04-05-2023
İsmet Berkan

CHP’nin artık yeni bir başarı eşiği var: Yüzde 30

CHP’nin artık yeni bir başarı eşiği var: Yüzde 30

Bir zamanlar Cumhuriyet Halk Partili çevrelerde bir inanç vardı: ‘Bu partinin başından Deniz Baykal uzaklaşsın, partinin oyu yüzde 30’un üzerine çıkar…’

Baykal yönetiminde CHP yüzde 10 barajının altında kalmış; sonra 2002 seçiminden yüzde 19,39 oy alıp 178 milletvekiliyle yegane muhalefet partisi olmuştu. 

Ak Parti’nin yüzde 34,28 oyla kazandığı seçimde yüzde 45 seçmenin oyu çöpe gitmiş, parlamentoya yansımamıştı. Baykal, kendi yüzde 19’u ve parlamento dışı kalan yüzde 45’i birden temsil etme iddiasındaydı.

Ama olmadı.

Baykal’ın CHP’si iki yıl sonra yapılan yerel seçimde yüzde 18,23’e düştü; oysa Ak Parti yüzde 41,67’ye tırmandı. 2007 genel seçiminde Baykal’ın CHP’si yüzde 20,87’ye tırmandı ama Ak Parti de bu arada yüzde 46,58’e gelmişti.

Yüzde 20 ve etrafına sıkışmış bir CHP vardı karşımızda. CHP’lileri ‘Baykal gitsin yüzde 30 alırız’ diye düşündüren şey buydu.

Derken 2010’da Baykal gitmek zorunda kaldı; parti kendi içinden Kemal Kılıçdaroğlu’nu genel başkan olarak çıkardı. Kılıçdaroğlu yola ‘Yeni CHP’ diye çıktı; Baykal’la özdeşleşmiş bazı parti büyüklerini tasfiyeye girişti.

Ama isimlerdeki değişiklikle politikadaki değişiklik aynı şey demek değil. Kılıçdaroğlu Baykal’dan aldığı politikayı aynen sürdürdü, hatta partisi içindeki ulusalcılığın dozunu arttırdı.

2011’de bazı eski kuşak CHP’lilerin davetiyle, kapalı bir gruba konuşma yaptım. Orada, CHP’nin sorununun ‘Ben mi halka benzeyeyim halk mı bana benzesin’ tartışmasında CHP’nin ‘Halk bana benzesin’ tercihinde olduğunu söyledim. Daha sosyal demokrat, daha sınıf politikaları izleyecek ve kültürel olarak halkın değerleriyle savaşmayacak bir CHP’nin yükselebileceğini anlattım. Kılıçdaroğlu 2011 seçiminde bunu başaramayabilirdi ama bir sonraki seçimde CHP’nin yükselmesinin en azından yüzde 20 kelepçesini kırmasının önünde engel yoktu bana göre.

Nitekim Kılıçdaroğlu ile CHP 2011’de yüzde 25,98’e geldi. Ama bu arada Ak Parti de yüzde 49,83’e gelip dayanmıştı. 2014’te CHP’deki büyüme yavaşladı, yüzde 26,34’te kaldı. 17-25 Aralık yolsuzluk skandalının vurduğu Ak Parti yüzde 42,87’ye inmişti.

O yılın Ağustos ayında Tayyip Erdoğan daha ilk turda yüzde 51,79 oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

2015 Haziran seçiminde Kılıçdaroğlu’nun CHP’si yüzde 24,95’e geriledi. Oysa Ak Parti’de artık Tayyip Erdoğan yoktu; bu parti de yüzde 40,87’ye düşerek Meclis çoğunluğunu ilk kez kaybetti. Biliyorsunuz o yıl seçim tekrar edildi, Kasımda bu kez CHP hafifçe yukarı kıpırdadı, yüzde 25,32’ye geldi ama Ak Parti yeniden yüzde 49,50’ye sıçradı.

