İkinci, üçüncü, beşinci Selçuk Bayraktar nasıl çıkacak?
Rahmetli babası Özdemir Bayraktar’la bir kaç kez uzun uzun sohbet etmişliğim var ama Selçuk Bayraktar’la hiç yüz yüze gelmedim, hiç tanışmadım. Ama nedense kendimi onu tanıyormuş gibi hissediyorum.
Henüz izlemeyenlere YouTube’da yayında olan Akıncı belgeselini tavsiye ederim; iki bölümlük bu belgeselde (ilk bölümü burada, ikinci bölümü burada) Selçuk Bayraktar çok kuvvetli bir metafor kullanıyor.
Türkiye’nin jet motorlu ilk insansız hava aracı olan Kızılelma için test yapılacak. Hangarda, ortada duran uçağın üzerinde muazzam bir bilgi var. Tasarımından motoruna, avioniklerinden seyrüsefer bilgisayarlarına, en minicik elektronik devresinden iniş takımlarına kadar orada gözümüzün önünde muazzam bir bilgi yığını duruyor. Ama bir de, uçağın tekerleklerinin önünde bir takoz var. Belki oradaki yüzbinlerce farklı parça içinde en az bilgi içereni o. Bir takoz. Ama o takoz, hiçbir bilgi içermemesine rağmen bütün o muazzam bilgi yığını uçağın kalkmasına da, hareket etmesine de engel olabiliyor.
Takoz metaforu muhteşem bir metafor bu bakımdan. Sıfıra yakın bilginin o muazzam bilgiyi nasıl durdurabildiğini anlatıyor.
Selçuk Bayraktar’a göre takoz, sadece uçağın tekerleklerinin önündeki o minik parça değil. Her alanda ‘takoz’lar var; zaten belgeselde bunları uzun uzun anlatıyorlar. Takozların belki en büyüğü (veya en etkilisi) Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokratik düzeni ve siyasi yetkililerden alt düzey yöneticilere kadar hiç kimsenin yapılan işi desteklemek için programlı olmaması; herkes Baykar’ın yaptığı işi nasıl engelleriz diye bakmış.
Rahmetli Özdemir Bayraktar ile Hürriyet gazetesinde çalışırken oda komşum Yalçın Bayer sayesinde tanıştım. Bir akşamüzeri vakti tam masamı toplayıp çıkmaya hazırlanıyordum, Yalçın Bayer yanında bir grupla içeri girdi. Sonrası saatler süren bir sohbet oldu. Sanıyorum o akşamki sohbette Haluk Bayraktar da vardı. Özdemir bey, oğlu Selçuk’un ABD’de MIT’de doktorasını tamamlamak üzere olduğunu ama tezini yazdığı halde yayınlamayacağını söyledi; çünkü bir buluş yapmıştı tezine çalışırken ve bu buluş Baykar için önemliydi, yayınlayıp herkese maletmek istemiyordu.
Bugün hala o buluşun tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz, ne o tez yayınlandı ne de Selçuk Bayraktar konuyu genel hatlarıyla olsun anlattı. Ama o buluşun artık efsanevi hale gelen TB2 insansız hava aracını, işi böyle İHA’ları avlamak olan hava savunma sistemlerini bile yok eder hale getiren şey olduğunu düşünmek için elimizde çok emare birikti.
Yani TB2’yi bugünkü efsanevi konumuna getiren şey ‘bilgi’ydi.
Peki o bilgi nasıl ortaya çıktı? Selçuk Bayraktar bin yılda bir dünyaya gelen cinsten bir ‘dahi’ olduğu için mi bu başarılar elde edildi?
Bence Selçuk Bayraktar, hiç ölçülmüş müdür bilmiyorum ama oldukça yüksek bir IQ’ya sahip olmasına rağmen ‘dahi’ değil. Kaldı ki dahi olsa bile o dehanın verim yaratabilmesi için eğitimden geçmesi ve en önemlisi çalışarak tecrübe kazanması gerek. (Herhangi bir işte uzmanlaşmak için harcamanız gereken 10 bin saat kuralını unutmayın.)
Mesele de bu zaten. Belli ki Selçuk Bayraktar ilkokul ve ortaokulda çok başarılı bir öğrenciydi, bu sayede lisede Robert College’i kazandı. RC, uzun yıllardır Türkiye’nin puan olarak girilmesi en zor okulu. Puanı belki Ankara Fen Lisesi’ne de yetiyordu Selçuk Bayraktar’ın ama anne babası onu RC’ye yolladı. Bu okul İstanbul’daydı, okulun parasını ödeyecek güçleri vardı; belki bu faktörler daha önemli bir rol oynadı okul seçiminde ama Robert College’e gitmek, Selçuk Bayraktar’a çok şey kazandırdı.
Özgürlükçü bir ortamda takımlar halinde çalışmanın, kişisel olarak çok iyi anlaşamadığı kişilerle bile bir hedef için işbirliği yaparak bir şeyler üretmenin ne demek olduğunu gördü Bayraktar bu okulda.
Daha sonra İTÜ ve ardından yüksek lisans ve doktora için gittiği ABD’deki UPenn ve MIT gibi okullarda bu takım çalışmasının önemini ve özgürlükçü ortamın insanın potansiyelini gerçekleştirmesine yaptığı katkıyı yaşayarak gördü.
Baktığınızda Türkiye açısından Selçuk Bayraktar gibi bir insanın ortaya çıkabilmiş olması bir çeşit ‘anormallik’ aslında. Çünkü Türk eğitim sistemi her yıl onlarca, yüzlerce, binlerce Selçuk Bayraktarlar çıkmasını hedeflemiyor, aksine onları sıradanlaştırarak yok ediyor. Bu mekanizma bilindiği için kaçabilenler, ona gücü yetenler çocuklarını Türk milli eğitim sisteminden kaçırmaya, sayısı sınırlı bazı özel liselere göndermeye çalışıyor.
Her yıl 20 binden fazla çocuğumuzu yurt dışına lisans eğitimi için gönderiyoruz, eskiden Türkiye’ye geri dönen bu çocuklarımız artık her yıl giderek daha fazla artan sayıdası, üniversiteyi okudukları ülkelerde kalmaya devam etmenin yollarını arıyor. Geçen gün burada alıntı yaptığım Türkiye Bilişim Vakfı için Chicago Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve arkadaşlarının hazırladığı ‘Bilim diasporası’ raporuna göre halen yurt dışında araştırmacı olarak çalışan 12 binden fazla Türkiye kökenli insan var. Bu insanlar sadece yurt dışında daha fazla maaş aldıkları için geri dönmüyor değiller; döndüklerinde gelecekleri ortamı da beğenmedikleri için gelmiyorlar, orada çalışıyorlar. (Rapor, sadece yurt dışında akademik verimi düşenlerin Türkiye’ye geri döndüklerini çok güzel kanıtlıyor. Buna karşılık Türkiye’de verimli olan akademisyenler de yurt dışına gidiyor.)
Selçuk Bayraktar’ın sözünü ettiği takozlar arasında sanırım en büyüğü bu: Eğitim sistemi.