31-08-2023
İsmet Berkan

İkinci, üçüncü, beşinci Selçuk Bayraktar nasıl çıkacak?

İkinci, üçüncü, beşinci Selçuk Bayraktar nasıl çıkacak?

Rahmetli babası Özdemir Bayraktar’la bir kaç kez uzun uzun sohbet etmişliğim var ama Selçuk Bayraktar’la hiç yüz yüze gelmedim, hiç tanışmadım. Ama nedense kendimi onu tanıyormuş gibi hissediyorum.

Henüz izlemeyenlere YouTube’da yayında olan Akıncı belgeselini tavsiye ederim; iki bölümlük bu belgeselde (ilk bölümü burada, ikinci bölümü burada) Selçuk Bayraktar çok kuvvetli bir metafor kullanıyor.

Türkiye’nin jet motorlu ilk insansız hava aracı olan Kızılelma için test yapılacak. Hangarda, ortada duran uçağın üzerinde muazzam bir bilgi var. Tasarımından motoruna, avioniklerinden seyrüsefer bilgisayarlarına, en minicik elektronik devresinden iniş takımlarına kadar orada gözümüzün önünde muazzam bir bilgi yığını duruyor. Ama bir de, uçağın tekerleklerinin önünde bir takoz var. Belki oradaki yüzbinlerce farklı parça içinde en az bilgi içereni o. Bir takoz. Ama o takoz, hiçbir bilgi içermemesine rağmen bütün o muazzam bilgi yığını uçağın kalkmasına da, hareket etmesine de engel olabiliyor.

Takoz metaforu muhteşem bir metafor bu bakımdan. Sıfıra yakın bilginin o muazzam bilgiyi nasıl durdurabildiğini anlatıyor.

Selçuk Bayraktar’a göre takoz, sadece uçağın tekerleklerinin önündeki o minik parça değil. Her alanda ‘takoz’lar var; zaten belgeselde bunları uzun uzun anlatıyorlar. Takozların belki en büyüğü (veya en etkilisi) Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokratik düzeni ve siyasi yetkililerden alt düzey yöneticilere kadar hiç kimsenin yapılan işi desteklemek için programlı olmaması; herkes Baykar’ın yaptığı işi nasıl engelleriz diye bakmış.

Rahmetli Özdemir Bayraktar ile Hürriyet gazetesinde çalışırken oda komşum Yalçın Bayer sayesinde tanıştım. Bir akşamüzeri vakti tam masamı toplayıp çıkmaya hazırlanıyordum, Yalçın Bayer yanında bir grupla içeri girdi. Sonrası saatler süren bir sohbet oldu. Sanıyorum o akşamki sohbette Haluk Bayraktar da vardı. Özdemir bey, oğlu Selçuk’un ABD’de MIT’de doktorasını tamamlamak üzere olduğunu ama tezini yazdığı halde yayınlamayacağını söyledi; çünkü bir buluş yapmıştı tezine çalışırken ve bu buluş Baykar için önemliydi, yayınlayıp herkese maletmek istemiyordu.

Bugün hala o buluşun tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz, ne o tez yayınlandı ne de Selçuk Bayraktar konuyu genel hatlarıyla olsun anlattı. Ama o buluşun artık efsanevi hale gelen TB2 insansız hava aracını, işi böyle İHA’ları avlamak olan hava savunma sistemlerini bile yok eder hale getiren şey olduğunu düşünmek için elimizde çok emare birikti.

Yani TB2’yi bugünkü efsanevi konumuna getiren şey ‘bilgi’ydi.

Peki o bilgi nasıl ortaya çıktı? Selçuk Bayraktar bin yılda bir dünyaya gelen cinsten bir ‘dahi’ olduğu için mi bu başarılar elde edildi?

Bence Selçuk Bayraktar, hiç ölçülmüş müdür bilmiyorum ama oldukça yüksek bir IQ’ya sahip olmasına rağmen ‘dahi’ değil. Kaldı ki dahi olsa bile o dehanın verim yaratabilmesi için eğitimden geçmesi ve en önemlisi çalışarak tecrübe kazanması gerek. (Herhangi bir işte uzmanlaşmak için harcamanız gereken 10 bin saat kuralını unutmayın.)

