Ah be Manuel!
Ne diyeceğimi bilemeden, şaşkın ve galiba daha çok şok halinde bilgisayarımın başında oturmuş, boş ekrana bakıyorum.
Manuel Çıtak ölmüş, ben de, tanıyan neredeyse herkesin sonsuz miktarda sevdiği bu arkadaşımın ardından ne yazacağımı düşünüyorum.
Bazı insanlar vardır, hayatınızın bir noktasında tanışırsınız ama daha tanıştığınız andan itibaren sanki çocukluğunuzdan beri onunla arkadaşmışsınız gibi olur.
Deminden beri oturmuş, Manuel’le ilk ne zaman tanıştığımı hatırlamaya çalışıyorum.
Acaba 80’lerde mi, 90’larda mı, yoksa daha sonra 2000’lerde mi?
İçimden bir ses, ‘Hayır’ diyor, ‘Siz çocukluktan beri arkadaştınız…’
Değildik elbette ama diyorum ya, bana öyleymiş gibi geliyor.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam Manuel’le tanışmama, başka pek çok konuda olduğu gibi fotoğrafçılık konusunda da olağanüstü bir yetenek olan Ümit Kıvanç vesile olmuştu.
Manuel, diyorum ya, tanıştığınız anda size sanki doğduğunuzdan beri arkadaşmışsınız hissi veren bir adamdı, büyük bir sanatçıydı.
Ben bu ‘sanatçı’ kelimesini kullanmayı pek sevenlerden değilim ama Manuel’in fotoğraflarını anlatmak için başka kelime de bulamıyorum. Onun siyah beyazlarının da, renklilerinin de içinde kaybolurdunuz. Fotoğraf, ışığıyla, kadrajıyla sizi alır başka yerlere götürürdü. Sanat da zaten tam olarak bunu yapmaz mı, sizin buradan alıp başka bir yere götürmez mi?
10Haber’deki arkadaşlar, bugün Manuel’in ölüm haberinin içine onun çektiği Adalet Ağaoğlu portresini koymuşlar. Adalet Hanımın roman ve öykülerine eğer aşinalığınız varsa, o fotoğrafta onun edebiyat hayatının tamamını ve üstüne muzip kişiliğini görebilirsiniz aslında. Manuel, çaktırmadan, gayet gösterişsiz biçimde işte bunu başarırdı çektiği her portrede. Fotoğrafta, o kişinin neredeyse ruhunu görürdünüz..
Orhan Pamuk’un Kar romanının kapağında onun fotoğrafı olmasa, o romanı başka türlü okurdunuz ve kim bilir belki romandan başka şeyler anlardınız. Manuel, elini attığı her konuya böyle büyük derinlik kazandıran bir fotoğrafçıydı.
Ama hayır, Manuel’in fotoğrafçılıktaki yeteneğinden kat be kat daha yetenekli olduğu bir konu daha vardı. Manuel iyi insandı, sıcak, zaman zaman huysuz ama her zaman dibine kadar sahici, riyadan hiç nasibini almamış, etrafını sımsıkı kucaklayan gerçek bir iyi insandı.
Ve evet, bu da bir yetenek. Diğer bütün yetenekler gibi insanda doğuştan olan ama sonra çok çalışmayla geliştirilen bir yetenek. İyi insan olmak kolay değil.
‘Sanatçı’ gibi ‘İyi insan’ da tanımlanması zor bir şey. Nasıl bir şeyin sanat, onu yapanın da sanatçı olduğunu daha ilk baktığınız anda bilincinizle değil iç güdülerinizle anlarsanız, iyi insanı da öyle daha üstünde düşünmeye fırsat bulamadan, iç güdülerinizle tanırsınız.
İyi insan, maalesef bu dünyada çok ender bulunan bir şey. Zaten o yüzden herhalde, insan ‘iyi’ biriyle tanıştığında hemen ona sarılır, bir daha onu bırakmak hiç istemez.
Manuel, o ender bulunan ‘iyi insan’lardandı. Etrafındaki herkesin hayatına sadece iyilik ve güzellik getirdi. Onu tanıyan herkes onun bu hesapsızca etrafına saçtığı iyilik ve güzellikle zenginleşti.
Kabullenmesi çok zor ama o artık yok ve bizler de fena halde eksildik.
Sevgili Şebnem, Tamar ve Aro; sizlerin hayatınızda oluşan boşluğu bırakın anlamayı, tahayyül bile edemiyorum.
Biliyorum, ne desem boş. Toprağı bol olsun, yattığı yer incitmesin.