18-09-2023
İsmet Berkan

Eşraf ve mütegallibe partisinden endişeli modernlerin partisine: CHP ‘solcu’ olabilir mi?

Eşraf ve mütegallibe partisinden endişeli modernlerin partisine: CHP ‘solcu’ olabilir mi?

Hiç düşündünüz mü, CHP’yi kuranlar kimlerdi diye.

Sorunun basit bir cevabı var elbette: Atatürk kurdu.

Doğrudur, Anadolu’da Milli Mücadele’nin başlıca meşruiyet kaynağı, Atatürk’ün meşhur Amasya Tamimi ile her şehirde tek tek kurulmaya başlayan Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri, Sivas Kongresi ile tek bir çatıya dönüşmüş, bu kongre ardından yapılan Osmanlı Meclisi Mebusan seçimlerine bir parti çatısında olmasa da ortak listeler ile katılmış ve seçimde çoğunluğu oluşturmuş, o Meclis 23 Nisan 1920’de Ankara’ya taşındıktan sonra da kahir çoğunluğu oluşturmaya devam etmiş, sonunda Atatürk’ün kaleme aldığı önce üç ilke etrafında bir grup kurmuş, sonra da yine Atatürk’ün ilan ettiği 9 ilke etrafında siyasi partiye dönüşmüş, derken bu ilkeleri 6 Ok’a çevirmiş olan bir yapı.

Bu gelişimde Mustafa Kemal Atatürk’ün payı çok büyük hiç kuşkusuz, o yüzden CHP’ye ‘Atatürk’ün kurduğu parti’ demek yanlış değil, aksine yüzde 100 doğru.

Ama yine de, siyasi parti dediğiniz şey ilçe ilçe, il il oluşan, binlerce, onbinlerce insandan meydana gelen bir organizma. Kimdi bu insanlar?

CHP’de Bülent Ecevit’in meşhur kadro hareketinin en önemli ismi, bu partinin 70’li yıllardaki efsanevi Dışişleri Bakanı, hayatının son döneminde bir iki dersine hınca hınç dolu anfiye zor bela sıkışıp o dersleri dinleyebildiğim için hala gurur duyduğum Prof. Dr. Turan Güneş, CHP için ‘Eşraf ve mütegallibe partisi’ tanımını kullanırdı.

Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’ın hafta sonu PolitikYol sitesinde çıkan yazısı olmasa, bir zamanlar hararetle tartıştığımız bu bilgileri hatırlamayacaktım. Gerçekten de Turan Güneş, CHP ve Türk siyasi tarihi içinde son derece önemli bir şahsiyet. 

Önemi, ‘Eşraf ve mütegallibe partisi’ diye nitelediği CHP’yi ‘Halk partisi’ yapmak için verdiği siyasi ve entellektüel mücadeleden gelir. 50’li yılların ortasından 12 Eylül 1980’e kadar süren, bir ara (70’li yıllarda) kısmi başarı elde eden ama hiçbir zaman tamama ermeyen bir mücadele.

Ne demektir ‘Eşraf ve mütegallibe’? Eşraf, bir şehrin, kasabanın önde geleni demek. Bunlar cami hocası, tüccar, esnaf, büyük toprak sahibi, kaymakam, vali, jandarma komutanı gibi kişiler. Mütegallibe ise zorba demek. Şehirlerde eli silah tutan, etrafında belki silahlı adamları da olan, milis teşkilatı oluşturmaya yatkın kişiler. CHP’yi kaçınılmaz biçimde kuranlar ve sonra da Cumhuriyet rejiminde yükselen sınıflar bunlardır.

Bu yazdıklarım eleştiri değil. Neredeyse sıfır noktasından bir devlet kurmaya ve en önemlisi merkezi İstanbul’da olan kadim devlete baş kaldırmaya kalkıp koca Anadolu coğrafyasında bütün bu grupları ortak bir çıkar (vatanı ve Türklüğü kurtarmak) etrafında bir araya getirmek, ülkeyi işgalden kurtarmak, sonra da onları adım adım yeni rejime taraftar yapmak çok ama çok büyük bir olay.

