21-10-2023
İsmet Berkan

Tamam onlar dolandırıcı, peki parasını kaptıranlar sahiden mağdur mu?

Tamam onlar dolandırıcı, peki parasını kaptıranlar sahiden mağdur mu?

Türkiye’de ‘Saadet zinciri’ diye bildiğimiz, yabancıların ‘Ponzi Dolandırıcılığı’ adını verdiği dolandırıcılık türü, herhalde parayla yapılan en yaygın dolandırıcılık türü.

Şöyle işliyor:

Önce yalandan bir finansal enstrüman uyduruyorsunuz. Mesela borsa kazancı, mesela özel yönetilen bir fon, mesela çok kısa zamanda çok kâr eden bir iş gibi…

İnsanlara size yüklü bir para vermesini söylüyor, karşılığında da çoğunlukla kısa dönemde gerçekleşecek müthiş bir kazanç vaat ediyorsunuz.

Örneğin son ortaya çıkan vakada reklam filmi prodüktörü hanım, kendisine 1 milyon lira verenlere birkaç ay gibi kısa bir sürede bu parayı 1 milyon 300 bin lira olarak, yani net yüzde 30 kazançla (yıllığa vurduğunuzda çok daha fazla yükseliyor bu oran) iade edeceğini söylüyor.

İkinci aşamada, topladığınız bu paraları bazı kişilere sahiden de o vaat ettiğiniz kazançla birlikte geri ödüyor, bir çeşit güven oluşturuyorsunuz.

O güven sayesinde ilk seferdekinden daha fazla insan gelip size para yatırmak istemeye başlıyor, ününüz yayıldıkça da artık siz onların değil onlar sizin peşinizden koşmaya başlıyor, size para yatırmaya talip olanların sayısı artıyor.

Ama tahmin ettiniz, bu sistem her seferinde arkadan daha fazla kişinin para yatırmasını gerektiriyor. Eh bir noktada para akışı yavaşlıyor ve yavaşlamaya başladığı anda da sizin sisteminiz çıkmaza giriyor. Çünkü hep Ali’nin parasını Veli’ye vererek, aradan bir miktarı da cebinize atarak geçirmişsiniz günlerinizi, değirmenin suyunun kesilmesine bile gerek yok, biraz azalınca bile çark dönmez oluyor.

İşte son vakamızda öyle olmuş belli ki, su azalmış. Bunun üzerine dolandırıcı çift bir veda partisi yapıp son bir voli vurmuşlar ve sonra da ortadan tamamen kaybolmuşlar.

Bütün Ponzi’ler böyle biter. Bakın, bu çeşit dolandırıcılıkların en büyüğü ABD’de ortaya çıkan Madoff dolandırıcılığıydı, o da böyle bitti. 

Bizde son birkaç yılda sayamayacağım kadar çok örnek yaşandı. İşte, bir banka müdiresi neredeyse bütün Galatasaray futbol takımını ve teknik heyetini böyle dolandırdı. (Para yatıranlardan biri, parasını teslim ettiği çantayı bir başkasının elinde görmüştü, yani dolandırıcılığı yapan bankacı hanım birinden aldığı parayı doğrudan diğer bir ‘müşterisi’ne vermişti. Ali’nin külahı Veli’ye…)

Elbette Ponzi’yi kurup yürüten kişiler dolandırıcı. Daha baştan kötü niyetliler. Son vakada genç karı koca, erkeğin sosyal medya ününden ve kadının ikna kabiliyetinden hareketle muhtemelen önce kendi çevrelerinde, sonra da giderek yayılan biçimde daha geniş bir çevrede insanların parasını almış. Daha ilk parayı aldıklarında, bunu dolandırıcılık amacıyla almışlardı.

Onların yaptığı ceza yasasında ve SPK mevzuatında yer alan pek çok şeye aykırı ve suç. Buna kuşku yok.

Peki ama parayı yatıranlar masum mu? Üstelik o para yatıranlardan bazıları ana paralarını ve faizlerini bu dolandırıcı çiftten aldılar. Belki bazıları bir veya iki kez faiz aldıktan sonra sistemden çıktı. Onların elde ettiği kazanç ne peki? O kazanç da suç sayesinde elde edilmedi mi?