Mesele de bu zaten. Belli ki Selçuk Bayraktar ilkokul ve ortaokulda çok başarılı bir öğrenciydi, bu sayede lisede Robert College’i kazandı. RC, uzun yıllardır Türkiye’nin puan olarak girilmesi en zor okulu. Puanı belki Ankara Fen Lisesi’ne de yetiyordu Selçuk Bayraktar’ın ama anne babası onu RC’ye yolladı. Bu okul İstanbul’daydı, okulun parasını ödeyecek güçleri vardı; belki bu faktörler daha önemli bir rol oynadı okul seçiminde ama Robert College’e gitmek, Selçuk Bayraktar’a çok şey kazandırdı.

Özgürlükçü bir ortamda takımlar halinde çalışmanın, kişisel olarak çok iyi anlaşamadığı kişilerle bile bir hedef için işbirliği yaparak bir şeyler üretmenin ne demek olduğunu gördü Bayraktar bu okulda.

Daha sonra İTÜ ve ardından yüksek lisans ve doktora için gittiği ABD’deki UPenn ve MIT gibi okullarda bu takım çalışmasının önemini ve özgürlükçü ortamın insanın potansiyelini gerçekleştirmesine yaptığı katkıyı yaşayarak gördü.

Baktığınızda Türkiye açısından Selçuk Bayraktar gibi bir insanın ortaya çıkabilmiş olması bir çeşit ‘anormallik’ aslında. Çünkü Türk eğitim sistemi her yıl onlarca, yüzlerce, binlerce Selçuk Bayraktarlar çıkmasını hedeflemiyor, aksine onları sıradanlaştırarak yok ediyor. Bu mekanizma bilindiği için kaçabilenler, ona gücü yetenler çocuklarını Türk milli eğitim sisteminden kaçırmaya, sayısı sınırlı bazı özel liselere göndermeye çalışıyor.

Her yıl 20 binden fazla çocuğumuzu yurt dışına lisans eğitimi için gönderiyoruz, eskiden Türkiye’ye geri dönen bu çocuklarımız artık her yıl giderek daha fazla artan sayıdası, üniversiteyi okudukları ülkelerde kalmaya devam etmenin yollarını arıyor. Geçen gün burada alıntı yaptığım Türkiye Bilişim Vakfı için Chicago Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve arkadaşlarının hazırladığı ‘Bilim diasporası’ raporuna göre halen yurt dışında araştırmacı olarak çalışan 12 binden fazla Türkiye kökenli insan var. Bu insanlar sadece yurt dışında daha fazla maaş aldıkları için geri dönmüyor değiller; döndüklerinde gelecekleri ortamı da beğenmedikleri için gelmiyorlar, orada çalışıyorlar. (Rapor, sadece yurt dışında akademik verimi düşenlerin Türkiye’ye geri döndüklerini çok güzel kanıtlıyor. Buna karşılık Türkiye’de verimli olan akademisyenler de yurt dışına gidiyor.)

Selçuk Bayraktar’ın sözünü ettiği takozlar arasında sanırım en büyüğü bu: Eğitim sistemi.

Peki ikinci, üçüncü, beşinci Baykar’lar nasıl çıkacak?

Peki ikinci, üçüncü, beşinci Baykar’lar nasıl çıkacak?

Kızılelma belgeselinin ikinci bölümünde, Bayraktar TB2’nin Sinop’ta girdiği bir testten başarılı olarak çıkmasına rağmen ihalede nasıl ikinci plana atıldığı anlatılıyor.

Bu ihale Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde yapıldı ve kararı da Tayyip Erdoğan’ın bizzat katıldığı Savunma Sanayi İcra Komitesi’nde verildi. Belgeselde Haluk ve Selçuk Bayraktar Erdoğan’a sitem etmiyor, onun yerine test alanında İsrailli şirketin görevlilerinin bulunmasını anlatıyor. Ama ben Özdemir Bayraktar’ın bu ihaleyle ilgili Tayyip Erdoğan’a ilişkin sitemlerini bizzat kendi kulağımla dinlemiştim zamanında.

