20-12-2023
İsmet Berkan

Ah be Bilal

Ah be Bilal

Bu yazıyı dün sabahın kör karanlığında, Doğu Ekspresi treninin yataklı vagonunda, trenimiz Ankara’ya yaklaşmaktayken yazmaya başladım ama tamamlamak bu sabaha kaldı.

Üniversitesinden yılbaşı için tatile gelen oğluma verdiğim sözü tutuyordum; birlikte Kars’a gittik ve meşhur Doğu Ekspresi ile de döndük.

Pazartesi günü trenimiz Sivas Divriği’nde iki saat durakladıktan sonra yeni hareket etmişti ki telefonum çaldı, arayan Erdal Sağlam’dı.

‘Yahu’ dedi, ‘Bir şey duydum, sen de duydun mu diye sormak için arıyorum…’

Nedir demeye kalmadı Erdal söyledi, Bilal ölmüştü.

Bilal… Yani Bilal Çetin. Öylece kalakaldım.

Az sonra Sedat Ergin aradı, evet maalesef haber doğruydu. Bir süredir kanser tedavisi görüyordu Bilal ve bunu da kimseye haber vermemişlerdi, Sedat tesadüfen öğrenmiş, hatta hastanede ziyaret etmişti.

Cenazesi bugün gazeteciliği bıraktıktan sonra sevgili eşi Semra ile birlikte yerleştikleri Cunda’dan kalkacak ve orada toprağa verilecek. Cenazeye yetişmeme imkan yok.

Ben Bilal’i ikimizin de Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dönemde tanıdım. O Ankara’daydı, ben İstanbul’da. Bilal benden birkaç yaş büyüktü ama ‘akran’dık işte, çabucak arkadaş olduk.

1994’te YeniYüzyıl kurulurken Okay Gönensin ‘Ankara Temsilcisi kimi yapacağız’ dediğinde tereddütsüz Bilal’in adını vermiştim. YeniYüzyıl Sabah bünyesinde çıkıyordu ve Bilal de zaten Sabah gazetesinde Ankara Temsilci yardımcısıydı. Sabah’ın Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge de Bilal’i önermişti.

O yılların Sabah Ankara Bürosu inanılmazdı. Temsilci Fatih Çekirge, yardımcısı Bilal Çetin, haber müdürleri Hakan Tartan ve Semra Çetin… İzmirliler Ankara’yı ele geçirmiş, gazeteciliğin ve Ankara’nın tozunu atıyordu.

YeniYüzyıl’dan sonra 1996’da Radikal kurulurken Mehmet Yılmaz beni Ankara Temsilcisi yaptı. Düne kadar yazı işleri müdürü-Ankara temsilcisi ilişkisiyle ve yakın arkadaşlıkla birlikte çalıştığım Bilal’e rakip olmuştum.

90’lı yıllarda Ankara’da gazetecilik yapmış olanlar rekabetin bu şehirde ne kadar sert olduğunu çok iyi bilir. Bilal’le rakip olmuştuk belki ama dostluğumuz milim kıpırdamadı, onun sadece yardımını gördüm mesleki olarak.

Yıllar içinde güven ilişkisi ve yakın dostluklar kurduğu Ankara ekonomi bürokrasisinin dev isimlerini onun sayesinde tanıdım, hepsi onun benim için verdiği referans sayesinde beni de dostları, yakınları bildi, güvendiler.

Bilal’in ekonomi gazeteciliği konusunda Ankara’da en büyük rakibi Erdal Sağlam’dı ama Erdal ile Bilal çok yakın iki arkadaştı. Bana haberi verirken ağladı ağlayacaktı Erdal.

Bilal’in eşi, sevgili Semra olağanüstü iyi bir gazeteciydi, karı koca ikisi de işkolikti. Geceleri gündüzleri, bütün hayatları, hatta keyif için oturdukları rakı sofraları bile gazetecilikti. Bu meslek maalesef insanı böyle yapıyor.

Hani cenazede sorarlar ya, ‘Merhumu nasıl bilirdiniz’ diye, Bilal’le birlikte geçen bunca yılın, bunca hatıranın ardından aklıma samimi olarak ilk gelen cümle bu benim: ‘İyi bilirim.’

Sahiden iyi insandı Bilal, kendi adıma söyleyeyim, karıncaya bile kötülüğünü görmedim.

Albümleri karıştırırken yukarıdaki fotoğrafı buldum. Bir baktım bu sabah Sedat Ergin de bana bu resmi yollamış. Birlikte başka bir sürü fotoğrafımız var, yurt içinde veya dışında ama bu resim en eğlencelisi.

Yanlış hatırlamıyorsam Kiev’deyiz, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in peşinde. Uçaktaki gazetecilerin çoğu yolu 80’lerde Cumhuriyet gazetesinden geçmiş isimler. Üstelik o yılların ‘umum neşriyat müdürü’ Hasan Cemal de aramızda.

Yanlış hatırlamıyorsam bugünün CHP milletvekili Enis Berberoğlu önayak olmuştu, hop Hasan Cemal’i karga tulumba kaldırdık havaya, fotoğrafı kim çekti, şimdi hatırlamıyorum.