Bu parti ülkeyi 1950’ye kadar tek başına yönetirken belki bir sorun yoktu ama 1946’da parti içinde yaşanan bir bölünmeyle ayrılan bir kısım eşraf açısından Cumhuriyet kurulalı beri sistemin dışladığı kalabalıklara ulaşmak çok da zor olmamıştı doğal olarak.

Neyse amacım CHP tarihi yazmak değil, esas önemli konu bugün CHP’nin dönüp dolaşıp yeniden ‘değişim’ arayışında olması ve bu değişim için önerilen yolun artık bir mitolojiye dönüşmüş olan ‘Atatürk yolu’nda ve ‘Solda’ aranmak istenmesi.

Cumartesi günü yazdım, CHP hiçbir zaman ‘sol’ bir parti olmadı, ona oy verenler de esasen kelimenin evrensel anlamıyla ‘solcu’ falan değiller.

Peki kim onlar? Bu parti Hasan Bülent Kahraman’ın da yerinde tespitindeki gibi 1992 yılından itibaren ‘muhafazakarlaştı.’ Ama esas muhafazakarlık patlaması 2002’de Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle yaşandı. Başlangıçta Deniz Baykal, gayet pragmatik gözüküyor, parlamento dışında kalmış yüzde 45’lik muhalefeti de temsil etmeyi amaçlar gibi duruyordu. Bu yüzden AB reformlarına bir süre destek de verdi ama sonunda kendi çekirdek kitlesinden gelen itirazlara boyun eğip sudan bir bahaneyle ‘Anayasa değişikliği taleplerini konuşmayacağını’ ilan edip partisini o günlerin yaygın söylemiyle ‘endişeli modernlerin’ partisi yaptı.

Bugün hala CHP temelde bu ‘endişeli modern’lerin partisi. Kemal Kılıçdaroğlu bu durumu bir miktar makyajla değiştirmek istedi ama arkaya yeni bir fikir koymadı. Bugün de Kılıçdaroğlu’nun kendisi de, onun rakipleri de ortaya bir fikir koymamaya, CHP’ye yeni bir taban aramamaya devam ediyorlar; çünkü onlara göre de ‘Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan daha fazla kuş.’

CHP’deki iç tartışmaların bir yere varamayacağı şimdiden belli bence.

Elon Musk, Türkiye’de Tesla fabrikası açar mı?

Elon Musk, Türkiye’de Tesla fabrikası açar mı?

 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın New York fırtınası başladı. Fırtınadan kastım, Erdoğan’ın dünden itibaren girdiği hızlı ikili görüşme trafiği. Ardı ardına gelen görüşme haberlerini zaman içinde karıştırmaya başlayacağız. Erdoğan her yıl bunu yapıyor.

İlk günün görüşmelerinden biri, Elon Musk ile olanıydı. Ünlü teknoloji milyarderi ile Türkiye’nin bir sürü işi var. Uydularımızı o uzaya gönderiyor. Bu yıl iki astronotu Uluslararası Uzay İstasyonu’na o götürecek. Belki önümüzdeki yıl ‘Aya sert iniş’i de onun bir roketiyle havalanıp gerçekleştireceğiz. (Türkiye kendisi de bir roket geliştirmeye çalışıyor, bu konuda hayli mesafe de aldı.)

Musk’ın Türkiye’den kazanacağı birkaç yüz milyon dolar sebebiyle sıkışık takviminde New York’a kadar gelip Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeye zaman ayırması son derece normal.

Erdoğan bu görüşmede Musk’a da sürpriz gibi gelmiş olma ihtimali yüksek bir öneride bulundu: Neden gelip Türkiye’de bir Tesla fabrikası kurmuyordu?

