‘Atatürk, her niyete yenen muz mudur?’ Evet, öyledir!
Bu ülkede bizi birleştiren ender şeylerden birinin adı Atatürk sevgisi.
Hangi siyasi görüşten, hangi etnik kökenden, hangi dini veya felsefi inanıştan geliyor olursa olsun bu milletin Atatürk’e sevgi ve saygı duymak, hatta minnet duymak konusundaki görüşü birbirine benziyor. Farklı düşünenler, Atatürk’ü sevmeyen, saygı duymayanlar yok mu? Var elbette ama onlar kelimenin gerçek manasında marjinaller bu toplumda.
12 Eylül darbesini yapanlar bunu biliyordu, kendilerine meşruiyet aracı olarak Atatürk’ü seçtiler. 1981 yılı, Atatürk’ün doğumunun 100. yılıydı, 12 Eylül darbe yönetimi bütün toplumu bir Atatürk bombardımanına tabi tutarak kendine meşruiyet devşirmeye başladı.
O zamanlar Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordum. Rahmetli İlhan Selçuk bu duruma sinirlendi, ‘Atatürk her niyete yenen muz mudur?’ başlıklı bir yazı yazdı. Darbeciler de bu yazıya çok sinirlendi, Cumhuriyet gazetesi kapatıldı. (Daha sonra gazetenin sahibi Nadir Nadi ‘Ben Atatürkçü Değilim’ diye kitap yazdı, konu aynıydı: Darbecilerin Atatürk adını kullanıp uyguladıkları zulmü meşrulaştırma çabasına karşı çıkmaktı. Nadir Nadi de bu kitap nedeniyle Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı.)
İlhan Selçuk’un ‘Atatürk her niyete yenen muz mudur?’ sorusu benim hep aklımda kaldı; çünkü bu aslında bir soru değil bir retorikti, cevap vermeniz gerekmiyordu. Gerçekten de Atatürk bu ülkede son 100 yıldır, evet Atatürk’ün sağlığı dönemi de dahil, hep her niyete yenen bir muz oldu.
Öyle olduğu için ‘Gerçek Atatürkçü kim’ diye saçma sapan bir tartışmamız var. Sanki ortada ‘Gerçek Atatürkçülük’ diye bir şey varmış veya olabilirmiş gibi. Canı isteyen, Atatürk’ün hayatında yaptığı binlerce konuşma veya yazışmanın kendi işine gelen bölümünü alıyor, kendisinin bugünkü düşüncesine dayanak haline getiriyor.
Bir zamanlar yaygın alay konusuydu, neredeyse her meslek dalının Atatürk’ten kendi meslekleri için söylenmiş bir söz bulması. İtfaiyeciler bile bir şeyler bulmuştu; bulamayan da uyduruyordu zaten, kim kontrol edecekti…
Merak eden gazeteci ve araştırmacı Taha Akyol’un son 10-15 yılda yayınladığı kitapları alsın baksın; isteyen Atatürk’ten bir hayli dindar, hatta saltanat ve hilafet yanlısı bir insan da çıkarabilir; bırakın dine inanmamayı Allah’ın varlığına bile inanmayan Aydınlanmacı bir pozitivist de…
Dediğim gibi bu ülkede Atatürk kartı 100 yıldır, bizzat Atatürk’ün yaşadığı dönem dahil, birileri tarafından kendi özel siyasi çıkarları için kullanıldı, bugün de durum farklı değil. (Bana en çarpıcı gelen örnek şu: Atatürk, 30’lı yıllarda bir zamanlar çok sert kavga ettiği, Nutuk’ta ‘cumhuriyet düşmanı ve hilafetçi’ diye nitelediği Rauf Orbay’la barışmak, hatta onu CHP listesinden bağımsız milletvekili yapmak istedi ama karşısına CHP Genel Sekreteri Recep Peker çıktı, Mustafa Kemal’in kendisine karşı ‘Atatürk kartı’nı açtı, Rauf Orbay milletvekili olamadı.)
Atatürk kartı öyle bir şey ki, doğru zamanda doğru biçimde açıldığında karşısında hiçbir güç duramıyor.