2018’de Kılıçdaroğlu ve CHP’nin oyu yüzde 22,65’e düştü.

Kısacası Baykal döneminde yüzde 20 civarında takılıp kalan CHP, Kılıçdaroğlu ile yüzde 25 civarında bir yerde hapsolmuş durumdaydı.

Bugün parti tamamen farklı bir durumla karşı karşıya veya bizden durumun farklı olduğuna inanmamızı istiyor.

Bugün CHP, Kılıçdaroğlu döneminde yaşadığı farklı arayışlarda çok uç bir örneği sergiliyor, kendi milletvekili listesinde 4 ayrı partiden adayları da barındırıyor.

Birkaç ay önceki anketlere bakılacak olursa bu 4 parti toplamda yüzde 4-6 arasında bir oy oranını temsil ediyordu. Şimdi o seçmenlerin dönüp CHP’ye oy vermesi bekleniyor.

Bu durumda bu seçimde CHP’nin başarı eşiği yüzde 23-24’ten değil yüzde 30 civarında bir yerde başlıyor. Ancak bunun üzerine, yani yüzde 30’un üzerine çıkıldığında CHP’nin taktiği ‘başarılı’ kabul edilebilir; yok bu seçimde CHP yine yüzde 24-26 civarında bir yerde kalacaksa, bütün bu ittifak çabasının boşa olduğu ortaya çıkacak.

Esasen anketlerde bugün Millet İttifakı’nın oyu yüzde 36-38 civarında gözüküyor. Oysa bu ittifak geçen yılın Mayıs ayında aynı anketlerde yüzde 49’u buluyordu.

Meclis’te çoğunluk için CHP’nin kendi başına yüzde 30’un üzerine, ittifak ortağı İyi Parti’nin ise yüzde 14-15’in üzerine çıkabilmesi gerek.

Seçimden sonra dolar kaç para olur kumarı

Seçimden sonra dolar kaç para olur kumarı

Malum, seçimin iki olası sonucu var: Ya Tayyip Erdoğan’la devam edeceğiz ya da Kemal Kılıçdaroğlu gelecek.

Bu iki sonucun ekonomi yönetimine birbirine taban tabana zıt etkileri olacak. O yüzden herkes seçim sonrası ekonomiyi ama en çok da doların olası fiyatını merak ediyor.

10 Haber’de Nuray Tarhan bir grup önde gelen iktisatçıyla bu konuyu tartışan bir yazı dizisini yazıyor. İlk gün Murat Üçer, doların fiyatının çok da yükselmeyebileceğini söylüyordu. Bugün Fatih Özatay da benzer görüşte.

2018 Temmuz ayında Tayyip Erdoğan ‘başkan’ olarak göreve başladığında tüketici fiyat endeksimiz 359,41 idi. Dün açıklandı, Nisan 2023 itibarıyla bu endeks 1300,04’e yükselmiş durumda. Yani bu endeksi 5 yıl önce 100 kabul etsek bugün 361,71’e yükselmiş durumda. (Tayyip Erdoğan döneminin toplam enflasyonu yüzde 261,71.)

Buna karşılık, Temmuz 2018’e doların fiyatı 20 Temmuzda 4,82 imiş. Bugün sabah saatlerinde 19,47 (serbest piyasada 20,50). Bu son rakamdan baksak ve 4,82’yi 100 kabul etsek bugün dolar endeksi 425,31’e gelmiş durumda. Yani doların fiyatındaki artış enflasyondan bir hayli yukarıda. Bu anlamda TL zaten şu an olması gereken reel değerin altında.

Tabii reel kur hesaplarken sadece enflasyona bakılamaz; Merkez Bankası rezervinden ülke borç seviyesine kadar pek çok ölçütü birden kullanmak gerekir ama Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazandığı ve ‘normal’ bir ekonomi politikasının uygulanacağı dönem için doların fiyatında aşırı bir sıçrama beklentisi çok gerçekçi olmayabilir.