En solda Enis Berberoğlu, onun hemen yanında rahmetli sevgili Cüneyt Arcayürek, onun yanında Sedat Ergin, Bilal Çetin ve ben. Hasan Abi bugünlerde yeniden bel fıtığından sıkıntılı, umarım 25 yıl önce ona yaptığımız bu karga tulumba yüzünden değildir!

Bilal de eşi Semra da o kadar gururlu insanlardı ki Türkiye’nin son 8-10 yılına damgasını vuran ‘yeni medya’ ortamında yaşamak istemediklerine, o güne kadar şerefle yaptıkları mesleklerine bu yeni şartlar altında devam edemeyeceklerine karar verdiler. Sistem de onlar gibi dürüst, siyaha siyah beyaza beyaz demekten başka şey bilmeyen insanları dışlıyordu. 

Zaten son derece mütevazı olan yaşamlarını Ayvalık Cunda’ya taşıdılar, aslında mesleklerinde en verimli olacakları çağda emeklilik hayatına geçtiler. 

Ülkenin zaten ölen medya ortamında bir de böyle mesleğinden kenara çekilen, kendini geri çeken, bunun da tantanasını yapmayan nice önemli ve çok iyi gazeteci var. Ne büyük kayıp.

Onca yılın onca yakınlığına rağmen çok uzun zamandır haberleşmiyorduk. Benim ayıbım. Şimdi bu vicdan azabıyla yaşayacağım.

Telefonda Erdal’a da söyledim. Teker teker eksiliyoruz. Artık maalesef ölüm çok yakınımıza düşmeye başladı.

Sevgili Bilal, seni çok özleyeceğim. Sevgili Semra, hiçbir şeyin seni teselli etmeyeceğini, hayatında kocaman bir kara delik açıldığını biliyorum, sabır dilemekten başka şey gelmiyor elimden. Ve sevgili Aslı, babanın seninle nasıl gurur duyduğunu hepimiz biliyoruz, sana da sabır ve dayanma gücü dilerim.

Merkez Bankacılığı bilmeyen bir Merkez Bankası Başkanımız varmış

Merkez Bankacılığı bilmeyen bir Merkez Bankası Başkanımız varmış

Bazen böyle olur, gayet iyi niyetlerle bir gazeteciye mülakat verirsiniz veya kamuya açık bir yerde konuşursunuz ve hayatta en istemediğiniz şey başınıza gelir.

Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan oldukça başarılı sayılması gereken bir bankacılık kariyerinden gelip genç yaşında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı oldu.

Aramızda pek az kişi onun bu başarılı kariyerine rağmen merkez bankacılığından anlamadığını düşündü ve yazdı. Onlara da o zaman kızıldı, iyimser havayı bozan bozguncular gözüyle bakıldı.

Bugün Gaye Erkan’ın sayılamayacak kadar çok gafla dolu mülakatının ardından herkesin ağzında ekşi bir tat var. Bu mülakatın bize gösterdiği en önemli şey Merkez Bankası Başkanı’nın merkez bankacılığını bilmediği gerçeği oldu.

Hayır, ‘Merkez Bankası başkanları ketumdur, mülakat vermez’ gibi bir şey söylemeyeceğim. Bu söz doğru olmakla birlikte esas sorun bu mülakatın verilmesinde değil, esas sorun Gaye Erkan’ın Amerikalı fon yöneticileriyle telefonda konuşmasında da değil.

Evet, bunların hepsi sorun, ama esas mesele bir Amerikalı fonun Merkez Bankası’na milyarlarca dolarlık depo hesabı açmak istemesini banka yönetimine götürüp tartışmasında, teklifi daha yapıldığı an reddetmemesinde bence.

Fon, doları yatıracak, karşılığında TL alacak, sonra istediği zaman çıkıp gidecek. Klasik bir ‘carry trade’ bu, yani sıcak para. Fon aynı işlemi istediği Türk bankasından da yabancı bankadan da yapabilir esasen ama nedense Merkez Bankası aracılığıyla yapmak istiyor. Ve Merkez Bankası Başkanı bu talebi daha söylendiği an reddetmiyor, teklif yapanı normal bankacılık kanallarına yönlendirmiyor.

Belli ki bankadaki başkan yardımcılarının ve yönetimin bu teklifi kabul etmeme gerekçesini tam anlayamamış, bu parayı kaçırmak da içinde yer etmiş, o yüzden daha sorulmadan sözünü ediyor mülakatta.

Çünkü kendisini hala mevduat bankacısı sanıyor, kaçan mevduata üzülüyor. Oysa orası Merkez Bankası, işi mevduat toplamak değil, TL’ye ve Türk bankacılık sistemine güven yaratmak ve TL’yi idare etmek.

İyi kötü bir kredibilitesi oluşmaya başlamıştı Gaye Erkan’ın, onunla konuşan bankacılar ‘konulara hâkimiyeti’nden söz eder olmuştu. Şimdi hepsi buhar oldu uçtu.