Dünya iktisat literatürüne Türkiye katkısı: İthalatla büyüme
Efsane odur ki, Birleşik Krallık’ın ‘bakire kraliçe’si 1. Elizabeth, kendi devri iktidarında, bundan 450-500 yıl önce ‘Britanya hiçbir zaman kendi sattığından daha fazla ithalat yapmayacak’ diye bir kural koymuş.
Bu kural, iktisat tarihinde ‘Merkantilizm Çağı’ adı verilen çağın da başlatıcısıdır. 1558’den 1603’e kadar tahtta kalan Elizabeth’in döneminde Birleşik Krallık dünyanın ‘yükselen gücü’ haline gelmişti.
Britanya, Elizabeth’in gerçekte resmen var olup olmadığı bilinmeyen ama fiilen yüzyıllar boyunca uygulanan bu ‘kuralı’nın sonucunda ‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’a dönüştü, dünya üzerindeki askeri ve ekonomik hakimiyetini 1. Dünya Savaşı sonuna kadar da sürdürdü.
İngiltere Merkez Bankası, yani ‘Bank of England’ o dönem boyunca altına dayalı olan dünya para ekonomisinde dünyanın bütün altınlarının aktığı yerdi. Bankanın depolarında, kasalarında sadece İngiltere’nin değil onun ticaret yaptığı bütün ülkelerin altınları dururdu. Bu gelenek kısmen hala sürüyor, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bile bir miktar altını hala Bank of England kasalarında olmalı.
Merkantilizm dönemi, uluslararası ticaretin ‘bilek bükme’ yöntemiyle, donanmaların gücü sayesinde yürüdüğü tatsız bir dönemdi; başlıca kazananı güçlü donanmasıyla İngiltere oldu ama Fransa’yı, Hollanda’yı vs de küçümsememek gerek.
Bugün tabii dünya ticareti merkantilizme göre biraz daha ‘adil’ gibi duruyor ama tartışma konumuz bu değil: Konumuz, bir ulusun servet biriktirmek için yapması gereken doğru hareketi bundan 500 yıl önce İngiltere Kraliçesi’nin doğru tespit etmiş ve uygulamış olması.
Nedir bir ulusun zengin olmasının ve servet biriktirmesinin yöntemi? Aslında prensip, bakkal dükkanı için de, herhangi bir şirket için de aynı: Yaptığınız harcamalar ve dışarısıyla alışverişiniz elde ettiğiniz gelirden fazla olmayacak, yani her seferinde kazanç elde edecek, bu kazancı biriktirecek ve ileride daha fazla kazanç elde etmek için yatırım sermayesi olarak kullanacaksınız.
Bundan 40 yıl önce fakir ülkeler sınıfında olan Çin nasıl zenginleşiyor? Verdiği ticaret fazlasıyla. Almanya neden zengin? Hala ticaret fazlası veriyor. Vietnam nasıl oldu da sefaletten çıkıp zenginliğe yol aldı? Ticaret fazlasıyla. 70 yıl önce kurtarmaya gittiğimiz Güney Kore nasıl bugün bu kadar müreffeh? Ticaret fazlasıyla.
Görüyorsunuz, dünyada dış ticaretin kuralları sık sık değişse ve güç ilişkileri önemli roller oynasa dahi bir ilke değişmiyor: Sattığınız şeylerle elde ettiğiniz gelir, aldığınız şeylere yaptığınız harcamadan fazla olacak.
Daha üç gün önce Türkiye’nin temmuz ayı dış ticaret verileri açıklandı, 12 milyar dolar ‘açık’ vermiştik ve yıl başından bu yana ticaret açığımız 73 milyar doları aşmıştı.
Yani, dışarıdan aldığımız mal ve hizmetlere ödediğimiz para, yurt dışına yaptığımız satışla elde ettiğimiz gelirden 73 milyar dolar daha fazlaydı.
Peki ama nereden bulduk bu parayı da harcamaya devam ettik? İki yolu var: 1. Ya borç aldık ve o borcu harcadık; 2. Ya da bir zamanlar ‘kara gün’ için biriktirdiğimiz paraları harcadık.
Türkiye baktığınızda çok ender yaşanan ve yurt içinde ağır bedeller ödeten bazı yıllar dışında son 200 yıllık tarihinde pek dış ticaret fazlası verebilmiş bir ülke değil. Dolayısıyla zenginleşmesi, refah yaratması, halkına mutluluk ve iyi yaşam sunması da imkansız bir ülke.
‘İmkansız’ kelimesini çok keskin bulabilirsiniz ama bulmayın: Bakkal dükkanı örneğini hatırlayın, geliriniz giderlerinizi karşılamaya yetmediği halde zenginleşebilir misiniz?
Ama bakıyoruz, Türkiye ‘büyüyor.’ Dün, Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK bu yılın ikinci üç aylık dönemine ilişkin gayrı safi yurt içi hasıla rakamlarını açıkladı. Bu rakamlara bakınca Türkiye yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3,8 büyümüş. İlk çeyrekte de yüzde 3,9 büyümüştük.
Peki nereden geliyor bu büyüme? İç tüketimden ve o tüketimin en büyük destekçisi olan ithalattan. Baktığınızda bu yılın ilk üç ayında hane halkı tüketimi yüzde 17,3; ithalat ise yüzde 14,2 ‘büyümüş.’ İkinci çeyrekte de durum çok farklı değil: Hane halkı tüketimi yüzde 15,6, ithalat yüzde 20,3 ‘büyümüş.’
İngilizce dilinde güzel bir söyleyiş biçimi var, ‘Contradiction in terms’ diye. Yani söylediğiniz cümlede kullandığınız kavramların bir arada olamayacak kavramlar olması. ‘İthalatla büyüme’ tam olarak böyle bir şey. ‘Tüketerek büyüme’ de öyle. Belki geçici süreler için bunu sağlamak, yani ithalatla ve tüketimle büyümek mümkün olabilir ama bunun sürdürülmesi imkansız.
Yine İngilizce’de çok kullanılan bir deyiş var: ‘There’s no free lunch.’ Bedava yemek diye bir şey yok.
Eninde sonunda o veya bu yolla o bedava sandığınız yemeğin parasını ödersiniz. Size ödetirler.
Bizim de meşhur bir sözümüz var: Yazın yediğin hurmalar…