31-05-2023
İsmet Berkan

Savaş şartlarında 5 yıl daha geçer mi?

Savaş şartlarında 5 yıl daha geçer mi?

Artık klişe haline gelmiş çok meşhur bir laf var: ‘Elinizdeki yegane alet çekiçse, bütün sorunlar size çivi gibi gözükmeye başlar…’

Demokratik toplumları ‘demokratik toplum’ yapan şey, o toplumun yaşadığı demokratik tartışmalardır.

Bu tartışmalara aracılığı her zaman ve her yerde medya yapar.

Türkiye’de maalesef çok uzun zamandan beri siyasetle fazlasıyla kirlenmiş bir medya var. Siyasi kutuplaşmanın tarafı haline gelen veya getirilen, kendi içinde ‘yandaş’ ve ‘muhalif’ diye bölünen bu medyanın neredeyse bütün ağırlığı siyaset.

Yıllar önce hesap yapmıştım, televizyonlarda her gün ve gece konuşan kafaların sayısı 500’ü geçmişti; son dönemde bu sayı epey azaldı, 100-150 kişiye kadar düştü ama hemen hemen her gece her haber kanalında dörtlü, beşli, altılı gruplar halinde siyaset tartışmaya devam ediyorlar.

Bir zamanlar ben de o konuşan kafalardan biriydim, nihayet bundan kurtulmayı başardım. Ne uzayan ne kısalan konuşmalar yapmaktan, sürekli aynı şeyleri söylemekten boğulacak gibi olmuştum, seyredenler ne zevk alıyor bilmiyorum, bilgi almadıkları kesin.

Elinizdeki yegane araç çekiç değil de siyaset olunca, bütün sorunlar da size çivi gibi değil siyasi sorun gibi gözükmeye başlıyor ister istemez.

İstanbul Belediyesinin toplu taşıma araçları olan otobüs ve tramvayların kaza yapması bile bizde siyasi bir mesele olarak yazıldı çizildi konuşuldu. Daha vahimi var, kadın cinayetleri gibi derin bir sosyal mesele de bizde siyasi çekişmenin konusu oldu. Sanki bir taraf seçimi kazansa kadın cinayetlerini önleyecek, öteki taraf ise buna gevşek bakıyor gibi bir izlenim yaratıldı.

Ali Koç’un Fenerbahçe’ye başkan olması siyasi bir konu gibi yansıdı. Şimdi de Fenerbahçe’nin şampiyon olamaması siyasi bir konu gibi, iktidar muhalefet kavgasının bir parçası gibi konuşuluyor.

Şehirleşme, yeşil alanlar, mimari tercihler artık birer estetik veya sosyo ekonomik tercih değil adeta siyasi tercih. Sinema filmleri, TV dizileri siyasi kavganın sanki birer parçası gibi gösteriliyor. Sosyal bir eleştiri hemen büyüyor, sanki iktidarı eleştirmek veya övmek gibi adlandırılıyor.

Bu çeşit şeylerin en büyüğü 2013’teki Gezi Parkı olaylarıydı. Görece basit ve sakin bir dille konuşulabilir bir şey olan bir yeşil alanın korunması tartışması, günlerce süren bir ayaklanmaya, Ak Parti iktidarının yaşadığı en büyük ve sarsıcı toplumsal depreme dönüştü.

Bu sağlıklı bir hal değil. Bir demokratik toplum, kendi içindeki tartışmaları iktidar-muhalefet bölünmesinin ötesine geçerek kendi gerçek zemininde yapabilmeli. 

Ama hayır, bu tartışmaların zemini olan medya öylesine siyasileşmiş durumda ki, gündelik hayatın her meselesi medyaya yansıdığında ansızın siyasi bir tartışmaya dönüşüyor, hemen ardından iktidar ve muhalefet kanatları pozisyonunu alıyor ve tartışma anlamsızlaşıyor, daha doğrusu tarafların kendi pozisyonlarını tahkim ettikleri bir şeye dönüşüyor.

Geleneksel medyanın yerini alan sosyal medya ise bu gibi durumlarda tam tersine kutuplaşmayı ve diyalogsuzluğu daha da arttıran, siyaseti daha fazla araçsallaştıran bir işleve sahip.

Şimdi, beğenelim beğenmeyelim önümüzde 5 yıllık bir Tayyip Erdoğan dönemi daha var.

Şapkamızı önümüze koyup kendi kendimize soralım: Bir beş yıl daha bu savaşın her gün ve her cephede sürmesi mümkün mü?

