28-06-2023
İsmet Berkan

Olağanüstü bir bilim kurgu roman üçlemesi: Üç Cisim Problemi

Olağanüstü bir bilim kurgu roman üçlemesi: Üç Cisim Problemi

Genel kabul görmüş anlayış, roman sanatının esas olarak 19. yüzyılda Modernizm felsefesine karşı bir tepki olarak doğan Romantizm felsefesinin bir ürünü olduğu.

Roman sanatı, insan karakterine, insanın iç dünyasına ve insanlık hallerine dair, bireyi ve onun biricikliğini bize öğreten en önemli insan icatlarından biri.

Başka pek çok insan icadı zamana yenilir, arkadan gelen daha iyi icat veya fikirlere yerini bırakırken roman sanatının neredeyse ilk günkü kadar heyecan verici olması, insana dair söyleneceklerin belki de hiç bitmeyecek olmasından kaynaklanıyor.

Kendimi hep roman sanatının alt dallarından biri olan bilim-kurgunun (yoksa ‘kurgu-bilim’ mi?) iyi bir okuyucusu olarak düşündüm. Bundan beş-altı yıl önce, Kindle okuyucum için sürekli kitap satın aldığım Amazon’un algoritması inatla ve ısrarla bana bir bilim kurgu romanı tavsiye etmeye başladı.

Daha önce adını bile duymadığım bir Çinli yazarın, Cixin Liu’nun ‘Three Body Problem’ adlı romanıydı bu. Roman artık Türkçe’de de bulunuyor: ‘Üç Cisim Problemi.’

Aslında fizikten ve matematikten bu ‘üç cisim problemi’ne aşinalığım var ve romanı da büyük bir merakla açıp okumaya başladım ama roman Çin’deki Kültür Devrimi ile başlıyordu; buradan bir sahne ile.

Oldukça kalın bir roman olan (Türkçesi 416 sayfa) Üç Cisim Problemi’nin daha 50 sayfasını okumamıştım ki, eskilerin ‘büyük roman’ dediği türden çok büyük bir eserle karşı karşıya olduğumu anladım.

Bilim-kurgu, belki bazıları tarafından küçümsenen, ikinci sınıf görülen bir tür ama ben bu görüşe hiçbir zaman katılmadım, Philip K. Dick, Ursula K. LeGuin’in, Ray Bradbury’nin, William Gibson’ın herhangi bir kitabını okuyan bir kişinin bilim kurguyu edebiyatın diğer alt türlerinden daha aşağı görmesine imkan olmadığı görüşündeyim.

Neyse, ben Cixin Liu’nun romanına geri döneyim ama önce Nazım Hikmet’e ve Çetin Altan’a uğrayacağım.

Nazım Hikmet, ‘Delikanlım iyi bak yıldızlara’ demişti, ‘Onları belki bir daha göremezsin.’ Sonra da eklemişti: ‘Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. / Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir.’

Çetin Altan’dan ise insanın canı sıkıldığında, kendisini üzgün ve yalnız hissettiğinde başını gökyüzüne çevirip yıldızlara bakmasının ona iyi geldiğini öğrendim. Gece gökyüzünde yıldızlara baktığınızda, sadece kendi sorunlarınız değil dünyanın kendisi de evrenin muhteşem büyüklüğü yanında son derece küçük gözükür.

Peki bu küçüklüğü ölçmenin ve idrak etmenin sizce en iyi yolu nedir? Cixin Liu mükemmel bir yol bulmuş: Zaman.

Şimdi burada anlatırsam romanın tadını kaçıracak sebeplerle dünya uzaylı bir başka uygarlığın istila tehlikesi altına girmiştir. Peki ama bu istila ne zaman olacaktır? Yüzyıllar sonra, bugün yaşayan insanların torunlarının yaşayacağı dünyada…

Üstelik o uzaylı uygarlık, dünyaya çok ciddi bir sabotaj yapmış, bilimsel ilerlemeye ciddi bir sınır da koymuştur ama henüz insanlık bunun farkında değildir.

Peki yüzyıllar sonrası için de olsa böyle bir topyekûn yok oluş tehlikesi insanlığı bir araya getirebilir mi? Tamamen bireysel bir tepki sonucu ortaya çıkan bu tehdide karşı kollektif bir cevap üretilebilir mi? (Bugün İklim Krizine karşı ne yapıyoruz, ne kadar bir araya geliyoruz?)

