Amiral gemisinin manevra kabiliyetiyle onu izleyen istimbotların manevra kabiliyeti neden bu kadar uyumsuz?
Klasik benzetmedir, ben de yapayım: Dev gemiler, örneğin uçak gemileri, büyüklüklerinden ötürü daha ağır ağır manevra yaparlar, örneğin bir uçak gemisinin 180 derece geri dönmesi için bir hayli geniş bir çember çizmesi gerekir. Buna karşılık ona eşlik eden veya karşı cepheden onu izleyen diğer savaş gemileri daha küçük boyutlu olduğu için çok daha kolay ve hızlı manevra yapabilirler.
Eğer Türkiye’de Tayyip Erdoğan o benzetmedeki amiral gemisi veya uçak gemisiyse, etrafından veya karşı cepheden onu izleyen daha küçük gemilerin son manevrada Erdoğan’ın bir hayli gerisinde kaldığını görmemiz gerek.
Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesi, bu onaydan sadece 3 saat önce çok sert açıklama yapan Cumhurbaşkanı İletişim Başkanlığı için bile bir sürpriz olmuş gibi duruyor.
Oysa tam tersi sürpriz değil mi?
Türkiye, bundan 14 ay öncesine kadar İsveç ile PKK’nın ve FETÖ’nün ilişkisi konusunda neredeyse bilgisizdi; kırk yılın başında gazetelerde bir haber çıkar, kırk yılın başında bazen Dışişleri Bakanlığı bir kınama bildirisi yazar ve kimse de görmezdi. Ben İsveç aleyhinde PKK ve FETÖ bağlamında konuşan lider seviyesinde tek bir siyasetçi bile hatırlamıyorum. Bizim böyle bir gündemimiz yoktu.
Sonra bu ülkenin NATO üyeliğini bir pazarlığın konusu yaparak hem içeride hem dışarıda bir fırsat yaratmak isteyen Tayyip Erdoğan birden bire bu konuyu gündemimize soktu.
‘Şeyh uçmaz, mürit uçurur’ derler ya, bu sözün doğruluğu kanıtlandı, etraftaki irili ufaklı istimbotlar hızla İsveç’e salvo ateşlerine başladılar. Oysa bu Nordik ülke sahiden Türkiye’de pek hatırlanan, varlığının çok da farkında olunan bir ülke değildi.
Tayyip Erdoğan için İsveç’e itiraz, ülke içinde tam bağımsızlıkçı, gerektiğinde Batıya kafa tutan politika propagandasının bir fırsatıydı, milliyetçi damarımıza hitab ediyordu. Şimdi seçim bitti, bu damara o kadar da ihtiyaç kalmadı.
Ama geride kalanlar henüz seçimin bittiğini, Erdoğan’ın 5 yıllık yetki aldığını kabullenmiş değiller. Seçim öncesindeki savaş şartlarında yaşamaya devam etmek istiyorlar veya yeni dönemin daha sakin atmosferinden memnun değiller, kavga olmadan, düşman olmadan hayatta kalamayacaklarını düşünüyorlar.
Bu durum sadece Erdoğan taraftarları için geçerli değil; hatta belki onlardan çok Erdoğan karşıtları için geçerli. Sonuçta Erdoğan taraftarları bugünden tezi yok manevralarını tamalayacak, amiral gemisi ile aynı rotaya girecekler. Ama karşıtlar hala artık amiral gemisinin boşalttığı o yöne doğru ilerlemeye ve boşluğa mermi atmaya devam ediyor.
Onlar böyle davranırken Tayyip Erdoğan dün burada biraz yazmaya çalıştığım yeni bir stratejiye geçti. Bakın bugün Yunanistan Başbakanı Miçotakis’le görüşecek. Eğer bu görüşmeden de karşılıklı barış mesajları çıkarsa, Erdoğan şimdilik Batıya yaklaşma hamlelerini tamamlamış olacak.
Dün de söylemeye çalıştım, geçen yıl kurumsal olarak Dışişleri Bakanlığı süreçten dışlanmamış olsaydı, Türkiye bu İsveç konusunu Türkiye-Avrupa ilişkileri bakımından daha iyi bir müzakere fırsatına çevirebilirdi.
Şimdi, bir sonraki adımın Batıdan gelmesi gerekiyor. Bugün Amerikan basına bakılacak olursa F-16’ların gelmesinin önünde engel kalmadı. Bu bir adım olacak. Ama bir de Avrupa Birliği’nden adım gelmesi gerek.
Erdoğan, önceki gün İsveç Başbakanı ile görüşürken bir ara oradan ayrıldı, AB yetkilisi Charles Michel ile görüştü. Sonra gerisin geri İsveç Başbakanı görüşmesine döndü. Bu arada yapılan görüşmeyle ilgili çok az bilgi çıktı. Acaba Erdoğan, AB üst düzey yöneticisi Michel’le ne görüştü ve ondan ne söz aldı?
Göçmen Geri Kabul Anlaşması’nın yenilenmesi ve mesela gümrük birliğinin genişletilmesi müzakerelerine konan engelin kalkması, Avrupa’nın da Türkiye’ye yaklaşmak istediğini gösteren sembolik adımlar olacak.
Ama bizim Erdoğan yanlısı ve karşıtı istimbotlarımız, bu konunun bir süreç olduğunu ve doğası gereği çok yavaş işleyeceğini kabullenmek istemiyor, maksimalist taleplerle ortaya çıkıyorlar. Bu konuda nedense amiral gemisinden daha hızlılar.