28-08-2023
İsmet Berkan

Meral Akşener’in gücü ve güçsüzlüğü

Meral Akşener’in gücü ve güçsüzlüğü

İyi Parti lideri Meral Akşener, daveti neredeyse bir ay önceden yapılan Afyon Kocatepe konuşmasını yaptı. Böyle çok önceden ilan edilince, ben ve benim gibi pek çok kişi ister istemez, ‘Herhalde Akşener partisi için yeni bir manifesto açıklayacak’ diye düşündük. Ama konuşmada o manifesto yoktu.

Konuşmanın olumlu bölümü, Akşener’in seçim sonuçlarıyla ilgili olarak ‘ama’sız, ‘ancak’sız, bahaneye sığınmaksızın seçmenden özür dilemesi ve özeleştiri yapmasıydı. Keşke benzer bir özeleştiriyi CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu da yapsa, hayal kırıklığına uğrattığı seçmene özür borçlu olduğunu hatırlasa…

Ancak, Meral Akşener’in özeleştirilerini ne kadar değerli bulursam bulayım, özel olarak Akşener ve partisinin, genel olarak da muhalefet anlayışının hala seçim günü hangi çıkmazın içindeyse tam orada durmakta olduğunu, yeni bir fikir geliştiremediğini, kendine bir çıkış bulamadığını görmek de çarpıcıydı.

Meral Akşener de için için bu çıkmazın farkında, önerdiği şey ‘Seçime herkes kendi başına gitsin’ demek oldu. Ama bu da yumuşak biçimde söylendi, dönüldü dolaşıldı işbirliklerine hazır olunduğu vurgulandı.

Belki şöyle değerlendirmek mümkün: Akşener ileri gitmek istiyor gidemiyor, geri dönmek istiyor, dönemiyor.

Çaresizliğini ‘Bu ittifaklar siyaseti mahvetti’ mealinde bir cümleyle ifade etmiş. Karşıda bir ittifak olunca, mecbur siz de ittifak oluyorsunuz demeye getiriyor. 

CHP ile İyi Parti’nin ittifakının siyasetinin doğasına çok uygun olmadığını hepimiz biliyoruz; bu ittifakı o doğaya uygun kılmanın yegane yolu birbirine hiç benzemeyen iki partinin ‘Erdoğan karşıtlığı’nda yan yana olmasıydı, nitekim 2017’den beri bazen resmen devam eden bazen etmeyen ittifaklarında bunu yapıyorlar. 

İyi Parti her seçimden sonra CHP ile ittifakının seçim için yapıldığını, seçimle birlikte sona erdiğini ilan ediyor, ama iki parti uzaklaşsalar bile bir arada durmaya, yarın yeniden ittifak yapabilirlermiş gibi birbirlerine dikkatli davranmaya devam ediyor. Esasen bugün de durum bu. Bakın, Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Akşener’e cevap vermem nezaketsizlik olur’ dedi bile.

Seçimde yüzde 10 civarında oy alan bir partinin genel başkanı olarak Meral Akşener’in elbette bir gücü var. Ama ona bu gücü veren şey, aynı zamanda güçsüzlüğü. Çünkü ona o oy Erdoğan’a (ve Devlet Bahçeli’ye) karşı olduğu için verildi.

Uzaktan baktığınızda, Türkiye’de hep siyasi yelpazenin sağ ucunda kalan milliyetçi siyasetin 14 Mayısta yüzde 25 civarında oy aldığını görüyor ve şaşırıyorsunuz. Milliyetçi siyaset, 90’lı yıllardaki CHP-DSP bölünmesi gibi özel bir dönemden mi geçiyor? Büyük ihtimalle evet. 14 Mayısa milliyetçi tabana yaslanan üç parti birden katıldı, unutmayın. Ve bu üçe bölünmüşlük ilginç biçimde toplam pastayı büyüttü, küçültmedi.

Böyle bakınca İyi Parti’nin yerinin bir yeni ‘milliyetçi ittifak’ veya pek de yaratıcı olmayan bir isimle ‘milliyetçi lig’de olduğunu düşünmek mümkün. Nitekim parti içinde eminim pek çok kişi böyle düşünüyor.

Ama o ‘lig’e katılmanın bir bedeli var: Erdoğan karşıtlığından vaz geçilmese bile en azından dozu azaltmak. Çünkü unutmayın, milliyetçi pastayı esas büyüten MHP ve İyi Parti’den çok Tayyip Erdoğan’ın bizzat kendisi. Erdoğan mevcut propaganda gücü ve kitleleri ikna kabiliyetiyle ‘milliyetçiliği ayaklar altına alma’ yönüne dönecek olursa, hiç kuşkunuz olmasın o pasta yeniden küçülecektir. Erdoğan’ı küçümsemek, Türk siyasetinde yapılabilecek en büyük hata.

Meral Akşener, ‘Siyaset rakamlarla ve masa başı hesaplarla yapılacak şey değil’ derken doğruyu söylüyor ama partisinin siyasetsiz bir siyaset yaptığına ilişkin eleştirilere cevap vermiyor. Akşener’i ve İyi Parti’yi siyasetsiz siyaset yapmaya zorlayan şey, tam da anlatmaya çalıştığım şey. Türkiye’de siyaset adı verilen şey adeta tek bir sorunun cevabına indirgenmiş durumda. Erdoğan’dan yana mısın, karşı mısın?