Türk medyasının ‘yandaş’ ve ‘muhalif’ kesimlerinden bir ümidim yok açıkçası. Sosyal medyadan da öyle. Onlar bu savaşı her gün ve her cephede sürdürecektir. Daha fazla okuyucu ve seyirci kaybetmek pahasına bunu yapacaklar; çünkü geleneksel medya çok uzun zamandan beri para kazanmıyor, zarar ediyor. O zararları da siyaset bir biçimde finanse ediyor. Yani bu iki tür medya da siyasete midesinden bağlı.

İç siyaset, dış siyaset, iktidarın veya muhalefetin tercihleri hiç kuşkusuz demokratik toplumlarda son derece önemli tartışma konularıdır ama yegane konular da değildir. Sosyal hayattaki pek az şey, siyasetin merceğinden de bakılmayı hak eder.

Tam tersine, her konuya siyasi merceklerle bakmak, bizi hayatı yakalamaktan, hayatta olup bitenleri doğru okumaktan alıkoyar.

Nitekim, seçim sonuçları da zaten ortaya koydu: Türkiye’ye salt o mercekten bakarak muhalefetin daha ilk turda mutlak bir zafer kazanacağına inananlar, kaybettiklerini gördüklerinde derin bir hayal kırıklığına uğradı. Çünkü o mercek onları yanıltmıştı, sokaktaki hayatı ve duyguları ıskalamalarına neden olmuştu.

Tam da o yüzden hepimizin siyasetin ötesine geçebilen, siyaseti önemsiz görmese de her şeye siyasi mercekle bakmayan, hele ülkenin siyasi bölünmüşlüğünde açıkça taraflardan birinin yanında durmayan bağımsız medyaya ihtiyacımız var. Toplumsal ruh sağlığını korumak için ve toplum olduğumuzu yeniden hatırlamak için size önerim 10Haber’i izlemeniz ve 10Haber’e abone olmanız. 

Hayatı ıskalamayın, her şeye siyasetin merceğinden bakmayın. Hayat devam ediyor.

CHP iktidara ilk kez 1 milyon 200 bin oy kadar yaklaştı

CHP iktidara ilk kez 1 milyon 200 bin oy kadar yaklaştı

Bundan 6 ay önce Millet İttifakı çok iddialıydı. 28 Kasım 2022’de ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi’ kamuoyuna açıklanmıştı.

İttifak, seçimde sadece Cumhurbaşkanlığını kazanmakla kalmayacak, parlamentoda da en azından toplam 360 sandalye elde ederek Anayasayı değiştirecek, başkanlık sistemine son verecek, yerine de parlamenter sistemi geri getirecekti.

Seçimde gelecek zaferden o kadar eminlerdi ki, Altılı Masa liderleri seçim kazanıldıktan sonra ‘geçiş süreci’nin nasıl olacağını da seçimden önce yazılı belgeye bağlamak istiyorlardı.

Başkanlık sistemiyle seçilen cumhurbaşkanı, o yetkilerle ülkeyi 2 yıl mı yönetsin, 3 yıl mı yönetsin tartışmaları vardı hatta.

Millet İttifakı bırakın anayasa değiştirecek çoğunluğu Meclis’te salt çoğunluk olan 301’i bile yakalayamadı. Cumhurbaşkanı seçimi de kaybettiler.

Yalnız burada bir teselli ikramiyesi var: 1950 yılının 14 Mayıs’ında yapılan seçimde tek başına iktidar olmayı kaybeden Cumhuriyet Halk Partisi, bu uzun tarih diliminde, yani aradan geçen 73 yılda ilk kez tek başına iktidara gelmeye 28 Mayıs’ta bu kadar yaklaştı. O yaklaşma da CHP’nin değiştirmek istediği başkanlık sistemi sayesinde yaşandı.

Tayyip Erdoğan, ikinci tur oylamada Kemal Kılıçdaroğlu’ndan 2 milyon 330 bin 140 oy daha fazla aldı.

Yani, o oylamada Kemal Kılıçdaroğlu çok değil 1 milyon 200 bin oy daha alabilmiş olsaydı; daha doğrusu oyunu Erdoğan’a verenlerden 1 milyon 200 bini tercihlerini Kılıçdaroğlu’ndan yana kullanmış olsaydı, bugün Erdoğan değil Kılıçdaroğlu seçilmiş olacaktı.

Genel Başkanı olduğu partinin ite kaka yüzde 25 oy aldığı Kemal Kılıçdaroğlu, yüzde 50 sınırını aşmaya bu kadar yaklaşmıştı. Parlamenter sistem geçerli olsa bu kadar yaklaşamayacaktı.

Bu seçimin bir başka gerçeği de bu.

Tebrikler Galatasaray ve Okan Buruk

Tebrikler Galatasaray ve Okan Buruk

Galatasaray, dün akşam Ankara’da Ankaragücü’nü yendi ve şampiyonluğunu ilan etti. Kupalarını bu hafta sonu, Fenerbahçe ile oynayacakları maçta alacaklar.

