Dolar 26 liraya çıktığı halde ithalat yine de arttı
Benim için günün en önemli haberi bu: Ticaret Bakanlığı, Temmuz ayına ilişkin dış ticaret rakamlarını açıkladı ve vahim halimizin daha da vahimleşerek devam ettiği ortaya çıktı.
‘Vahim hal’den kastım, Türkiye’nin dış ticaret açığı. Bu yılın ilk 7 ayında toplam 73,6 milyar dolar dış ticaret açığı verdi Türkiye. Yani, yurt dışından yaptığımız ithalata ödediğimiz para, ihracat yaparak kazandığımız paradan 73,6 milyar dolar daha fazla oldu.
Dövizin fiyatının ağır baskı altında 18-19 lira aralığında tutulduğu Ocak-Mayıs döneminde ithalatın artması görece daha ‘normal’di. Yüksek enflasyon ortamında sanayici ara malı ithal edip depoluyor; tüketici ise ithal mallara ‘yatırım malı’ muamelesi yapıp, mesela otomobil satın alıyordu.
Ama Mayıs ayı sonunda seçim bitti ve dolar hızla yükselmeye başladı. Şu an 27 lira. Temmuz ayında ortalama dolar kuru 26 lira sınırında oldu.
Doların fiyatının Mayıs ayına göre yüzde 37 artmış olmasının ithalat üzerinde sınırlayıcı bir etkisinin olmasını bekler insan. Ama hayır, Temmuz ayında Türkiye 32,4 milyar dolarlık ithalat yaptı. Bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11 arttı ithalatımız.
Peki doların pahalanıp TL’nin değer kaybetmesi ihracata yaradı mı? Öyle ya, TL değer kaybedince Türkiye’nin ürettiği ürünlerin fiyatı da dolar olarak ucuzluyor, bu sayede Türk ürünlerinin rekabet gücü de artıyor.
Evet, Temmuz ayında ihracatta artış var, 20 milyar dolara çıktı Türkiye’nin ihracatı.
Ama çarpıcı olan şu: İhracatın artış hızı ithalatın artış hızının gerisinde. Bir yıl öncenin temmuz ayına göre bu temmuzda ihracat yüzde 8,4 arttı. Az önce söyledim, ithalat ise geçen yıla göre yüzde 11 arttı.
Çiçeği burnunda Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer polat moral vermek istemiş, bu Temmuz ihracatının ‘rekor’ olduğunu söylemiş ama ithalat bu seviyedeyken rekorun çok da anlamı yok.
Dış ticaret açıkları sebebiyle yaşadığımız döviz kanaması o kadar büyük ki, bu delik giderek yamanamaz büyüklüğe erişiyor. İşte daha geçen ay Merkez Bankası açıklamıştı, Türkiye aylardır cari hesabında meydana gelen döviz açığını Merkez Bankası rezervinden finanse ediyor. Eh, o rezervin durumu da ortada zaten, hala eksi bakiyede, yani Merkez Bankası başkalarından emaneten aldığı dövizleri de harcamış durumda. Çünkü artık Türkiye’ye ihracatçının kazandığı dövizler dışında hiç yabancı para girmiyor.
Bu vahim halin sürdürülemez olduğu ve Türkiye’nin bir anlamda ‘Pompei’nin son günleri’ni yaşamakta olduğu çok açık. Dış ticaret açığının yarattığı koca deliği ne Körfez ülkelerinden gelecek para ne başka bir şey kapatabilir. Bu deliği yamamanın yegane yolu ithalatı durdurmak, baskılamak. Bu da ancak çok ciddi ve kapsamlı bir istikrar programıyla başarılabilir bir şey.
Oysa Tayyip Erdoğan iktidarı bu kadar ciddi ve kapsamlı bir istikrar programı uygulamak istemiyor. Yurt içinde tüketimin baskılanması anlamına gelecek olan bir istikrar programının Mart 2024’teki yerel seçimden önce devreye girmesini kimse beklemiyor, seçimden sonra bunun yapılıp yapılmayacağını da bilmiyoruz.
Çoğu kişi açısından Merkez Bankası’nın politika faizini çok yükseltmesi ve piyasadan fazla TL’yi çekmesi olmazsa olmaz. Evet doğru, Merkez Bankası faizi son derece önemli ve Tayyip Erdoğan’ın bu faizin yükselmesine izin vermediği biliniyor ama öyle bir algı oluştu ki, sanki yegane mesele bu faizin oranı.
Oysa değil. Türkiye 2019’dan beri çok ciddi bir fedakarlık yapıyor, hepimiz büyük ölçüde fakirleşmiş durumdayız. Bu fedakarlığın karşılığı, Türkiye’nin cari fazla veren bir ekonomiye kavuşması olmalıydı, sonuç tam tersi oldu, cari açığımız patladı.
Tarihte hiç kimse kazandığından daha fazla harcayarak uzun süre yaşayamamış. Bu kural bireyler için geçerli olduğu gibi ülkeler için de geçerli. Türkiye, çok ama çok uzun yıllardır kazandığından daha fazlasını harcıyor.
Üstelik yaptığımız bu harcamalar gelecekte daha fazla kazanma ümidiyle de yapılmıyor, garip bir ‘Dolce Vita’ için yapılıyor.