‘Üç Cisim Problemi’ üç dev romanlık bir seri. Serinin ikinci romanı olan ‘Dark Forest’ ve son romanı olan ‘Death’s End’ de Türkçede ‘Karanlık Orman’ ve ‘Ölümün Sonu’ adıyla yayınlandı.

Eğer bu yaz için henüz okuma planı yapmadıysanız, size bu üçlemeyi şiddetle tavsiye ederim.

Yüzbinlerce yıla yayılan bir öyküyü izlemeye doyamayacaksınız.

Isaac Asimov neyi bildi, neyi bilemedi?

Isaac Asimov neyi bildi, neyi bilemedi?

Bundan birkaç yıl önce bir yaz tatili sırasında Isaac Asimov’un meşhur Robot-İmparatorluk-Vakıf romanlarının tamamını yazılma/yayınlanma sırasıyla yeniden okumaya karar verdim.

Bu seri, aslında Asimov’un 1942 yılında yazdığı bir öyküyle başlıyor. O zamanlar Amerika’da türlü çeşitli öykü dergileri var. 15 günde bir yayınlanan bu dergiler, polisiyeden bilim-kurguya, fantastik edebiyattan romantik edebiyata kadar her alanda bugün hepsinin adını bildiğimiz onlarca Amerikalı yazarı ortaya çıkartan mecra aslında.

Çoğu beş kuruş parasız yazar, bu dergilerde öykülerini yayınlatıp üç kuruş para kazanma derdinde. Asimov da onlardan biri. İlk robot öyküsü böyle ortaya çıkıyor.

Sonra yayıncısının da tavsiyesiyle o öyküyü bir roman uzunluğuna getiriyor. Derken bu roman serisi akıp gidiyor, binlerce yıla yayılmış bir dev anlatıya dönüşüyor.

Dediğim gibi Asimov ilk romanı 1942’de yayınlıyor; bu andığım serinin son kitabı ise 1993’te yazılıyor. Yani 51 yıla yayılan bir yazma serüveni.

Bilim kurgu yazarı olduğu için Isaac Asimov’un karakterlerini derinleştirmek ve onlardan bize insanlığın hallerine dair bazı gözlemler aktarmak kadar bir görevi daha var: Hayal ettiği geleceğin toplumsal düzenini, yaşam tarzlarını, teknolojisini, hatta siyasetini de hayal ettirmek.

O yaz bütün bu seriyi hızla okurken aklım bir şeye takıldı. Asimov, bizim bugün yapay zeka uygulamaları nedeniyle tartıştığımız robot korkusunu ilk icat edenlerden biri. Hayır, Asimov bize korku salmıyor, onun yazdığı insanlık bu korkuyu fena halde yaşamış ve robotları zaten yasaklamış. Bize aktardığı, bu yasağa rağmen uzak bir koloniden gelen robot. Bütün roman serisi zaten onun hikayesi.

Asimov’un robot tehlikesine karşı önerdiği ‘Üç Robot Kanunu’ bugünkü yapay zeka korkumuzu yenmemize de yardımcı olabilir. Ben henüz bundan daha iyi bir ‘düzenleme’ önerisi görmedim.

Dünyada insanların iklim problemiyle ve kalabalıkla başa çıkabilmek için yapay bazı kubbelerin altında ve son derece sıkışık bir düzende yaşayacağını öngörmüş örneğin Asimov. İnsanlığa bu geleceği tahmin eden çok kişi var bugün.

Interneti ve bilgisayarları tahmin etmeyi başarmış Asimov ama bilgisayarların hepimizin avucunun içine sığacak kadar küçüleceğini, onları cebimizde taşıyıp dünyaya bağlanacağımızı düşünememiş. Internete girip bilgi almak için kahramanlarını kütüphanelerdeki bilgisayarlara yönlendiriyor.

Kültürel transformasyonu, bugün sıradan bir fikrinin yarının dogmatik bir dinine dönüşmesini vs çok güzel anlatıyor Asimov ama bunun için geleceği gören bir kahin olmaya gerek yok, geçmişi iyi okumak yeterli. Asimov aynı zamanda önemli bir Roma İmparatorluğu tarihi uzmanıydı, geleceğe ilişkin çoğu dersi Roma İmparatorluğu tarihine bakıp çıkartmıştı.

Bayramınız kutlu mu olsun, mübarek mi?

Bayramınız kutlu mu olsun, mübarek mi?

