İnsan olmayı unutup insanları rakam olarak gördüğünüzde bu oluyor işte
Belki normal, kendi işlevini yerine getirse iyi kötü su üstünde kalacak, çıktığı limana geri dönebilecek bir tekne. Ama balıkçılık amacıyla ve en fazla 8-10 kişilik mürettebatta çalışacağına içine en azından 750 kişi balık istifi doldurulmuş.
Libya’dan yola çıkıyor, hedefi büyük ihtimal Adriyatik denizi, artık ya Yunanistan tarafına dümeni kıracak ya İtalya tarafına.
Şimdi anlaşılıyor ki hem Yunanistan’ın hem de İtalya’nın sahil güvenlik teşkilatları bu gemiyi epeydir takip ediyor ve korku içinde bekliyor: Ya bizim tarafa dümeni kırarsa?
Aslında iki tarafın da yaptığı belli: Göçmen taşıyan ama büyük ama küçük hangi deniz aracı olursa olsun o deniz aracını kendi karasularının dışına itiyorlar, içeri girmesine engel oluyorlar.
Hatırlayın, Aylan bebeğin ölü bedeni Bodrum’da kıyıya nasıl ve neden vurmuştu? Böyle sayısız vaka yaşamadık mı Ege’de? Bir ara neredeyse her gün ‘Türk Sahil Güvenliği Yunanistan tarafından itilen mültecileri denizden kurtardı’ diye haberler geliyordu.
Dahası var: Yunanistan sahil güvenlik teşkilatı, kazayla karaya kadar ulaşmayı başaran mültecileri de botlara doldurup Türk kara sularına geri bırakıyor. Mülteciler o yüzden bir Yunan adasına yaklaştıklarında hemen botlarını batırıyor ki sahil güvenlik onları geri yollayamasın.
Aslında Yunan sahil güvenliğinin yaptığı da, İtalyan ve İspanyol sahil güvenliklerinin yaptığı da en temel insan hakları yasalarına aykırı. Avrupa Birliği’nin kendi hukukuna da aykırı. Denizden gelen mülteciye hiç değilse ‘geçici koruma statüsü’ verilmek zorunda aslında.
O yüzden bir zamanlar işi denizden kazazede kurtarmak olan sahil güvenlik örgütleri artık mülteci teknelerini kara sularına sokmamayı başlıca işleri olarak görüyor.
Avrupa’nın sınır güvenlik örgütü Frontex bu yasa dışılıkları defalarca tespit etti. Ama bizzat kendisi de bunu yapmayı sürdürüyor. Çünkü bu düzensiz göç akımına karşı zayıf gözükmek istemiyorlar. Mülteciler, 2015’teki gibi karaya çıkmaya başlarsa arkadan çok daha büyük bir akımın geleceğini düşünüyorlar.
Ama bakın onlar zayıf gözükmesin derken Libya’dan yola çıkan ve 750 kişiyi taşıyan tekne denizde arızalandı. Şimdi anlaşılıyor ki saatlerce suda kalmış, motorları çalışmıyor ve sürükleniyormuş. Yunan ve İtalyan sahil güvenlikleri civardan geçen diğer gemilerden bu tekneye erzak yardımı yapmasını bile istemiş ama kendileri gidip tekneyi kurtarmaya kalkışmamış. Tekne sürüklenip Yunan kara sularına girmiş, Mora yarımadası açıklarında da alabora olup batmış. İddiaya göre tekne batarken Yunan sahil güvenliği onu kara sularının dışına doğru itiyormuş.
Şimdi bütün dünya ‘insanlık dramı’ndan söz ediyor ama bu dram bu biçimde yaşanmak zorunda değildi. O uyduruk balıkçı gemisi rahatça kurtarılabilir, içindeki en az 100’ü çocuk onca insan da bugün hayatta olurdu.
İnsanı insan olarak değil de bir rakam olarak gördüğünüzde, onları denizin ortasında öyle bırakacak kadar acımasız da oluyorsunuz işte.
‘Gitsin, başka yerde ölsün’ diyorsunuz, ‘Benim evimde ölmesin, evimin önünde de ölmesin, başka yerde ölsün.’
Peki ama niye ölsün? Niye yaşamasın? ‘Yaşayacaksa da gitsin başka yerde yaşasın, benim evimde değil.’
Denizin ortasında kalakalmış insanları kurtarmak, onları yaşatmak ‘zayıflık’ olarak görülebilir mi?
Ailecek Afganistan’dan, Pakistan’dan kim bilir hangi şartlar yüzünden kopup taa Libya’ya kadar geliyor insanlar, sonra da belki hayatlarında ilk defa açıldıkları denizde ölüp gidiyorlar.
Neresinden baksanız insanı insan olmaktan utandıran şeyler bunlar.
Sizin, benim güvenli bir hayata ne kadar ihtiyacımız varsa, o insanların da o kadar ihtiyacı var.
Göçmen meselesi, çağımızın en büyük insanlık imtihanı.