Tesla’nin ABD dışında biri Çin’de, diğeri Berlin’de iki fabrikası var. Bu fabrikaların talebe cevap veremediğini biliyoruz. Çin’deki fabrika neredeyse sadece Çin’in iç talebine üretim yetiştirmeye çalışıyor. Berlin’deki fabrika ise Avrupa’ya yetmiyor.

Düşünün Tesla, sadece Y modelini Türkiye’de satmaya başladı, şimdiden binlerce araç sattı bile, trafikte yanınızdan bir Tesla geçmesi gayet sıradan bir görüntüye dönüştü.

Esasen Türkiye’de fabrika açmak Tesla’ya bir rekabet üstünlüğü bile sağlayabilir. Çünkü pil üretmek için gereken hammaddeye Türkiye’nin ulaşması, Berlin’in ulaşmasından daha kolay.

Ama unutmayın, Berlin’i bir teknoloji merkezi yapmak isteyen Berlin Senatosu, Tesla’ya çok ciddi bir avantaj sağladı oraya gelmesi için. Eğer Türkiye de benzer avantajları sağlarsa, zaten yeni fabrika yapma ihtiyacı duyan Tesla’nın Türkiye’ye gelmemesi için sebep yok.

Togg’un varlığı sayesinde emeklemeye başlayan bir ‘mobilite sektörü’müz oluşmaya başladı. Tesla’nın varlığı bu sektörü çok daha büyütebilir.

Bu psikiyatristin amacını anlayanımız var mı?

Bu psikiyatristin amacını anlayanımız var mı?

 

Gazeteci Timur Soykan ortaya çok büyük bir sağlık skandalı çıkardı; olay o kadar büyük ve önemli ki, 10Haber dahil bütün medya bu işin peşine düştü. İstanbul’da bir çocuk psikiyatristi, iddiaya göre çok sayıda çocuğa ‘travmaya bağlı çoklu kişilik bozukluğu’ teşhisi koymuştu; bu çocukların anne-babalarının (daha çok babalarının) tecavüzüne uğradığını öne sürüyordu.

Çocuklar sağlıklı mıydı da bu teşhisleri almışlardı? Bir doktorun bu kadar çok çocuğa benzer teşhisi koyması bir istatistiksel anormallik miydi? Doktorun kendisi bu teşhisi zorlayarak koyuyor, ailelerin içine dinamit mi atıyordu? Doktorun bu işten çıkarı neydi? Burada ‘kötü’lüğü yapan doktor muydu, o çocukların aileleri mi?

Böyle ardı ardına daha onlarca soru sorabilirim; çünkü bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyoruz.

Bir şey kesin: Bu doktor çocuklara ketamin iğnesi yapıyordu. Ketamin, çok kuvvetli bir uyuşturucu. Son yıllarda bu ilaçla bağımlılık, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu tedavisinin yapılabileceğine dair araştırmalar var ama henüz kesinleşmiş bir tedavi yöntemi yok. Ben sanmıyorum ki, gelişmiş dünyanın herhangi bir yerinde çocuklarda ketamin kullanılmasına tıbben izin veriliyor olsun. Oysa doktorumuz anestezi uzmanları için bile erişimi kısıtlı olan bu maddeye istediği gibi erişebiliyor anlaşılan.

Polisin ve savcılığın bu vaka konusunda mutlaka bilimsel ve teknik yardım alması gerek. Umarım Sağlık Bakanlığı ve tıp fakültelerinin psikiyatri bölümleri polisten ve savcılıktan bu yardımı esirgemez.

Eğer ülkemizde anne babaların çocuk tacizi tecavüzü bu doktorun öne sürdüğü kadar yaygınsa çok vahim bir durumdayız. Yok tam tersi, doktor bu vakaları uyduruyor ve çocukları da bu yönde konuşmaları için yönlendiriyorsa, durum daha da vahim.