Tabii bu kartı sık sık, olur olmaz her şeyde kullanmak, kullanan açısından bir inandırıcılık kaybını beraberinde getiriyor. Atatürk’ü seçim kampanyası afişinde kullanan CHP bunu yaşadı.
Ama dediğim gibi doğru zamanda ve yerde açmak, kartı açanı kalın bir sis perdesinin ardında gizleyip birden meşru iş yapan bir aktör konumuna getiriyor.
Son günlerde durduk yerde yeniden Atatürk konuşur olduk. Bunun sebebi, geçen hafta Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da oynanamayan Süper Kupa finali öncesinde Atatürk kartının açılması.
Kart açıldıktan sonra arkası çorap söküğü gibi geldi. Şimdi konu artık futbol ve maç olmaktan çoktan çıktı, iktidarla muhalefet arasındaki bir kavgaya dönüştü.
Maçın oynanıp oynanması, burada çıkan sıkıntının temel nedeni vs Tayyip Erdoğan iktidarı açısından ikinci planda; esas mesele Fenerbahçe kulübünün kendine göre bazı sebeplerle açtığı bu Atatürk kartının arkasına ansızın CHP’nin de geçmiş olması; CHP lideri Özgür Özel’in bir yandan elinde Atatürk kartını tutarken Riyad’da yaşanan skandaldan bizzat Tayyip Erdoğan’ı sorumlu tutması.
Erdoğan bu sebeple ilk günden beri CHP’ye ve liderine kızıyor zaten ama öfkesinin bir bölümünün de Atatürk kartını açan Fenerbahçe başkanı Ali Koç’a yöneldiği anlaşılıyor. Şu ana kadar Koç’u doğrudan muhatap almadı Erdoğan ama Ali Koç dolaylı yollardan yaylım ateşine alınmış durumda.
İktidar ve çevresi konuyu daha geniş açıdan da değerlendiriyor. Riyad’da açılan Atatürk kartının yanına son birkaç günde minicik bir kıvılcımdan ansızın büyük bir yangına dönüşmeye başlayan ‘Hilafet çağrısı’ tartışmalarını da ekliyor ve bütün bunların CHP’nin yerel seçim için kurduğu iletişim stratejisi olup olmadığını sorguluyor.
Bugün Sabah gazetesinde Ak Parti’nin düşünce üretme kuruluşu olan SETA’nın başkanı Burhanettin Duran’ın yazdığı yazı, bu sorgulamaya gayet iyi bir örnek. Duran’ın analizine göre CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin belediyecilikteki başarısızlığının üzerini örtmek için çözümü yeniden kutuplaşmayı tırmandırmakta ve yerel seçimi bir genel seçime çevirmekte buldu.
Duran’ın analizine tamamen değil ama kısmen katılıyorum. CHP’nin yeni genel başkanı, eskisinden farklı olarak kutuplaşmadan şikayetçi değil, hatta tam tersine kutuplaşmanın artıp seçimin bir çeşit ‘Tayyip Erdoğan referandumu’na dönüşmesinden fayda bekliyor.
Belki haklı da. Çünkü siyasi gerçekçilik, yüzde 20-25 arasında dolanan CHP’nin Cumhur İttifakı’yla başa çıkabilmesinin yegane yolu olarak kutuplaşmayı tırmandırmayı gerektiriyor olabilir.
Yalnız bir sorun var: Atatürk, evet bu ülkede halkın ortak sevgi objesi ama başta da anlatmaya çalıştım, zamanında büyük şair Attila İlhan’ı sorduğu gibi bir ‘Hangi Atatürk?’ meselesi var.
CHP’nin ezberi, bizzat Mustafa Kemal’e karşı ‘Atatürk kartı’nı açmaktan çekinmeyen Recep Peker’in tercih ettiği Atatürk’e çok yakın.
Bu kartı Deniz Baykal ve diğer CHP’li ulusalcı kökten laikler çok defa açtılar, CHP’nin bir başarı kazanamadığını hepimiz biliyoruz.
Özgür Özel geçmişte denenmişi yeniden denemek istiyorsa denesin ama geçmiştekinden çok farklı bir sonuç alamayabilir.