Muhalefetsiz siyaset dönemi
Geçen gün bir yakın arkadaşımla sohbet ediyorduk, ‘Herhalde’ dedi, ‘Yerel seçimde oy vermeyeceğim.’
Sonra uzun uzun 28 Mayıs akşamından beri siyasi haberlere olan ilgisini nasıl kaybettiğini, siyasetteki gelişmeleri artık göz ucuyla bile olsun takip etmediğini anlattı.
Dün bir başka arkadaşımla buluştum, ona bu konuşmayı anlattım. ‘Ben de oy vereceğimi sanmıyorum’ dedi.
İki yakın dostumdan hareketle bir siyasi eğilim tespitine kalkışmayacağım ama 29 Mayıs sabahından beri genel bir siyasetten uzaklaşma eğilimini zaten hepimiz görüyoruz. Seçimden bu yana yayınlanan siyasetle ilgili haberler, ki içlerinde normal zamanda ciddi skandala sebep olup günlerce konuşulacak haberler de vardı, hemen hemen hiç okunmuyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki genel başkanlık ve değişim tartışması, herhalde CHP tarihinde bugüne kadar görülmemiş biçimde kamuoyunda değil partililerin kendi aralarında yaşanıyor, daha doğrusu yaşanmıyor.
Alınan ağır seçim yenilgisi genel olarak muhalefeti ve daha önemlisi benim ‘toplumsal muhalefet’ dediğim, 6’lı masayı da aşan ve son kertede Kemal Kılıçdaroğlu’na verilen yüzde 48 oyu izah eden geniş kesimde ciddi bir siyasetten kopuşa neden olmuş gibi duruyor.
Bu herhalde hep böyle gitmez ama korkarım o ‘toplumsal muhalefet’ uzun bir süre 28 Mayıs günü sahip olduğu motivasyona ve hareketliliğe de sahip olamayacak.
Bugün baktığımızda muhalefetsiz bir Türkiye görüyoruz.
Oysa bir demokrasiyi demokrasi yapan şey, iktidarın meşru varlığı değildir, aksine muhalefetin varlığıdır. İktidar, kaçınılmaz biçimde her rejimde ve her yerde vardır; ortada bir de meşru ve iktidarı dengelemeye yakın muhalefet varsa orası demokrasi olur.
Türkiye’de muhalefet 28 Mayıs akşamı girdiği koma halinden aradan geçen onca zamana rağmen çıkabilmiş değil. Komada veya bir çeşit bitkisel hayatta olunmasının çok sayıda sebebi var.
Bence ilk sırada, seçimde alınan ağır yenilgiyle hiçbir muhalefet unsurunun hesaplaşmamış ve bu hesaplaşmanın ardından da bir taze başlangıca yönelememiş olması geliyor.
Yenilgiyle hesaplaşılamadı, çünkü 2017’deki başkanlık sistemi referandumundan beri muhalefet fikri tek başına ‘Tayyip Erdoğan’ı indirmek’ haline gelmişti.
Erdoğan rakibinizse elbette onu yenmeden siz iktidara gelemezsiniz ama yegane hedefin ‘Erdoğan’ı yenmek’ olması, aslında ortada herhangi bir hedef olmaması anlamına geliyordu. Bu çelişkiyi aşması için muhalefete defalarca çağrı yapıldı, onlar da ‘Anayasayı değiştireceğiz, güçlü parlamenter sistem öneriyoruz’ dediler, hatta tarihi sayılması gereken bir Anayasa uzlaşması da yaptılar ama bu yaptıklarına ne kendileri inandılar ne de seçmeni demokrasinin gerektiğine inandırabildiler.
Nasıl inandırsınlar, HDP’den ve Kürt siyasi hareketinden bir kelimeyle olsun söz etmeden ülkeye ‘demokrasi’ vaat edilebilir mi? Edildiğinde inandırıcılığı olabilir mi?
Muhalefetin yaşadığı yenilgiyle hesaplaşamamış olmasının bir başka sebebi, son kertede muhalefetin ana gövdesini oluşturan CHP’nin bu hesaplaşmayı karnından konuşarak yapmaya çalışması, hatta yapamaması. CHP kendi yenilgisiyle hesaplaşmayınca İyi Parti neden hesaplaşsın?
Bu iki parti, için için kendileri de gerçek bir hesaplaşma yapmadan silkelenip yenilenip yeniden sözü dinlenir hale gelemeyeceklerini bildikleri için olsa gerek, muhalefet alanını neredeyse tamamen boşaltmış durumdalar. Herhalde vatandaşın seçim yenilgisini unutmasını bekliyorlar, o zamana kadar sütre gerisinde kalıp zamana oynuyorlar.
Elbette bu toplumda muhalefet ihtiyacı sona ermez, bir noktada bu haliyle bile CHP ile İyi Parti’ye yeniden teveccüh olacaktır ama kendini yenilemeyen muhalefet, bırakın yeni bir Türkiye vaat etmeyi, Tayyip Erdoğan’a karşı toplumsal karşı çıkışı bile yeterince beceremeyecek, biraz daha zemin kaybedecektir.