Unutmayın, Erdoğan henüz kazanmadı!
Kolayca kafamız karışabiliyor ama akılda tutulması gereken ilk şey şu: Pazar günü biz bir tane seçim yapmadık, iç içe geçmiş iki ayrı seçim yaptık.
Nitekim sonuçlarına baktığınızda bu iki seçimin sonuçlarının tamamen farklı olduğunu da görüyorsunuz.
Şimdi, iki hafta sonra bir üçüncü seçim yapacağız ve unutulmaması gereken en önemli şey şu: Bu üçüncü seçim de ilk ikisinden tamamen farklı, kendi başına bir seçim olacak.
Ama aklımızın bir kenarında durmalı: Pazar günü yaptığımız iki seçimde elde edilen yeni ‘bilgi’ bu üçüncü seçimin sonucu üzerinde vereceğimiz karara yol gösterecek. Yani çoğumuz değilse de bir bölümümüz (kabaca en azından 3 milyon kişi) ideolojik ve kimliksel bağlarımızın ötesine geçip bu seçimde pazar gününe göre farklı bir yönde davranacak.
Yine unutmayın: Bazılarımız bu üçüncü seçime katılmak ve oyunu verip fark yaratmak konusunda pazar günkü kadar hevesli olmayacak, yani oy vermeye gitmeyecek.
Hiç kuşku yok, iki hafta sonra yapacağımız üçüncü seçime Tayyip Erdoğan çok büyük bir avantajla giriyor.
Bir kere, pazar günü yapılan ilk seçimi sadece birkaç yüzbin oyla kaçırdı. İşi pazar akşamı bitirebilirdi, bitiremedi.
Bu yüzde 50’ye varan seçmeni Erdoğan’ın motive edip yeniden sandığa götürebilmesi gerekiyor.
Şunu söyleyeyim: O motivasyonu korumak, ilk seçimde eksik kalan birkaç yüzbin oyu kazanmak kadar zor bir iş olacak Erdoğan için.
Fakat bu seçmen motivasyonunu koruma konusu aslında Kemal Kılıçdaroğlu için çok çok daha büyük bir sorun. Çünkü Kılıçdaroğlu’na oy veren 24,5 milyon insan içinde yenilmişlik duygusu son derece yaygın. Buna karşılık Erdoğan’a oy veren 27 milyonda da zafer sarhoşluğu ve ‘Bitti bu iş’ duygusu yaygın.
İki lider ve iletişim ekibi için en zor konu bu iki ters duyguyla mücadele etmek, seçmeni yeniden motive etmek olacak gibi duruyor.
Yani Erdoğan ekibi seçmene ‘Bu seçimi henüz kazanmadık, erken sevinmeyin’ demek zorunda; Kılıçdaroğlu ekibi ise ‘Hala kazanabiliriz.’
Tabii sadece bu da değil. Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunu adaylara zor yapan şey.
Dedim ya, yaptığımız iki seçim Türkiye sosyolojisi hakkında daha önce bilmediğimiz bir sürü yeni bilgiyi önümüze koydu. Şimdi bu yeni resim hakkında düşünüp ona göre çok hızlı iletişim çözümleri bulunmak zorunda.
Yeni resmin en belirgin rengi, Türkiye’de yükselen yeni milliyetçilik olgusu.
Bu yükselen yeni milliyetçilik, belli ki, Kürt siyasi hareketinin 2015’ten beri ortaya çıkan parlamentoda kilit parti olma ihtimaline karşı gelişen bir tepki. Türkler, son kertede Kürtlerin siyasette temsiline belki karşı değiller ama onların yüzde 10’luk güçleriyle ülke kaderi üzerinde belirleyici olmalarını istemiyorlar. Tepki buradan geliyor.
O tepkiyi bu seçimde Tayyip Erdoğan’ın yüzde 50 sınırına gelmesinden, Sinan Oğan’ın kendi başına yüzde 5’in üzerinde oy alabilmesinden görüyoruz. İkinci yazıda daha detaylı yazıyorum, parlamento seçiminde MHP ve İyi Parti toplamının yüzde 20’ye ulaşması da bize bu tepkiyi gösteriyor; seçmenin hiç değilse bir bölümü Kürt siyasi hareketinin belirleyici bir güç elde etme ihtimalinden hoşnut değil, onu hiç değilse dengelemek istiyor.
Şimdi o dengeleme isteyen kitle, sahiden belirleyici olma şansı elde etmiş gibi gözüküyor ilk bakışta: Hem açıkça Kürt siyasi hareketinin desteğini arkasına alan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini engelledi hem de Tayyip Erdoğan’a yeterli oyu vermeyerek ona karşı da yeterli güveni beslemediğini gösterdi. Yani mesele milliyetçilikse, zafer Tayyip Erdoğan için de çantada keklik değil.
Peki başka faktör yok muydu seçimde? Yani sadece milliyetçilik mi belirleyici oldu?
Hayır, değil.
Bir tespiti yapmakta fayda var: Gerek artık partisinden büyük ölçüde kopmuş olan eski Ak Parti eliti ve entellektüel çevresi, gerekse onlardan etkilenen CHP ve liberal çevre, bu seçime Türkiye’deki ana bölünmenin dindar muhafazakarlıkla Batılı modernleşmecilik arasında olduğuna dair bir inançla hazırlandı, dindarlığa da toplumda olduğundan daha fazla ağırlık tanıdı.
Oysa özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden beri Türkiye’deki temel bölünme çok farklılaşmış ve çeşitlenmişti. Ak Parti seçmenini topyekûn dindar muhafazakar görmek, çok büyük bir optik kırılmaya neden oldu muhalefet stratejistlerinde.
Salt dindarlık bir faktördü ama gördük işte, o faktör toplumda marjinal denebilecek bir oranla, yüzde 2,8’le Yeniden Refah’ta kendini buldu. Deva Partisi veya Gelecek Partisi’ne yönelmediği gibi Saadet’e de gitmedi. Çünkü onlar CHP ile yan yanaydı. Ama unutmayın Ak Parti’ye de gitmedi.
Tayyip Erdoğan’ın ikinci tur siyaset çizgisi şimdiden belli: Bir yandan rakibinin PKK ile kol kola olduğunu söyleyecek, bir yandan da Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğundan hareketle ‘istikrara oy verin’ diyecek. Bunlar çok kuvvetli temalar.
Bilinmeyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda ne diyeceği. Bakalım onun strateji ekibi seçim gecesi girdiği ağır depresyondan çıkmayı başarıp bir yeni yol geliştirebilecek mi?
Lider, tam da böyle zamanlarda ortaya çıkıp etrafını motive etmeyi başarana denir. Tayyip Erdoğan daha seçim gecesi kaybını zafere çevirmek için çalışmaya başladı. Şimdi Kılıçdaroğlu’nu da göreceğiz.