Her bakımdan hak edilmiş bir şampiyonluktan söz ediyoruz burada. Bir Beşiktaş taraftarı olarak ben Okan Buruk’un oynattığı futboldan sahiden keyif alıyorum. Bunu birkaç kez kendisine de söyledim, ta Başakşehir’den beri belirli bir futbol vizyonu olduğunu ortaya koyan ve takımlarını bu vizyonla başarılı yapan bir teknik adam Okan Buruk.

Türkiye’nin yeni nesil teknik adamlarının çoğunu çok başarılı buluyorum. Örneğin Volkan Demirel’i, Emre Belözoğlu’nu ve Nuri Şahin’i büyük beğeniyle izliyorum. Bütün bu isimlerin ortak özelliği ortaya kendilerine ait özgün futbol vizyonları koymaları ve bu vizyonu uygulamak konusunda da kararlı olmaları.

Türk futbolunda teknik direktör nesli değişiyor ve gelen yeni nesil çok iyi geliyor.

Son bir not Sergen Yalçın için. Sergen Yalçın, işine konsantre olmaktan başka seçeneğinin kalmadığı salgın yılında Beşiktaş’ı şampiyon yaptı. Eğer başka şeylere değil işine konsantre olmayı başarırsa bu yeni nesilden çıkacak dünya çapında teknik adam önce o olacaktır. Ama oyunculuğunda da böyleydi, sadece futbola konsantre olmuş olsaydı dünya çapında bir oyuncuydu, Türkiye çapında kaldı. Her şey ona bağlı.

Türk milliyetçilerinin yeni ‘Kızıl Elma’sı: Milliyetçiler Ligi

Türk milliyetçilerinin yeni ‘Kızıl Elma’sı: Milliyetçiler Ligi

Sinan Baykent bir akademisyen ve Independent Türkçe adlı web sitesinde yazılar yazıyor. Benim dikkatimden kaçmış, Sinan Baykent 2019’un Kasım ayında yayınladığı bir yazıda Türkiye’de farklı parti, dernek vs çatılar altında duran ve milliyetçi siyaset yapan grupların gevşek bir federasyon, onun isimlendirmesiyle bir çeşit ‘lig’ olarak bir araya gelebileceğini söylemiş.

Bu fikir belli ki alttan alta taraftar bulmuş; 2015’te Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu geçici seçim hükümetine bakan olmayı kabul ettiği için Devlet Bahçeli tarafından MHP’den dışlanan ve o zamandan beri Ak Parti’de siyaset yapan Tuğrul Türkeş, seçim ertesinde bu öneriyi gündeme getirdi.

Öyle ya seçimde milliyetçi kanadı temsilen MHP ve İyi Parti yüzde 10’ar oy aldılar. Bunlara yüzde 2,5 oy alan Zafer Partisi’ni de ekleyince yüzde 22,5 ediyor. Eh daha Büyük Birlik var.

Bilmiyorum, Sinan Baykent’in gevşek federasyon önerisi tutar mı, mesela dün Ümit Özdağ’ın 10Haber’e söylediği gibi yerel seçimde adı konmamış bir işbirliği ve koordinasyon yapılır mı ama milliyetçi kanatta yeni bir Kızıl Elma var artık.

Kendinden şüphe duymayana gazeteci denir mi?

Kendinden şüphe duymayana gazeteci denir mi?

Seçimler oldu bitti, şimdi herkes Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir kabine oluşturacağını, kimleri bakan yapacağını ve en önemlisi olası ekonomi politikalarıyla kadrolarını merak ediyor.

Bu merak doğal. Dün ben de bu köşede bana kadar ulaşan kimi bilgileri yazdım ama hep şüphe payı da bıraktım, ‘iddia’ dedim, ‘dedikodu’ dedim.

Oysa dünden itibaren sosyal medyayı da, gazete haber sitelerini de, TV haberlerini de neredeyse en ufak bir şüphe belirtisi göstermeyen bazı haberler kaplamaya başladı.

Bazıları baştan sona bakanlar kurulu listesi yayınladı, bazıları ‘Mehmet Şimşek tamam’ diye yazdı, başka bazıları ‘Mehmet Şimşek olmuyor’ dedi… Hakan Fidan’ı Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapan da vardı, Dışişleri Bakanı yapan da…

Bu bakan toto meselesi korkarım biraz daha uzayacak. Çünkü ilk beklenti kabinenin cuma günü ilan edilmesiydi, şimdi o biraz ertelendi, Cumhurbaşkanı seçim sonucunun resmen ilan edilmesini izleyen 3. güne bırakıldı. Bakalım YSK seçim sonucunu ne zaman ilan edecek ve Tayyip Erdoğan ne zaman yemin edip ikinci dönemine başlayacak…