17-11-2023
İsmet Berkan

CHP ve ahlak: Sinek küçüktür ama mide bulandırır

CHP ve ahlak: Sinek küçüktür ama mide bulandırır

Kemal Kılıçdaroğlu, üst seviyede siyaset yaparken serveti azalan nadir örneklerden biri. 

Bugün, siyasete başladığı ilk güne göre daha az servet sahibi Kılıçdaroğlu; çünkü Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Tayyip Erdoğan tarafından açılan çok sayıda tazminat davasını kaybetti. Tazminat ödemek için ev satmak zorunda kaldı.

Buraya kadar olanı hem normal ve olması gereken bir şey hem de burası Türkiye olduğu için takdire şayan. Biz siyaset yapanların daha çok servetlerini arttırmasına tanığız, eksiltmesine değil. Oysa, hatırlatmama gerek yok, siyaset zenginleşmenin yolu olmamalı elbette.

Ancak şimdi CHP Genel Başkanlığı yarışını kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’da bir ‘ofis’ (eskiden ‘yazıhane’ denirdi) açtığı haberi geldi. Bu ‘ofis’ için Ankara’da lüks bir sitede bir müstakil bina kiralanmış. Fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla bina üç katlı; herhalde en azından 400 metrekare kapalı alanı var.

Bu binanın kirası da, orayı dayayıp döşemesi de, orada en azından bir sekreter, bir şoför, bir temizlikçi/yardımcı çalıştırması da parayla olan şeyler. Emekli maaşından başka bir geliri olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun o ofisi tutabilmesi de, dayayıp döşeyebilmesi de, orada çalışacaklara para ödemesi de pek mümkün gözükmüyor.

Artık ‘Eski Genel Başkan’ olmak dışında bir siyasi sıfat taşımayan, üst üste aldığı seçim yenilgileri sonrası bir de partisinde genel başkanlık yarışını kaybeden Kılıçdaroğlu, zaten yaşı da 74 olduğu için ‘Siyasette gelecek vaat eden genç yetenek’ sayılmaz herhalde.

Peki bu durumda o ‘ofis’i ne yapacak ama daha önemlisi o ‘ofis’in giderlerini nasıl karşılayacak?

Bir ihtimal, CHP’nin eski genel başkanı olması sıfatıyla Kılıçdaroğlu’nun bu giderlerini karşılaması, ona mesela otomobil ve şoför ile asistan tahsis etmesi olabilir. Açıkçası CHP böyle bir şey yapsa, son derece şık olurdu.

Ama öyle olduğu yönünde hiçbir açıklama yapılmadı.

Acaba Kılıçdaroğlu bu ‘ofis’i açmak ve yürütmek için bir gayrımenkul daha satmış olabilir mi? Bu konuda da bir bilgimiz yok.

Son ihtimal, ‘fedakar’ bir CHP’linin Kılıçdaroğlu için bu giderleri üstleniyor olması. Eğer öyleyse, kendisi eski bir vergi denetim elemanı olan ve siyasete de ‘Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği’ adlı bir dernek kurarak atılan Kılıçdaroğlu herhalde biliyor: Giderlerinin karşılanması açıkça gelir transferidir ve vergiye tabidir, herhalde beyanname verecektir.

Siyaset yaptığı dönem boyunca ‘dürüstlük timsali’ bir portre çizen Kılıçdaroğlu’nun herhalde bu son akçeli konuyu kamuoyuna anlatması gerekir.

Peki CHP’nin eski genel başkanı böyle de, yeni genel başkanı nasıl?

Özgür Özel seçildikten sonra ilk mülakatını Sözcü gazetesinden İsmail Saymaz’a verdi. Oradan kısa bir bölümü aktaracağım:

-Aileniz ne hissetti?

Parfüm kullanan biri değilim. Eşime “Hep kendine alıyorsun” derdim. Türk Eczacılar Birliği seçimine geldim. Valizi açtım, parfüm çıktı. Kutunun içinde “İyi şanslar” yazıyor. Didem yazmış. Parfümü sıktım gittim, seçimi kazandım. O parfümü bir daha hiç kullanmadım.