Bu Sinop olayı ve ardından gelen ihale kararıyla ilgili bir sürü kötü niyetli yorum ve komplo teorisi dile getirilebilir; nitekim Özdemir Bayraktar da aklından bütün bu teorileri geçirdiğini söylemişti ama tamamen iyi niyetle bakıldığında Baykar’ın başarılı olduğu ihaleden neden en küçük payı alabildiğine bir izah getirmek de mümkün. Bunu Özdemir beyle o sohbetimizde konuşmuştuk.

Sorun şuydu: Baykar’ın sermayesi ve öz kaynağı, bu çapta bir savunma sanayi ihalesini sonuna kadar götürecek çapta değildi.

Bayraktar kardeşler belgeselde ‘Bizden ihaleye katılabilmemiz için 500 bin dolarlık teminat mektubu istendi’ diyor ve isyan ediyor: ‘Normalde bizim gibi şirketlere devletin para vermesi gerekirken bizden para istediler.’

Haksız değiller ama tahmin ediyorum bu 500 bin dolarlık teminat mektubu, sermayesi yeterli şirketlerin ihaleye girmesi için konulmuş bir barajdı. Baykar bu mektubu bulmuş ve barajı aşmıştı ama yine de 24 tane İHA’yı yapabilecek mali gücü olduğu konusu şüpheliydi; şirket sonuçta İstanbul İkitelli’de irice bir atölyede çalışıyordu. (İhale tümüyle Baykar’a verilse şirket kendisi de üretim için ihtiyaç duyacağı sermayeyi bulabilirdi bir ihtimal. Bu arada o ihalede aslan payını alan ve sermaye sorunu olmayan rakip şirketin İHA’sının adını duyan var mı?)

Fakat tabii böyle durumlarda, örneğin Amerika’da, hemen devreye DARPA adlı kurum girer, şirketin ne yaptığına bakıp ona ortak olarak sermaye sağlar, şirket para kazandığında da bu hisselerini satıp parasını çoğu zaman fazlasıyla geri alır. Yani savunma sanayii söz konusu olduğunda devletin bir kurumu rahatça girişim sermayesi gibi davranabiliyor.

Türkiye’de de aslında yapılması gereken buydu: Yerli ve milli bir şirketi yerli ve milli sermaye ile desteklemek. Ama dönemin Tayyip Erdoğan hükümeti bunu yapmadı, aksine Baykar’a İsrail’de Heron’ları üreten TAİ talip oldu, ‘Sizi satın alalım’ dendi.

Bugün Kale Grubu’nun ortak olmasıyla Baykar’ın sermaye ihtiyacı kalmadı ama emin olun savunma sanayii konusunda atılımlar peşinde koşan onlarca şirketin sermaye açığı var. Ve bunlar içinde yeni Baykar’lar çıkma olasılığı da azımsanmamalı.

Bir başka takoz da bu işte: Yüksek teknolojili savunma sanayii işleri bilgi yoğun olduğu kadar sermaye bakımından da yoğun işler. İyi bir fikri, iyi bir bilgisi, iyi bir işi olan insanların aynı piyasada birbirleriyle rekabet eden Aselsan dahil ‘yırtıcı kuşlar’ yerine, amacı rekabeti arttırmak ve yeni teknolojilerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmak olan bir başka girişim sermayesi fonundan sermaye bulabilmesi gerek.

Maalesef şu anda, ikinci, üçüncü, beşinci Selçuk Bayraktar çıkarma yollarımız kadar ikinci, üçüncü, beşinci Baykar’ları çıkarma yollarımız da açık değil.

Önde bir takoz daha var.

İyi zeytinyağının litresi 500 lirayı geçerse şaşırmayın

İyi zeytinyağının litresi 500 lirayı geçerse şaşırmayın

Bilen biliyor, ben de hatırlatayım: Zeytinyağı, raf ömrü olan bir ürün. Şu an market veya bakkal raflarında gördüğünüz bütün zeytinyağları geçen yılın ürünü ve kullanım ömürleri (saklanma şartlarına göre) tükenmek üzere.

Bu yılın ürünü için iki ay içinde hasat başlayacak, Türkiye’de geleneksel olarak hasat ocak ayına kadar devam edebiliyor ama geç hasattan elde edilen yağın kalitesi hep tartışmalı.

