Yalanda yaşamak-1: Yeni Merkez Bankası Başkanı ne kadar bağımsız?
Kağıdın üzerine yazıldığında veya nutuk atıldığında son derece havalı duran şeyler var.
Örneğin Merkez Bankası’nın bağımsızlığı…
1970’lerde Suudi Arabistan başta olmak üzere petrol üreten Arap ülkelerinin İsrail-Filistin krizinde petrolü bir silah olarak kullanması sonrası başlayan enerji krizi dünyada büyük bir enflasyon dalgasına neden olunca, Amerikalı iktisatçı Thomas Friedman’ın ‘Enflasyon her zaman parasal bir olgudur’ kuralı hatırlandı ve enflasyonla mücadele için Merkez Bankaları’nın para arzını kısıtlaması önerildi.
Türkiye’de ‘Sıkı para politikası’ diye adlandırılan bu politikanın bir sorunu vardı: Siyasetçiler, siyasi iktidarlar bu kısıta uymak istemiyor, enflasyonla mücadele etmektense kısa vadede ekonomik büyümeyi sürdürmeyi daha çok tercih ediyordu.
Bunun üzerine ‘(Siyasetten) Bağımsız Merkez Bankası’ anlayışı doğdu. Yani, kağıt üzerinde çok güzel duran ’Merkez Bankası bağımsızlığı’ndan kasıt, Merkez Bankası’nın kendi bayrağı ve pasaportunu çıkarıp bağımsız olması değil, siyasi iktidarlardan bağımsız olması.
Bu bağımsızlık kavramı aslında iktisattaki çok meşhur ‘imkansız üçlü’ kanunundan kaynaklandı. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede, politika yapıcılar faizlerin seviyesiyle döviz kurunun seviyesini aynı anda kontrol edemezler; birinden birini seçmeleri gerekir. (Veya sermaye hareketlerini serbest bırakmaktan vaz geçebilirler.)
Bu kanunun doğruluğu defalarca ve o kadar çok sayıda ülkede (Türkiye dahil) kanıtlandı ki, genel uygulama politika yapıcıların faizlerin seviyesini kontrol etmesi şeklinde ortaya çıktı.
Bazı ülkeler kendi geçmişlerinden dersler çıkardılar, Merkez Bankası başkanlığının tamamen teknik bir iş olduğunu kabul ettiler ve Merkez Bankası’nı bu anlamda ‘bağımsız’ bıraktılar.
Örneğin Amerika bu dersleri çıkaran ülkelerden biriydi. Ama Donald Trump’ın Başkanlığı döneminde Trump başka pek çok şey gibi bu konuyu da gündemine aldı, Merkez Bankası’ndan faizleri indirmesini istedi. Neyse ki FED onu dinlemedi, hatta cevap bile vermedi.
Türkiye’de ise biz kanuna Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yazmış olmamıza, Merkez Bankası Başkanlarının bağımsızlığını garanti altına almak için onlara belirli bir görev süresini vaat etmiş olmamıza rağmen hukuk işlemedi; Cumhurbaşkanı bir kararnameyle canı istediği zaman Merkez Bankası Başkanını işten atma ve yerine yenisini koyma yetkisini kendine alıverdi.
Bakın iki gün önce aynı yetkiyi yine kullandı Cumhurbaşkanı, yeni bir Merkez Bankası Başkanı atadı, eskisini de yedek kulübesine çekti. Peki şimdi yeni genel Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan bağımsız mı?
Giden Başkan Şahap Kavcıoğlu, az önce sözünü ettiğim temel bir iktisat yasası olan ‘imkansız üçlü’ye karşı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla savaş açmıştı. Aynı anda hem faizlerin seviyesini belirlemek istiyordu hem de döviz kurunun seviyesini. Tabii bunu yapmak için sermaye hareketlerinin serbestliğini kısıtlamaya da girişti.
Şimdi, Amerika’da ciddi bir bankacılık deneyimi olmasına rağmen iktisatçı değil endüstri mühendisi olan (doktorası da finans mühendisliği konusunda, iktisat değil) ve hiç Merkez Bankacılık yapmamış birini Merkez Bankası’nın başına getirdik. Gaye Erkan, parlak bir eğitim hayatına ve parlak bir kariyere sahip olmasına rağmen Merkez Bankacılığı sıradan bankacılıktan çok farklı, çok başka bir şey. Başarılı olması hepimizin ortak dileği ama karşısında ciddi engeller var.
Giden Başkan Kavcıoğlu son anına kadar ‘imkansız üçlü’ kanununa karşı savaştı, son iki gününde 4 milyar dolara yakın rezervi dolar kurunun seviyesini belirlemek için harcadı.
Peki gelen başkan ne yapacak? İmkansız üçlü kanunu ile kavga etmeye devam edecek mi?
Pazartesi sabahı kur bir atak daha yerse ne yapacağını göreceğiz. Ama mesele basit bir faiz artışı değil; mesele bir bilimsel kanunun kabul edilip edilmemesi meselesi, bunu hiç unutmamak gerek.