Ana parasını ve faizini aldı veya almadı, sisteme para yatıranların ‘masum’ olduğunu söyleyebilir miyiz?

ÇiftlikBank’a küçük küçük paralarını yatıran köylüler, sıradan insanlar hangi motivasyonla hareket ediyordu? Banka şube müdiresine akıl almaz bir faiz beklentisiyle milyonlarca dolarını koyan futbolcuların motivasyonu neydi? ‘Prodüksiyon ödemem geç yapılıyor, beni kısa süreliğine finanse edersen ihtiyacım olmayan 300 bin lirayı sana vereceğim’ diyen genç hanıma para verenler ne düşünüyordu? ‘Uçakların türbülansa girmesini önleyen sistem yaptım, bunu da Kanada’ya sattım’ diyen genç kadına para veren pilotlar ne düşünüyordu?

Dolandırıcılar, tamam evet, kolay para kazanma peşinde. Peki ama onlara para kaptıranlar da aynı şeyin peşinde değil mi? Nerede görülmüş 1-2 aylık borca yüzde 30 net faiz verildiği?

Bu dolandırıcılar o parayı sizden alacaklarına tefeciden borç olarak alsalar bile bu işten kârlı çıkabilirdi, eğer vaat ettikleri kazanç gerçek olsaydı. Yani size ihtiyaçları yoktu.

Bir Ponzi tuzağına düşmek, toplumda sadece belli bir kesime, mesela eğitimsiz ve bilgisizlere özgü bir durum değil. ÇiftlikBank’ın tuzağına onbinlerce sıradan insan düştü. Banka şube müdiresinin tezgahından hepsi de ünlü ve bol kazançlı insanlar geçti. Bu son fenomen-prodüktör çiftinin Ponzi sistemine hepsi de yabancı dil bilen, gayet iyi okumuş yazmış insanlar para yatırdı. Türbülansı önleme iddiasınadaki sisteme para yatıranlar arasında o uçakları kullanan pilotlar vardı.

Ben dört örnek sayıyorum ama siz isterseniz onlarca, yüzlerce örnek sayabilirsiniz. ABD’de Bernard Madoff’un tuzağına ellerindeki parayı muhafazakar yönetmesiyle meşhur, işleri riskten kaçınmak olan koca koca kurumsal emeklilik fonları bile düşmüştü.

Bu dolandırıcılık tuzaklarına para yatıran hiç kimse aptal değil, eğitimsiz değil, bilgisiz değil. Hepsinin ortak özelliği aç gözlü olmaları ve paranın bu kadar kolay kazanıldığını sanmaları.

Amerika’da mahkemenin Bernard Madoff’un açtığı mali hasarı tasfiye etmesi için görevlendirdiği kişiler sadece Madoff ailesinin bütün varlıklarına el koyup onları satmadı, bir de Madoff’dan faiz geliri elde edenlerin bu gelirlerini de onlardan istedi ve aldı.

Çünkü bir Ponzi dolandırıcılığında kimse masum değil!

Şirince’nin ödülünü Selçuk Belediye Başkanı’nın almasına kaç puan?

Şirince’nin ödülünü Selçuk Belediye Başkanı’nın almasına kaç puan?

Birleşmiş Milletler bünyesinde bir örgüt olan Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) aralarında İzmir Selçuk’taki Şirince Köyünün de yer aldığı bir grup dünya köyüne ‘En iyi turizm köyü’ ödülünü vermiş, ödülü almaya da Selçuk Belediye Başkanı gitmiş.

Şirince, gidenler bilecek, Güney Fransa’daki veya İtalya’daki biblo gibi korunmuş eski köyleri hiç aratmayan müthiş güzel bir yer. Gitmesi gelmesi çok kolay değil; çünkü yol üzeri değil. Şirince’ye gitmek için Selçuk ilçe merkezinden girip dağa tırmanmalısınız.

