doları aştı. ‘Liralaşma’ stratejisi adı altında Türkiye, tarihinde olmadığı kadar ‘dolarize’ olmuş durumda.

Doların fiyatına yapılan yapay baskıyla enflasyonun düşürüleceği varsayıldı ama bu teori doğru çıkmadı; bugün enflasyon dolardan çok daha hızlı artmaya devam ediyor. Yalnız bu teorinin tersi büyük ihtimalle doğru: Yarın dolar fiyatı tutulamaz hale gelip kur sıçradığında bunun enflasyonist etkisi kesinlikle olacak.

Artan sadece dolar kuru olmayacak; faizler zaten yükselmiş durumda, daha da yükselecek, bütçe açığını finanse etmek isteyen devlet ‘süper faizli bono’lar çıkartmak zorunda bile kalabilecek.

Türkiye, korkarım iyimser ihtimalle yüzde 40-50 aralığında yapışkanlaşan bir enflasyonla yıllarca yaşamaya hazırlanıyor.

Mevcut iktidarın kazanması bize önce çok yüksek bir enflasyon yaşatacak, ardından da dediğim bu 40-50 aralığında enflasyona alıştıracak büyük olasılıkla. Muhalefetin seçimi kazanması ise ancak 2-3 yıl sonraya ilişkin normal bir enflasyonu bize getirebilir.

Kısa vade her şart altında kötü. Büyük iktisatçı John Maynard Keynes’in dediği gibi ‘Uzun vadede ise hepimiz ölmüş olacağız.’

Erdoğan’ın içine girdiği savunma sarmalı

Erdoğan’ın içine girdiği savunma sarmalı

Türkiye’de siyasi partiler seçimleri değil ama seçim sonuçlarını şeffaf olmaktan uzaklaştırmak için epey şeyler yaptılar.

Sonuçları en şeffaf olmayan seçimimiz yerel seçim. Eskiden partilerin yerel seçimde ülke çapında aldıkları oyları il genel meclisi seçimlerine bakarak hesaplayabilirdik. Artık hesaplayamıyoruz.

Dolayısıyla örneğin 2019’daki yerel seçimde Ak Parti’nin ülke çapında yüzde kaç oy aldığını bilmiyoruz. Tek bilmeyen biz değiliz, partilerin kendileri de aslında bilmiyor.

Mart 2019 seçimi sonrası Ak Parti’nin düşünce kuruluşlarında önemli görevler üstlenen bir araştırmacıya sormuştum, onun samimi cevabı ‘Yüzde 30-34 arası’ olmuştu. Ama parti bu rakamı resmen hiç telaffuz etmedi, hepimiz Ak Parti’nin ciddi oy kaybettiğini biliyorduk ama ne kadar kaybetti, bunu bilmiyorduk.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yerel seçimdeki ağır yenilgi sonrası bir dizi tereddüt yaşadı. Önce ‘Türkiye koalisyonu’ndan söz etti; sonra ortağı MHP’den gelen tepki üzerine geri adım attı ve derken uzun sürecek bir savunma çizgisine girdi.

Erdoğan’ın ve partisinin bütün çabası Ak Parti’deki oy kanamasını durdurmak üzerineydi, bir süre sonra bunu başardılar. Ama artık ellerinde geçmişin yüzde 50’ye varan partisine göre çok daha küçük bir parti vardı; oylar yüzde 30 civarında konsolide olmuştu.

Şimdilerde anketlerde Ak Parti yeniden yüzde 36-38 gibi bir yere yükselmiş gözüküyor ama partinin lideri Tayyip Erdoğan davranışını değiştirmiş değil; hala partiden oy kanamasını durdurmak ister gibi davranıyor, enerjisinin çoğunu eldeki seçmeni başkalarına kaptırmamaya harcıyor. Tabii bu şartlar altında yeni seçmen kazanmak için çaba göstermeye de enerji kalmıyor.

Tayyip Erdoğan’ın bugünkü aşırı saldırgan eleştirel tutumunun ardında da, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘Seçimi kaybedersek darbe olmuş olur’ demesinin ardında da bu duygu yatıyor.

Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, söylemlerine baktığınızda şu anda ülkeyi kendi yokluklarıyla tehdit ediyorlar, ‘Biz gidersek ülke mahfolur, bölünür, din elden gider, FETÖ’cüler geri gelir, Amerika’nın uşağı oluruz’ demeye getiriyorlar.

1987 yerel seçiminde Turgut Özal ülkeyi böyle kendi yokluğuyla tehdit etmişti, bunun üzerine yüzde 21,75’e kadar düşmüştü.

Herkese sosyal medya orucu tavsiye ederim

Herkese sosyal medya orucu tavsiye ederim

Türkiye’de sosyal medya her zaman çok kirli bir ortamdı ama bu seçim öncesinde inanılmaz bir kirlilik hakim. Siyasetle ilgilenenlerin ‘sosyal medya’ diye tercih ettiği mecra olan Twitter aslında Türkiye’nin en küçük sosyal medyası ama nedense bütün kavga da orada dönüyor. Twitter’ın Elon Musk tarafından satın alındıktan sonra düşen güvenlik önlemleri, buradaki robot hesap sayısında ciddi bir patlamaya neden oldu. Üstüne Twitter algoritmasındaki tuhaf değişiklikleri de ekleyince, çoğu insan hiç ilgilenmediği bir sürü hesabın paylaşımlarını kendi ‘time-line’ında görmeye başladı. Yalanın, manipülasyonun ve saçmalamanın bini bir para artık Twitter’da. Daha fenası görece daha ‘steril’ bir sosyal medya olan Instagram da bu seçim ortamında siyasileşmeye ve kirlenmeye başladı. Orada da algoritma insana her gün yeni sürprizler yaşatıyor, olmadık hesapları görünür yapıyor. Ben çok uzun zamandır sosyal medya perhizindeyim zaten, size de en azından seçim olup bitene kadar sosyal medyadan uzak durmanızı öneririm. Haberlerinizi 10 Haber gibi güvenilir kaynaklardan almaya çalışın.

Sadece dün 4 kadın daha öldürüldü

Sadece dün 4 kadın daha öldürüldü

İstanbul ve Zonguldak’ta birer, Adana’da ise iki kadın, takıntılı, kıskanç ve kendini güçlü zanneden erkekler tarafından öldürüldü. Evet, dün 4 kadın daha aramızdan ayrıldı. Erkeklerin hak görüp kadınları öldürmesi konusu uzun zamandan beri ülkemizin en yakıcı sosyal meselelerinden biri. Eğer kadın cinayetlerinin arkasındaki temel motor hızlı şehirleşme ve bunun beraberinde getirdiği hızlı sosyolojik değişime ayak uyduramamaysa; sorunun çözülmesi çok uzun zaman alabilir. Kadına şiddetin en uç örneği olan kadın cinayetlerini sadece katilleri cinayetten sonra yakalayıp hapse atarak durduramayız. Cinayeti olmazdan önce önlemenin bir yolunu bulmalıyız.

Yapay zekaya kural getirmek

Yapay zekaya kural getirmek

Türkiye için belki çok uzak bir tartışma ama dünyanın önemli gündem maddelerinden biri, yapay zekaya devletlerin kural getirip getirmemesi. Yapay zeka teknolojileri, özellikle son olarak ortaya çıkan ‘yaratıcı’ yapay zeka, henüz gerçek bir insan beyninin özelliklerini taşımaktan uzak olsa da, ortalama insan seviyesini çoktan yakalamış durumda ve çoğu zaman karşısındakine kendini insan olarak da yutturabiliyor. İşte bu şartlar altında bir grup kaygılı uzman, hükümetlerin yapay zekayı kurallara bağlamasını talep ediyor. Verilen örnek otomobil: Nasıl bir otomobil güvenli olduğunu kanıtlayan bazı testleri geçmeden trafiğe çıkamıyorsa yapay zekanın da güvenli olduğunun kanıtlanması için bazı ölçütler getirilmesi isteniyor. Otomobilde o ölçütler kolay ama yapay zekada çizgiyi nereden çizeceğini bilmek çok tartışmalı bir konu.