İnsan kanıyla siyaset, hatta diplomasi yapmak: Hamas, İsrail’e saldırırken neyi hedefliyordu?
Hamas’ın 7 Ekim Cumartesi sabahı İsrail’e yaptığı saldırıyı ilk duyduğum andan itibaren, bunun bir ‘intihar saldırısı’ olduğunu düşünüyorum.
Bu sefer fark, eylemi vücuduna bombalar sarmış tek kişi veya kaçırdıkları uçağın pilot koltuklarına oturan 8 kişi değil 1500 kişi ile onlara cephe gerisinde destek veren diğer binlerce kişi yaptı.
Bir başka fark, eyleme katılanların hepsinin ölmemesiydi. Ama hepsi ölmeyi göze almıştı.
Neden intihar saldırısı olarak tanımladığım da çok açık herhalde: Hamas, İsrail’i bu yolla dize getiremeyeceğini, hatta askeri olarak ona zarar bile veremeyeceğini biliyordu. Hamas’la birlikte bütün dünyanın bildiği başka bir şey daha vardı: İsrail, onu bu şekilde vurduğunuzda tek bir biçimde tepki gösterirdi, Gazze’yi bombalayarak, hatta Gazze’yi karadan işgal ederek…
Nitekim cumartesi günü daha saldırıya uğrayan kimi kibutzlarda Hamas militanları kapı kapı dolaşıp öldürecek veya rehin alacak İsrailli aramaya devam eder, İsrail polisi ve askeri bu saldırılara cevap veremez durumdayken İsrail hava kuvvetlerine ait uçaklar çoktan havalanmış ve Gazze’yi vurmaya başlamıştı bile. Neredeyse refleksi bu İsrail’in, kaldır uçakları vur Gazze’yi. Düşünün, havalanan pilotların elinde vurulacak hedefler listesi bile vardı, rast gele atmadılar bombalarını.
Peki ama bu başarması imkansız, İsrail’in vereceği cevabı ise Gazze’deki minik çocukların bile bildiği eylemle Hamas ne elde etmeyi ummuştu?
Havadan yağmur gibi yağan bombalar altında ölen, yaralanan, açlığa susuzluğa ve evsizliğe mahkum edilen Filistinliler, Hamas’ın neyi başarmasının uğruna bu acıları çekiyorlar?
Günlerdir Amerikan basınında, İngiliz basınında, İsrail basınında bu konuda çıkan bütün analizleri okumaya çalışıyorum. Aklımda da hep bu soru: Hamas bu saldırıyı neden yaptı? Ne elde etmeyi umuyordu?
Akla gelen ilk neden şu: İsrail de, on yıllardır topraklarından edilmiş, yarı insan muamelesi yaşayan acılı bir halk olan Filistin’in içinden çıkan bir direniş örgütü olan Hamas da, savaşla yaşayan, savaş olduğu zaman bu dünyadaki varlıklarını anlamlı biçimde hisseden organizasyonlar. Dolayısıyla Hamas’ın bir fırsat bulduğunda saldırması, İsrail’inse zaten neredeyse her gün Filistinlilere karşı yaptığı saldırıları şimdi eline bu fırsat geçince daha büyük bir ırkçı nefretle yapması, iki tarafın doğasından kaynaklanıyor. Bunu bir kenara yazın.
İkinci neden, Hamas’ın bugün İsrail’i kendi içinde bölünmüş ve dolayısıyla zayıf görmüş olması olabilir. Gerçekten de, İsrail’in hem yaşadığı istihbarat zaafiyetinde hem de cumartesi günü Hamas saldırısına saatlerce geç kalarak cevap vermesinde İsrail’in son 40 haftadır yaşadığı bölünmüşlüğün büyük rol oynadığını söylemeyen yok gibi. Ama tabii Hamas saldırısı bu bölünmüşlüğü şıp diye sona erdirdi. Herhalde Hamas bunu istemiyordu.
Üçüncü neden, Hamas’ın İsrail’in bu şekilde ölçüsüz cevap vereceğini bilmesi ve tam da bu cevabı almak istemesiyle ilgili. İsrail, Gazze’ye havadan ve karadan ölüm yağdırırken Suudi Arabistan’la başlattığı yakınlaşmayı Suut tarafı sürdüremezdi. Nitekim öyle oldu. Suudi Arabistan kaçınılmaz biçimde İsrail’le yakınlaşmayı rafa kaldırdı.
Bu rafa kaldırma çok önemli. Hamas bunun kalıcı olmasını, Filistin davasının Arap dünyasındaki son büyük savunucusu Suudi Arabistan’ın İsrail’le yakınlaşmamasını istiyor.
Yalnız bir sorun var: Geçmişte Suudi Arabistan, İsrail ile Filistin’in 1967 sınırlarını kabul etmişti. Şimdi bunu bir kez daha dile getiriyor. Türkiye gibi Suudi Arabistan’da iki devletli çözümün tek çözüm olduğunu söylüyor. Oysa Hamas kendisi 1967 sınırlarını kabul etmiyor, onlar İran gibi İsrail’in tamamen yok olmasını istiyor.
Fakat yine de, Suudi Arabistan’ın belirsiz bir süre için İsrail’le yakınlaşmaktan vazgeçmiş olması bile Hamas için bir kazanım.
Çünkü şöyle düşünün: Filistin davası zaman içinde Mısır’ı, Ürdün’ü ve Suriye’yi kaybetti. İsrail’in bu komşuları girdikleri savaşları kaybettikten sonra İsrail ile barışmayı seçti. Geriye kala kala son büyük destekçi Suudi Arabistan kalmıştı; şimdi Filistinliler bu ülkenin desteğini de kaybetmek üzereydi.
Geçmişte Yaser Arafat ile Ehud Barak Camp David’te anlaşmanın kenarına kadar gelmişlerdi. Geriye tek konu Kudüs’ün statüsü kalmıştı ve Arafat ‘Başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti’ni kabul etmek üzereydi. Tam o sırada Suudi Arabistan devreye girdi, Kudüs’ün ikiye bölünmesini kabul etmeyeceğini açıkladı, Camp David başarısızlıkla sonuçlandı.
Onun ardından Ariel Şaron’un bir provokasyonuyla ikinci intifada başladı, bu ikinci intifada içinden Hamas’ı doğurdu, birkaç yıl sonra Arafat’ın örgütü Fetih, Hamas tarafından Gazze’den kovuldu.
Şimdi Hamas, kendisini doğuran şartları ortaya çıkaran Suudi Arabistan’ın İsrail’le yakınlaşmasını engelliyor.
Arafat-Barak anlaşması olmayınca hem İsrail hem Filistin tarafından çok sayıda insan öldü. Şimdi Muhammed bin Selman-Binyamin Netanyahu anlaşması olmasın diye, yine iki taraftan çok sayıda insan ölüyor.
İnsan kanıyla siyaset, hatta diplomasi yapılıyor.