Şimdi etrafımdaki çoğu insan yadırgıyor ama ben çocukken kurban kesmek, üstelik de bu işi evin önünde yapmak dünyanın en normal şeylerinden biriydi. Ama ben çocukken deve veya boğa gibi büyük hayvanların kurban olarak kesildiğini hiç duymamıştım, bu son 15-20 yıla özgü bir görgüsüzlük biçimi bana göre. Kurban Bayramı evet bir ibadet ama bu ibadetin kişinin ne kadar zengin olduğunu sergilemesi olarak yapılması bana normal gelmiyor.

Bizim evde anneannem dışında beş vakit namaz kılan kimse yoktu. Babam ancak bayram namazlarına giderdi, bir sefer beni de götürdü ama o kadar. Ama yine de bizim evde bayramlar kutlanmaz, kandiller tebrik edilmezdi. Hem bayramlar için hem kandiller için kullandığımız kelime ‘mübarek olsun’du.

Kutlu mu olsun, mübarek mi olsun meselesi maalesef bugün bizi bölen küçük küçük yüzlerce şeyden bir tanesi. Sosyolojiyle birlikte kültürün de hızla değişime uğradığı bir ülkede yaşıyoruz, belki bu bölünmelere çok da kafayı takmamalıyız.

Bayramlar, barışın, sevginin, eğlencenin ve bir de son on yıllarda tatilin vesilesi.

Bayramda vakti olanlara birkaç dizi önerisi

Bayramda vakti olanlara birkaç dizi önerisi

Bugünün bayram olmasını fırsat bilip bilim kurgu hakkında yazdım. Gelin bu tarafta da size platformlarda bulabileceğiniz birkaç bilim kurgu dizisinden söz edeyim.

İlk önerim, Amazon Prime’dan Picard olacak. Star Trek serisinin ‘Next Generation’ının yıldızı kaptan Jean Luc Picard, aradan onca zaman geçtikten sonra kendi başına bir dizi olarak ortaya çıktı. Dizinin üçüncü ve son sezonu birkaç ay önce platformda yayınlandı. Bu sahiden son sezon, dizi artık bitti. Ama son sezonu özellikle Star Trek meraklılarına çok tavsiye ederim, çok sayıda tanıdık karakteri ve oyuncuyu yıllar sonra yeniden görecekler.

İkinci önerim, Netflix’te hala izlememiş olanlar için Altered Carbon. Belirsiz bir gelecekte, insan bilincinin ve hatıralarının ‘upload’ veya ‘download’ edilebildiği, vücutlarının ise değiştirilebildiği bir evrende iyilerle kötülerin, suç dünyasıyla polislerin, abi ile kız kardeşin mücadelesi.

Üçüncü önerim yine AmazonPrime’dan, adı Expanse. Artık Birleşmiş Milletler tarafından yönetilen dünya, Mars ve asteroid kuşağında kolonileşmiştir. Mars kolonisi yıllar önce bağımsızlığını dünyaya karşı bir savaşla elde etmiş, dünya ve mars bir çeşit ‘soğuk barış’ın içindedir. Bu arada daha çok maden işçilerinin yaşadığı asteroid kuşağı da silahlı bir ayrılıkçı hareketle bağımsızlık istemektedir. O sırada güneş sistemi dışından bir tehdit gelir ve olaylar başlar…

Dördüncü önerim BluTV’den. Bir bilgisayar oyunu olarak büyük bir çığır açan Last of Us’ın TV dizisi versiyonu bence bilgisayar oyununu geride bıraktı bile. Yayınlandığı dönemde büyük olay yaratan, her bölümü birbirinden heyecanlı bir karanlık ütopya olan Last of Us’ı henüz izlemediyseniz bu bayram iyi bir fırsat olabilir.

Beşinci ve son önerim, Star Wars evrenini ve uzayda geçen kovboy filmlerini sevenler için gelecek: The Mandolorian. Kahramanımız ‘Mando’ uzayda şu veya bu sebeple başına ödül konup aranan kişileri bulan bir ödül avcısı. Sürekli zırhla ve başında kaskla dolaşıyor, çünkü dini öyle emrediyor. Derken kahramanımız ödülü verenlere teslim etmemesi gereken biriyle karşılaşıyor ve maceramız başlıyor. Hiç izlemeyenlere baştan sona izlemelerini öneririm, sahiden heyecanlı ve eğlenceli. Hele Baby Yoda’ya bayılacaksınız.