Bu indirgemeciliğin yaşanmasında Meral Akşener’in de küçük de olsa bir payı var. Ve ilginçtir, bu indirgemecilik ne Erdoğan’ı rahatsız ediyor ne de onun en azılı karşıtı olan CHP’yi. Onlar bu indirgemecilikten, kutuplaşmadan kazandıklarını görüyorlar; kaybedenler araya sıkışıp potansiyelini gerçekleştiremediğini düşünen milliyetçi partiler. (Ama kayıpları da kendilerine atfettikleri potansiyellerinden, yani varsayıma dayalı bir kayıp.)

Akşener, önünde iki yol olduğunu düşünüyor: 

1. ‘Biz ayrı bir partiyiz ve öyle kalacağız’ der, hiçbir işbirliğine veya ittifaka girmeden siyasette şansını dener; 2. 14 Mayıs öncesi Gelecek ve Deva gibi partilerin yaptığı pazarlığı kendine örnek alıp CHP ile yerel seçimde daha iyi bir pazarlık yapıp daha çok belediye başkanlığı ve Meclis üyeliği kapmaya çalışır.

Şu an Akşener her iki yol için de seçeneklerini açık bırakmış, hatta çoğu siyaset yorumcusuna göre aslında ikinci yolu tercih etmiş durumda.

Şunu unutmayın: Akşener’in önünde olduğunu düşündüğü iki yol da hala siyaset içermiyor, Akşener’den bir manifesto bekleyenler daha çok bekleyecek.

Beli tabancalı asabi insanlar ülkesi…

Beli tabancalı asabi insanlar ülkesi…

Siz hiç Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de veya silah sahibi olmanın anayasal hak olduğu ABD’de herhangi bir havaalanında ‘Silah teslim masası’ diye bir yer olduğunun gördünüz mü?

Türkiye’de herhangi bir havaalanına giden kişileri ilk karşılayan şey o tabeladır: Silah teslim masası.

Üstelik orada taşıma ruhsatlı silahlar sadece teslim alınır, doğası gereği. Demek o kadar çok insanın silah taşıma izni var ki, uzun yıllardır bizim böyle özel masalarımız var, bir polis memuru orada oturuyor, silahları teslim alıyor, diğer havaalanında da teslim ediyor silahları.

Ruhsatlı silah sayısı bu kadar fazlayken ruhsatsız silahların sayısını kimse bilmiyor tabii. Bunun ne kadar yaygın olduğunu son aylarda özel olarak sık görülmeye başlayan silahlı olaylardan anlıyoruz. O kadar ki geçen gün İstanbul’da bir polis memuru uzun namlulu yarı otomatik bir silahla öldürüldü. Seviye bu artık.

Baksanıza, silah taşımak o kadar yaygın ki, çoğu vatandaş sıradan tartışmalarında bile tabancasını ortaya çıkarıveriyor. İşte, halı saha maçındaki anlaşmazlık yüzünden İstanbul Bağcılar’da yaşanan çatışma.

Tabanca taşımak, izinli de olsa izinsiz de, özel bir sorumluluk duygusu ve dengeli psikoloji gerektirir. Çünkü her silah sahibi bilir ki, siz silahınızı çekerseniz bir sınırı geçmiş olursunuz ve karşı tarafta silah bulunma olasılığı da hayli yüksektir. Bu sorumluluk duygusuna ve dengeli psikolojiye sahip insanlar, üstlerinde silah olsa bile ellerini silahlarına atmazlar.

Ama bakın Türkiye’ye… Biz bir asabi insanlar ülkesiyiz artık ve her sinirlenen büyük küçük olay gözetmeden elini beline atıyor.

Enflasyon beklentisi ve olası mevduat faizi

Enflasyon beklentisi ve olası mevduat faizi

Bugün 10Haber’de Erdal Sağlam’ın bankacılık çevreleriyle konuşup yazdığı yazıda verdiği haber, önümüzdeki günlerin en canlı tartışmalarından birinin konusu olacak. Erdal Sağlam, bankaların kur korumalı mevduattan dönen hesaplara yüzde 45 civarında, normal vadeli mevduata ise yüzde 32-33 civarında faiz vereceğini, dövizden dönen KKM’lerin faizinin ise düşük kalmaya devam edeceğini söylüyor.

Baktığınızda Merkez Bankası’nın bu yıl sonu için enflasyon beklentisi yüzde 60’ın üzerinde. Başka kurumlar ve bağımsız iktisatçıların tahminleri yüzde 70’e kadar varıyor. Önümüzdeki yıl Haziran ayına kadar enflasyonun yüzde 60 ve civarında kalacağını hemen hemen herkes kabul ediyor.

Bu durumda mevduat faizi kaç olmalı? Merkez Bankası TL mevduatı tercih ediyor doğal olarak ve bankalardan KKM dışı TL mevduata daha yüksek faiz vermesini istiyor ama görüldüğü kadarıyla bankaların direnişi devam ediyor.

Bu negatif faiz konusu, Türkiye’nin enflasyon kadar büyük bir başbelası olmaya aday, hatta zaten öyle.

Türkiye’nin müze sevgisi

Türkiye’nin müze sevgisi

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘Müze kart’ diye bir uygulaması var. Bu kartı alıyorsunuz ve yıl boyunca bakanlığa bağlı bütün müzelere ücretsiz girebiliyorsunuz. Fiyatı 60 lira olan bu kart muazzam ilgi görüyor. Geçen yıl, yani 2022’de 3 milyona yakın insan bu kartı almış. Bu yıl daha yılın yedinci ayında bu rakam aşıldı, yıl sonunda 6 milyon kart satışı bekleniyor.

Açıkçası sevinilecek bir şey bu. Halkın müze ve ören yerlerine bu denli ilgi göstermesi, mesela Konya’daki Mevlana Müzesi’nin veya Efes Antik Kenti’nin sürekli kalabalık olması insanı ümitlendiriyor.