-Uğur olsun diye mi?

Şans getiriyor ya, alelade günlerde sıkmayayım diye düşündüm. Ben seçilince Türk Eczacıları Birliği (TEB) misafirhanesine yerleştim. O günden beri parfüm orada duruyordu. Kurul­tay sabahı eşim ve kızım misafirhane­ye beni almaya geldiklerinde Didem’e gösterdim, inanamadı. 16 yıllık bir kutu o. Sıktım gittim, seçimi kazan­dım. (Gülüyor)

-Şu anda nerede kalıyorsunuz?

TEB misafirhanesinde. 17 senedir aynı yatakta. Bugün oradan geldim.

Bu mülakat 7 Kasımda, yani bundan tam 10 gün önce yayınlandı. Az önce aktardığım bu üç soru ve cevabının üzerinde duran kimse olmadı. Ben birkaç yerde sordum, ‘Özgür Özel’in 17 yıldır Türkiye Eczacılar Birliği’nin misafirhanesinde kalıyor olması normal mi?’ diye, kimse bu durumu umursamadı. 

O kadar umursanmadı ki bu durum, iktidar yanlısı medya bile ’17 yıllık misafirlik’le ilgili tek satır eleştirel bir şey yazmadı.

Kendimden şüpheye düştüm, acaba Özgür Özel’in bundan 17 yıl önce Eczacılar Birliği adlı kuruluşa Genel Sekreter olarak seçilmesiyle başlayan misafirliğinin artık kendisi eczacılıkla uğraşmasa bile devam etmesi normal de bir ben mi bu konuya kafayı taktım acaba?

Misafirhanede kalmak herhalde bedava değildir, Özgür Özel mutlaka bir ücret ödüyordur ama bu ödemenin bir ev kirasından, hele hele otel odası parasından çok daha az olduğuna kuşku yok.

Hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum, Türkiye Eczacılar Birliği’nin Özgür Özel’i 17 yıl boyunca misafir etmiş olması da bir çeşit gelir transferidir ve vergiye tabidir.

Diyeceksiniz ki, ‘Aman İsmet, bu memlekette on milyonlarca dolarlık yolsuzluklar gündelik olay olmuşken, hükümetin bazı müteahhitlere tek bir kalemde yüz milyonlarca Euro servet transfer ettiği bilinirken kala kala bir derdimiz Kemal Kılıçdaroğlu’nın ofis kirasıyla Özgür Özel’in misafirhane ücreti mi?’

Evet doğru. Kamu-özel işbirliği projelerinden İstanbul Havaalanı’na, otoyol ve köprü ihalelerinden şehir hastanelerine kadar onlarca işte dönen ve ‘haksız kazanç’ olduğu konuşulan para, doğrudan halktan çalınan para.

Ama diyorum ya, sinek küçüktür ve yine de mide bulandırır.

Yargıtay 3. Ceza, sadece AYM’yi değil kendi Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nu da takmamış

Yargıtay 3. Ceza, sadece AYM’yi değil kendi Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nu da takmamış

İtiraf edeyim, bu yazıları yazarken diğer meslektaşlarıma göre bir avantajım var: Sabah erken saatte gazeteleri, köşe yazılarını ve internet medyasını okumuş oluyor, bu bilgilerle yazabiliyorum.

Bu sabah okuduğum yazılardan biri, Hürriyet’te Sedat Ergin’in yazısıydı ve benim de yakından ilgilendiğim yargı krizimiz konusunda çok yeni bir şey öğrendim bu yazıdan.