Şirince’yi bu kadar güzel ve kıymetli yapan insanların başında Sevan Nişanyan geliyor. Nişanyan burada bir dizi köy evini orijinalliklerini bozmadan bir otele dönüştürdü. Onunla aynı zamanda yakın arkadaşı Ali Nesin de geldi köyde arsalar aldı (hatta Nişanyan Oteli’nin bazı köy evleri de Nesin Vakfı’na ait) ve burada Matematik Köyü’nü tamamen doğaya ve o köyün dokusuna uygun biçimde inşa etti. Bugün Matematik Köyü’ne gidin, sanırsınız ki Şirince Köyü ile aynı zamanda inşa edilmiş.

Matematik Köyü’nün ve Nişanyan Oteli’nin gördüğü ilgi, bir grup varlıklı insanı bu köye taşınmaya itti. Oralarda gayet güzel zeytin bahçeleri vs işletilmeye başlandı. Bu arada başka köy otelleri de yapıldı; köyün dokusunu bozmaya çalışanlar oldu elbette ama bir biçimde bunu başaramamaları sağlandı.

Sonra günün birinde, belki kendisi dünyanın en dik kafalı insanı olduğu için, belki adı Sevan, soyadı Nişanyan olduğu için Sevan Nişanyan hakkında, köye bir taştan kule yaptığı ve bir de kaya mezarı taklit ettiği gerekçesiyle ‘İmar kanununa muhalefet’ten dava açıldı.

Türkiye gibi kaçak imar cenneti bir ülkede bu kanuna muhalefetten mahkum olup hapse atılan ilk ve tek kişi de Sevan Nişanyan olabilir. (Nişanyan hapisten kaçtı, yurt dışında yaşıyor.)

Şimdi, Nişanyan hiç yoktan Şirince’yi ortaya çıkartmaya çalışırken ortalıkta hiç gözükmeyen Selçuk Belediyesi’nin bugün ödül almaya gitmesi bir tek bana trajikomik gelmiş olamaz herhalde.

Sosyal medyasız medya düzenine doğru

Sosyal medyasız medya düzenine doğru

Başlangıçta vaat edilen, Amerikalı yazar Ayn Rand’in ütopik libertaryen rüyasına benziyordu: Sosyal medya sayesinde hiyerarşiler kalkacak, yatay bir düzlemde birbiriyle eşit olan insanlar köy meydanında (agora) sohbet edecek, haberleşecek, karşılıklı görüşlerini paylaşacaktı.

Ama bu ütopya tek bir gün bile gerçek olmadı. Aksine daha beter hiyerarşiler oldu; toplumun kendisinde hiç değilse bir ölçüde başarıya, eğitime ya da seçimle gelmeye dayalı olarak oluşan hiyerarşilerin yerini sosyal medyada çok takip edilmek, çok fazla etkileşim yaratmak gibi tuhaf ölçüler aldı.

Troll’leri, aşırı uçlardan görüşleri savunanları, kavga çıkartanları önümüze toplumun yeni ‘influencer’ları olarak koyan bir düzen. Bu yeni düzenin içinde geleneksel medya da vardı ve ümitsizce çırpınıyordu, ‘Haberlerin doğrusu burada, gelin buradan okuyun’ diyerek. Derken dolandırıcı bir medya da sosyal medyaya girdi, doğrusu yalanı demeden her şeyin yayınlandığı, yayıldığı bir anarşi hakim halen sosyal medyaya.

Geleneksel medya, bir dönem kazanç elde etti, kendi web trafiğinin bir bölümünü sosyal medyadan aldı.

Ama şimdi bu düzen değişiyor. Sosyal medya şirketleri, haberden, habercilikten ve geleneksel medyada trafik taşıyan yer olmaktan çıkmak istiyor. Fitili eski adı Twitter olan X ateşledi, onu Instagram ve Facebook da izliyor. Arkadan Google’ın da geleceği söyleniyor. Bu kurumlar haberden, habercilikten vaz geçiyorlar, kendi içlerinde kurdukları haber servislerini dağıtıyor, haber doğrulama mekanizmalarını kapatıyorlar.

Geleneksel medya ve internet medyası, Türkiye’de de dünyanın başka yerlerinde de değişen oranlarda sosyal medyadan gelen trafiğe bağımlı yaşıyor. Şimdi medyanın işi biraz daha zorlaşacak, sosyal medya trafiği giderek daha az ve daha az bir seviyeye düşecek.