Henüz yeni ürün ortaya çıkmadı ama eski ürünün yüzde 284’e yakın zam gördüğünü anlatıyor bugün 10Haber’de Nuray Tarhan’ın haberi. Yurt dışında da fiyatlar yükseliyor, İspanya’da yağın litre fiyatı 10 dolara dayanmış durumda.

Geçen yıl İspanya ciddi bir kuraklık yaşadığı için az ürün almıştı, bu açığını Türkiye dahil ülkelerden ithalat yaparak kapattı, Türkiye’den ‘dökme’ tabir edilen markasız yağları alıp kendi markalı ihracat taahhütlerini yerine getirdi. Oysa Türkiye için kendi markalı ürün pazarını arttırmak için bir fırsat vardı geçen yıl, o kullanılamadı.

Bu yıl kuraklık bize de geldi ve zeytin rekoltesi düşük tahmin ediliyor. Yaz aylarında sulama yapan zeytinciler kazanacak ama bizde ekili arazilerin çoğunda zeytine sulama yapılmaz, o yüzden verim düştü. Çoğu yerden meyvenin büyümediği haberleri geliyor.

O yüzden yeni sezonla birlikte 0,5 asitin altında asit oranına sahip ‘iyi’ kalite yağların litresini markette en az 500 lira olarak görürseniz hiç şaşırmayın.

Bu yıl zeytinyağlı yemek veya ekmeğinizi şöyle hafif geniz yakan güzel bir yağa banmak, sadece zengin sınıfın sahip olduğu bir ayrıcalık olacak.

Ne yani, şimdi sokakta içki içmek serbest mi?

Ne yani, şimdi sokakta içki içmek serbest mi?

Türkiye ifrat ile tefrit arasında gidip geliyor. Dünyanın bütün ülkeleri gibi Türkiye’de de normalde sokakta içki içmek yasaktır. Bu yasak pek uygulanmaz ama vardır. Nitekim bizim kabahatlar kanunu da sokakta içki içmeyi değil sarhoş olup etrafı rahatsız etmeyi ‘kusur’ sayar ve para cezası öngörür.

Dün İstanbul Valiliği son derece gereksiz bir genelge ile polise bu yasağı hatırlattı, yasağın uygulanmasını istedi. Ama diyorum ya, yasaya göre uygulanacak olan şey sarhoş olup etrafı rahatsız edenleri cezalandırmaktı, başka bir şey değil.

Yine de bu genelge hemen ‘Yaşan tarzına müdahale’ gibi anlaşıldı, başladı sosyal medyada ve internet medyasında bir tartışma. Genelgenin anayasaya aykırı olduğunu, hatta ‘laikliğe aykırı’ olduğunu öne sürenler bile çıktı.

Sonunda valilik bir düzeltme yayınlamak zorunda kaldı. Bu sefer de ‘Sokakta içki içmeye bir engel yok’ demeye getirdi.

Ben de merak ediyorum, mesela Haliç veya Boğaz kıyısındaki bir parka gidip çilingir soframızı kurup rakı içsek polis bir şey demeyecek mi?

Şiddetin geldiği nokta: Çocuklar katil oluyor

Şiddetin geldiği nokta: Çocuklar katil oluyor

İstanbul’da 14 yaşındaki bir çocuk, 19 yaşındaki bir başka çocuğun yanına gelmiş, iddiaya göre ‘Bisikletleri değişelim mi’ demiş. Bu sorudan sonra artık nasıl bir tartışma çıktıysa, 14 yaşındaki çocuk 19 yaşındakini bıçaklamış ve öldürmüş.

Bu ilk ve tek vaka değil. Daha geçen hafta biri Denizli’de, diğeri İstanbul’da iki çocuk cinayeti daha işlenmişti.

Şiddet salgının geldiği noktaya bakar mısınız? Küçük çocuklarımız bile artık sorunlarını sadece şiddetle çözeceklerini düşünüyor ve buldukları ilk fırsatta silaha sarılıp karşılarındakini öldürüyor.

Keşke bu konuda kamusal bir tartışmamız olsa…