Meğer 2018’deki seçimde milletvekili seçilen Ahmet Şık da seçildiği sırada yargılanıyormuş ve ne Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi ne de yerel ağır ceza mahkemesi Şık’ın yargılamasını durdurmuş, ona dokunulmazlık uygulamış. Ama neyse ki yerel mahkeme 3. Ceza Dairesi’nin bozma kararına direndiği için konu Yargıtay’ın Ceza Genel Kurulu’na gelmiş. Yargıtay’ın bütün ceza dairelerinden ikişer üyenin katılımıyla oluşan Ceza Genel Kurulu, davayı Ahmet Şık’ın dokunulmazlık kazandığı ve dolayısıyla hakkındaki yargılamanın durmuş olması gerekçesiyle bozmuş. (Esas No: 2020/16-462, karar No: 2022/671)

Yani, 3. Ceza Dairesi’nin görüşünün aksine Anayasa Mahkemesi gibi düşünmüş, zaten Anayasa Mahkemesi’nin çeşitli kararlarına da atıfta bulunmuş kararında. Ceza Genel Kurulu kararları tekil daire kararlarına göre daha fazla ‘içtihat’ özelliği taşıyor. Yani dairelere bundan sonra verecekleri kararlarda yol gösteriyor. Ama işte görüyorsunuz, Can Atalay konusunda 3. Ceza Dairesi sadece Anayasa Mahkemesi’ni değil kendi Ceza Genel Kurulu’nu da takmadı, Can Atalay’ın dokunulmazlığını tanımadı.

Daha da tuhafı, Yargıtay Başkanlığı adına yapılan basın açıklaması da, 3. Ceza Dairesi’ni savunur ve Anayasa Mahkemesi’ni eleştirirken, kendi Ceza Daireleri Genel Kurul kararını görmezden geldi.

Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun kararı öyle FETÖ döneminden falan kalma değil, daha geçen yıl alınmış.

Başından beri söylüyorum: Can Atalay konusunda sanki ortada Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında bir hukuki anlaşmazlık ve tartışma varmış gibi yapılıyor ama böyle bir şey yok. Baksanıza Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu bile son derece net!

Kemal Arıkan’ın katili ile Hrant Dink’in katili

Kemal Arıkan’ın katili ile Hrant Dink’in katili

Kemal Arıkan, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosuydu. 1982 yılının 28 Ocak günü bir suikaste kurban gitti; Hampig Sasunyan adlı ASALA teröristi tarafından vahşice öldürüldü.

O sırada 19 yaşında olan Sasunyan kısa sürede Los Angeles polisi tarafından yakalandı, yargılandı ve ömür boyu hapse mahkum edildi.

Hepimize bugün Ertuğrul Özkök hatırlatmış, Sasunyan ancak 2021 yılında, California eyaletinin yüksek mahkemesinin aldığı bir karar sonucu şartlı tahliyeden yararlanabildi. Yani 39 yıl hapis yattı.

Sasunyan, Kemal Arıkan’ı bir nefret suçuyla, yani Arıkan sadece Türk.ye Cumhuriyeti Devletini temsil ettiği için, Türk olduğu için öldürmüştü.

Benzer bir nefret suçunu da Ogün Samast işledi. O sırada 17 yaşındaydı ve Hrant Dink’i ona özel bir garez beslediği veya aralarında bir anlaşmazlık olduğu için değil, Hrant Ermeni olduğu için öldürdü.

Ama biz Samast’ı sadece 16 yıl 10 ay hapiste tuttuk. Mahkemeler arasında davası top gibi gitti geldi, sonuçta Samast’ın Hrant Dink’i ‘Örgütlü bir biçimde’ öldürdüğünü zamanında kanıtlayamamayı başardı savcılarımız. Samast bugün o sayede serbest.

Hrant’ı öldüren sistem, görüyorsunuz nasıl yerinde duruyor ve katilini hukuku rezil etme pahasına koruyor.

Daha çarpıcısı şu: Hrant’ı öldüren örgütün merkezinde değil en ucunda yer alan ve Ogün Samast’le birlikte yargılanan Yasin Hayal ile Erhan Tuncer hala hapiste ve bir süre daha hapiste kalmaya devam edecekler.

Özkök’ün yazısının sonundaki sorusuna katılmamak elde değil: ‘Kim utansın bundan… Bütün bir millet olarak biz mi… Yoksa suçu Adalet sistemimizin üzerine yıkıp parmaklarımızı ona mı çevirelim?’