Bir sevimsiz şakaya verilen 10 aylık hapis cezası

Bir sevimsiz şakaya verilen 10 aylık hapis cezası

Biliyorsunuz şarkıcı Gülşen arada hapse de girip çıktı, sahnede yapılan bir şaka yüzünden yargılandı. Dün mahkeme Gülşen’e 10 ay hapis cezası verdi, kararın açıklanmasını geri bıraktığı için şarkıcının hapse girmesi beklenmiyor. evet Gülşen’in hapse girmesi beklenmiyor ve bu iyi bir şey ama öte yandan bu kararın temyiz yolu da kapanıyor. Türkiye’de ifade özgürlüğünün ne denli kısıtlandığına dair bir önemli örnekti Gülşen davası. Gülşen’in şakasını beğenmek zorunda da değilsiniz, bu şakaya katlanmak zorunda da. Ama hakarete uğradığını düşünüyorsanız ona hukuk davası açabilirsiniz, ceza davası açmak ve sonunda da hapse hükmetmek ifade özgürlüğünün devlet eliyle kısıtlanması anlamına gelir; çünkü Gülşen’in de başka herkes gibi düşüncelerini ifade etme hakkı var. Dediğim gibi eğer hakarete uğradığınızı düşünüyorsanız tazminat davası açarsınız, olur biter. Hapse atmaya kalkışmak niye.

Suç yapay zekada değil, Google’da

Suç yapay zekada değil, Google’da

 

Geniş lisan modellemelerine dayalı yapay zekaların en meşhuru biliyorsunuz ChatGPT. Bu yapay zekanın herkesin kullanımına açık olması, Amerika’da sona erdi sanılan bir endüstriyi yeniden doğurdu: Haber çiftlikleri…

Burada mantık şu: Bir dizi web sitesi kuruyorsunuz ve bu sitelerde ‘haber’ kılığında içerikler yayınlıyorsunuz, sonra da insanların (veya bazı robot bilgisayarların) gelip bu içerikleri tıklayarak trafik yaratmayı umuyorsunuz.

Dünyanın en büyük reklam verme örgütü olarak Google’ı kandırmak burada amaç. Sitenize Google reklam koyacak, siz de trafik yaratarak bu reklamlardan para kazanacaksınız.

Ama iki engel var: Birincisi çok az eleman çalıştırarak, yani masraflarınızı en aza indirerek bu işi yapmalısınız. İkincisi Google’ın güvenlik önlemlerine yakalanmamak için her haberi ne kadar kopyala yapıştır olursa olsun ‘özgün haber’ gibi sunmak için haberlerde cümleleri kelimeleri vs değiştirmelisiniz.

İşte ‘haber çiftlikleri’ bu iki engeli birden ChatGPT ve benzeri sohbet yapay zekalarıyla aşmaya başlamış ve bir zamanlar tamamen ortadan kalktığı sanılan bu endüstri ABD’de yeniden ortaya çıkmış.

Türkiye’de ise webde neredeyse bütün haber ortamı bu Google kandırma üzerine kurulu. Gazeteciden çok adına ‘SEO’cu’ denen teknik eleman çalıştıran ‘haber’ sitelerimiz var.

Dün ‘Basın Özgürlüğü’ günüydü…

Dün ‘Basın Özgürlüğü’ günüydü…

Türkiye’de unuttuğumuz şeylerden biri belki ‘basın özgülüğü’ ama neyse ki dünya hatırlıyor.

Uluslararası bir gazetecilik örgütü olan Sınır Tanımayan Gazeteciler bugün nedeniyle bir rapor yayınlamış. Ülkelerin basın özgülüğüne göre sıralandığı raporda Türkiye kendine ancak 165. sırada yer bulabilmiş. Biliyorsunuz dünyada Birleşmiş Milletler’e üye 193 ülke var sadece.

Basın özgürlüğü konusunda Türkiye’nin Afganistan’ın bile gerisinde olması, raporun en çarpıcı sonucu.