Yusuf Tekin, işe Türkiye’nin en kötü 1000 okuluyla başlasa…
Bana, ‘Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken en önemli sorunu ne’ diye sorsanız, bir an bile düşünmeden ‘Eğitim kalitesi’ cevabını veririm.
Türkiye’de eğitimin kalitesinin düşüklüğüne ilişkin kanıt aramaya bile gerek yok. İşte bakın, pazar günü ülkede LGS adı verilen liselere geçiş sınavı yapıldı; bu sınava bu yıl ortaokulu bitirecek öğrencilerin neredeyse tamamı katıldı.
Sınavda amaç, çocuklarımızın bir grup (az sayıdaki) seçkin okula girip eğitim yoluyla geleceklerini garantiye almak istemeleri. Bu seçkin okulların dışında kalan liselerimizden o kadar ümitsiziz ki, neredeyse her aile ve her çocuk LGS’de şansını denemek istiyor.
Dört yıllık lise eğitimi, bizim yüksek öğrenim öncesi kademelerimizin son basamağı. 12 yıllık bir uğraşın son 4 yılı. Ama unutmayın, ondan önce bir 8 yıl daha var.
Biz eğer eğitim kalitemizi yükseltmek istiyorsak bu 12 yılın tamamına bakmalıyız ve tamamında kaliteyi yukarı çekmek için çaba sarf etmeliyiz.
Bir yol, kısıtlı kaynakları ‘seçkin’ okullara yönlendirmek. Türkiye uzun yıllardır adını koymadan bunu yapıyor zaten. Ancak bu yöntemle sonuç alamadığımız da ortada. İnanmayan, üniversite sınavında örneğin Türkçe testinde doğru cevapların katılan adaylar arasındaki dağılımının gösteren grafiğe baksın. Bu grafik, istatistikte ‘normal dağılım’ adı verilen çan eğrisine hiç de benzemiyor.
Benzememesinin sebebi 12 yıllık ilk, orta ve lise eğitiminin kalite çıktısının dengesiz olması. Sınavda soruların yüzde 80 ve üstünü doğru cevaplayanların bu denli az, sıfıra yakın doğru cevap verenlerin bu denli çok olması, seçkin okulları destekleme politikasının başarısızlığını gösteriyor bence.
Şunu bilelim: Bir eğitim sisteminde her şart altında ‘seçkin’ okullar olacak. Ama adı üzerinde, seçkin okulların sayısı sınırlı olmak durumunda. Sizin bir okula ‘Anadolu Lisesi’ adını vermeniz orayı otomatik olarak ‘seçkin’ yapmıyor.
O yüzden belki de yöntemi değiştirmeliyiz. Bir yandan seçkin okulları desteklerken bir yandan esas yatırımı en kötü okullara yapmalıyız belki de.
Benim pratik ve uygulanabilir bir önerim var. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, işe eğitimin her üç kademesinde de en kötü diyebileceğimiz 1000’er okuldan başlamalı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın elinde veriler var aslında. Bakanlık, bize ilan etmeden bu yıl için Türkiye’nin en kötü 1000 ilk okulunu, 1000 orta okulunu ve 1000 lisesini saptayabilir.
Ve bu 1000’er okulu kendi kategorilerinde ‘en kötü’ olmaktan kurtaracak bazı özel girişimleri, özel muameleleri mesela 4 yıllığına devreye alabilir. Örneğin daha iyi öğretmenleri ve daha iyi rehberlik uzmanlarını buralara yollayabilir. Türkiye’nin Milli Eğitim Bakanlığı, toplamda 3 bin okulu mikroskop altına alıp onları birkaç yılda en kötü olmaktan kurtarabilir.
Bu uygulamanın her yıl yapıldığını düşünün, 4 yılda toplam 12 bin okuldan söz ediyor oluruz. Ve sadece 4 yıl içinde Türkiye’nin eğitim kalitesinin belirgin biçimde arttığını görebiliriz. Şimdiden söyleyebilirim: Bundan 4 yıl sonra yapılacak üniversite sınavında sonuçlar çan eğrisine daha fazla benzemeye başlayacaktır. Yani çoğunluk sınavdaki soruların yüzde 40-60 arasına doğru cevap vermeye başlayacak, sıfıra yakın doğru cevap verenlerin oranı azalacaktır.
Mesele sadece tek tek okulları kurtarma meselesi de değil. Bu yolla ve kurulacak uygun teşvik mekanizmalarıyla öğretmenlerimizin kalitesini yükseltmek ve onları işlerini daha da iyi yapmaları için motive etmek de mümkün olabilir.
Çünkü bir eğitim sistemi esas olarak öğretmen demektir. Bizim bütün yatırımımızı öğretmenlerimize yapmamız, onları mesleklerinde daha yetkin, daha iyi hale gelmeleri için hiç durmadan teşvik etmemiz gerekir.
Eğitim kalitemiz yükselmedikçe başka hiçbir şeyimiz kalıcı olarak iyiye gidemez.