Ayşe Zarakol’un Koç Bilim Madalyası: Tarihi Doğudan okumakla Batıdan okumanın farkı
Koç Üniversitesi’nin yıllardır verdiği Rahmi Koç Bilim Madalyası, ülkemizdeki en önemli bilim ödüllerinden biri. Ödül bir yıl pozitif bilimlerde çalışanlara, bir yıl sosyal bilimlerde çalışanlara veriliyor.
Önceki akşam bu yılki ödül töreni vardı. Bu yıl ödülü Cambridge Üniversitesinden Dr. Ayşe Zarakol aldı.
Ne yalan söyleyeyim, Ayşe Zarakol’un annesi Necla Zarakol’u da, teyzesi Nurcad Akad’ı da çok yakından tanırım ama Ayşe Zarakol ve çalışmalarından haberim yoktu; yıllar önce Türkçede de yayınlanan (ve normalde çok ilgimi çekmesi gereken) ilk kitabı ‘Yenilgiden Sonra’yı da duymamıştım, son kitabı ‘Before the West’i (Batıdan Önce) de…
Oysa her iki kitabı da sosyal bilimler alanında çok sayıda ödül almış Dr. Zarakol’un. Benim cehaletim ve eksikliğim.
Ödül törenindeki tanıtım videosunu izler ve sonrasında Ayşe Zarakol’un kendi çalışmalarıyla ilgili özet sunumunu dinlerken, ister istemez daldım gittim. Liseyi İstanbul’da Üsküdar Amerikan’da bitirdikten sonra üniversite ve sonrası eğitimini Amerika’da tamamlayan, bugün de artık dünyanın en köklü ve önemli üniversitelerinden biri olan Cambridge’de çalışan Zarakol’un ana konusu, benim de uzun süredir bir amatör olarak çok kafayı taktığım bir konuydu.
Ayşe Zarakol, temelde uluslararası ilişkiler çalışan bir akademisyen olarak, uluslararası ilişkilerin neden Batı merkezli bir tarihi anlatıyla karşımıza konduğunu sorguluyor ve son kitabının adından da anlaşılacağı gibi ‘Batıdan önce’ de bir uluslararası ilişkiler sistemi olduğunu anlatıyor.
‘E bu da laf mı, elbette vardı’ diyeceksiniz ama aslında burada konuştuğumuz şey ortada bir tarihi gerçeğin olması değil, Batının bu konudaki kültürel hegemonyası. Batılı ülkeler ve bireyler tarihi kendileriyle başlatmayı seviyorlar, bu anlatıyı da bir hegemonya aracı olarak kullanıyorlar. Benim anladığım Ayşe Zarakol işte bu kültürel hegemonya duvarında Batı içinden gelip ilk çatlakları açan kişilerden biri.
Yoksa, aslında Zarakol’un söyledikleri çok uzun yıllardır tartışılan, bir şikayet olarak söylenen şeyler. Hatta bir amatör olarak ben bile, daha yeni yayınlanan kitabımda bu konuyu özel olarak tartıştım. Bizler bile tarihi Batı merkezli olarak okuyoruz ve öyle konuşuyoruz. Oysa dünyanın merkezi her zaman Batı değildi, Batı merkezlilik son birkaç yüzyılın hadisesi.
Bu söylediğimi Batıyı küçümseme diye anlamayın, bugünün dünyasının Batı merkezli olduğuna, Batının kültürel, bilimsel, ekonomik ve askeri hegemonyasının hala geçerli olduğunu inkar etmek yersiz.
Kaldı ki Ayşe Zarakol da bu ödüllü çalışmalarını Batının en önemli birkaç bilim kurumundan birinde, Cambridge’de yapıyor zaten. Aynı makale ve kitapları Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde çalışan bir akademisyen olarak yazsa bu ödüllerin hiçbirini alamazdı büyük olasılıkla. Çünkü hala ancak bir Batı ülkesinde varsanız varsınız. Bakın Çin bilimde büyük bir atılım içinde ama bütün önemli Çinli bilimcilerin makaleleri Amerika’daki bilim dergilerinde yayınlanıyor.
Dünyanın geri kalanı kendini Batı’ya göstermeye, kendini oraya beğendirmeye veya orada ses getirmeye adamış durumda. Hayatın gerçeği bu çünkü. Tayyip Erdoğan da, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ lafını New York’ta söylüyor, oraya duyurmaya çalışıyor.
Ayşe Zarakol’un da çalıştığı uluslararası ilişkiler alanında son 30 yılın en çok tartışılan ve sanırım en fazla yanlış anlamaya maruz kalan eseri, Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu ve Son İnsan’ adlı makalesiyle kitabı oldu.
Batı pozitivizmi, tarihi hep ileriyi ve ‘ilerleme’yi gösteren bir ok gibi tanımladı. ‘Tarihin sonu’ kavramı, Fukuyama’ya değil Alman filozof Hegel’e ait. Ona göre ilerleme bir noktaya gelecek ve orada duracaktı, böylece ‘tarihin sonu’na ulaşılacaktı. Baktığınızda Marx da tarihe bir son öngörmüştü, komünizm kurulacak, tarih de duracaktı. Benzer şeyleri sosyolojinin 19. yüzyıldaki bütün pozitivst kurucularında görürsünüz, hepsi tarihin okunun hep ileriyi gösterdiğini ve bir gün tarihin sonunun geleceğini söylerler.
Oysa tarihin oku hep ileriyi, yani daha iyiye doğru gelişmeyi göstermez. Uygarlık hep daha ileri gitmez. Bazen derin gerilemeler olur. En basit örneği yine Batıdan vereyim: Roma İmparatorluğu çöktüğünde bugünkü Batı 1000 yıldan uzun süren bir gerileme, kaos ve kesintisiz savaşlar dönemine girmişti. Batı Avrupa’daki savaşlar ancak 1945’te sona erdi ama 90’lı yıllarda Yugoslavya parçalanırken, bugün de Ukrayna-Rusya arasında hala savaş var. Oysa ‘Roma Barışı’ kesintisiz 1000 yıl sürmüştü ve uygarlığı da, refah ve mutluluğu da müthiş arttırmıştı. Batılı mühendisler, Roma’nın dev gemilerini Roma çöktükten sonra yüzlerce yıl yapamadılar. Roma’nın yol ve limanlardan oluşan müthiş şebekesi Avrupa’da yüzyıllar sonra ancak yeniden ayağa kaldırılabildi.
Bizim durumumuz da çok farklı değil. Osmanlı uygarlığı doruk noktasına Kanuni Sultan Süleyman döneminde çıktı. Bir daha aynı seviyeyi hiç yakalayamadık. Yani uygarlığımız aslında geriledi.
Dediğim gibi Ayşe Zarakol, Batının kendi tarih ve uluslararası ilişkiler anlatısı duvarında bir gedik açıyor; Batılıları çok daha geniş bir bakış açısıyla dünya tarihine bakmaya davet ediyor. Bunu da çok iyi yapıyor olmalı ki, Batı akademyasında ulaşılması o kadar da kolay olmayan ödülleri alıyor, kitapları satılıyor.
O bakımdan Rahmi Koç Bilim Madalyası, belli ki son derece yerinde bir seçimle verilmiş.
Vahim olan şu: Kendim dahil pek çok kişinin Ayşe Zarakol’dan haberinin bile olmaması. Onu bile Batı üzerinden öğrendik. Bu ayıp da bize yeter!
(Ayşe Zarakol’la T24’te Cansu Çamlıbel bir söyleşi yapmış, meraklısına tavsiye ederim.)