09-01-2024
İsmet Berkan

İstanbul’da yerel seçimin temel savaş alanları: Kurum mu, İmamoğlu mu?

İstanbul’da yerel seçimin temel savaş alanları: Kurum mu, İmamoğlu mu?

Artık yerel seçim sathı mailindeyiz, bu seçimin en çok konuşulacak savaş alanlarından biri İstanbul olacak ve hafta sonu itibariyle İstanbul’da yarışacak iki temel aday belli oldu. Ak Parti adına Murat Kurum, CHP adına ise mevcut belediye başkanı Ekrem İmamoğlu.

İki adayın türlü çeşitli avantajları ve türlü çeşitli dezavantajları var. Birbirleriyle mücadelede kendilerini anlatmak ve rakibi kötülemek için söyleyecekleri şeyler üç aşağı beş yukarı bugünden belli aslında.

Kuşkusuz etkileyecek çok sayıda faktör var ama temelde sonucu bu iki iddialı adayın bugünden itibaren üç aya yakın süre boyunca sergileyeceği iletişim performansı belirleyecek.

Murat Kurum’dan başlayalım…

20 yıl boyunca Tayyip Erdoğan iktidarının en önemli araçlarından biri olan Toplu Konut İdaresi’nden gelen, önce yüksek bürokrat, sonra da Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak görev yapan Kurum belli ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın performansından memnun olduğu bir isim.

Ama tariften de anladınız, siyasi değil teknokrat bir isim. Zaten siyaseten güçlü bir isim olması Tayyip Erdoğan’ın yönetme ve siyaset yapma tarzı açısından eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Erdoğan kendisine siyaseten rakip görülme veya halefi gibi algılanma ihtimali olan kimseyi yüksek görevlere getirmiyor (Başka liderler de getirmiyor, kazayla öyle biri ortaya çıkarsa da rahatsız oluyor. Bu Erdoğan’a özgü bir tutum değil). Yüksek göreve getireceklerinden de siyaset yapmalarını değil kendi belirlediği siyasetin çerçevesi içinde iş yapmalarını bekliyor.

Bu anlamda Murat Kurum da aslında siyasi bir aday değil; kişiliği, karizması veya siyasi kıvraklığıyla oy alması beklenen bir isim değil. Onun adına oyu Tayyip Erdoğan isteyecek ve alacak.

Murat Kurum’un teknokrat kökeni onun hem avantajı hem dezavantajı. Avantaj, çünkü konuları bilen, özellikle İstanbul’un sorunları konusunda Şehircilik Bakanı olarak zamanında bilgi ve çözüm üretmiş bir isim. Hazırlığı var yani. Ama bu aynı zamanda dezavantaj, çünkü bir teknokrat olarak doğrudan halka değen, halkın gündelik hayatını etkileyen bir bakış açısına sahip değil.

Kurum’un hem kendini anlatması hem de Ekrem İmamoğlu’nun temel zaafını belirtmesi için ona partisi tarafından seçilen slogan ‘Sadece İstanbul.’ Yani Ekrem İmamoğlu’nun ülke çapında hırsları olduğu bilinirken Murat Kurum ‘Benim İstanbul’dan başka derdim olmayacak’ diyor.

Peki Ekrem İmamoğlu’nun avantaj ve dezavantajları neler?

Başlıca avantajı beş yıldır zaten İstanbul’u yönetiyor olması. Bu beş yılda İstanbul büyük denebilecek bir sıkıntı yaşamadı, ki bu bile CHP’nin ‘beş kaz versen güdemezler’ imajını değiştirdi. İmamoğlu 25 yıl Ak Parti tarafından yönetilen kenti devraldıktan sonra sadece sıkıntı yaşamamakla kalmadı, üzerine çoğu toplu ulaşımla ilgili hizmetler de yaptı. Ağlamak, şikayet etmek için çok sebebi vardı; gerek merkezi hükümet ve gerekse kendi belediye meclisi tarafından sürekli engellendi ama biz İmamoğlu’nu şikayet eden bir başkan olarak hatırlamıyoruz.

Başlıca dezavantajı ise İmamoğlu’nun İstanbul’u ülke çapında siyaset yapmak için atlama taşı olarak görmesi, bunu hiçbir zaman inkar etmemesi. O yüzden ‘Sadece İstanbul’ sloganına anlamlı bir cevap vermek zorunda.

İmamoğlu’nun yegane dezavantajı bu değil. Seçimi kazanabilmek için seçmen nezdinde koalisyon oluşturması, yani CHP’nin oyundan daha fazlasını kazanmayı başarması gerekiyor. Bir önceki seçimden farklı olarak İyi Parti’nin de, (muhtemelen) Kürt siyasi hareketinin de büyükşehir başkan adayları olacak bu seçimde. Onlara gidecek oylar temelde İmamoğlu’ndan eksilen oylar olacak. O yüzden Ekrem İmamoğlu seçimde sadece Murat Kurum’la yarışmayacak aslında. Buna karşılık, MHP aday çıkarmayacağı için Murat Kurum görece daha rahat.

Seçimin sonucunu sadece İstanbul hakkındaki projeler belirleyecek olsa iki aday da daha rahat olabilir aslında. Ama hepimiz biliyoruz ki seçim bir noktadan itibaren İstanbul seçimi olmaktan çıkacak, Türkiye seçimine dönüşecek, hatta Ekrem İmamoğlu becerebilirse Tayyip Erdoğan için referanduma dönüşecek.

Buradan geliyoruz Ak Parti, Tayyip Erdoğan ve Murat Kurum’un içine düşmesi kaçınılmaz gibi gözüken paradoksuna.

Geçmiş yerel seçimlerde Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’a nasıl özel olarak asıldığına hepimiz şahidiz. Aynı gün beş, hatta altı ilçede miting yapabilen, seçim kampanyasında en çok süreyi İstanbul’a ayırmaktan çekinmeyen Erdoğan’ın bu seçimde de farklı davranması beklenemez.

Başta da söylediğim gibi Ak Parti’de siyaset yapan yegane isim ve partinin de biricik ve yegane siyasi yıldızı Tayyip Erdoğan zaten. Uzun yıllardır partisini vitrinde tek başına sırtlamış durumda Erdoğan, bu seçimde de Ak Parti’yi o taşıyacak.

Erdoğan’ın İstanbul’da eski seçimlerdeki gibi ağırlıkla sahneye girmesi İstanbul’un seçimini ister istemez bir genel seçime, hatta Tayyip Erdoğan referandumuna çevirecek. Bundan kaçış yok gibi duruyor.

Bu ise tam da Ekrem İmamoğlu’nun istediği bir şey. Siyasi partiler arasında 2019’daki gibi bir işbirliği olmadığı için İmamoğlu tabanda, seçmen bazında koalisyon kurabilmek istiyor, bunu başarmak için de Tayyip Erdoğan’a güveniyor. Erdoğan seçime ağırlığını koyduğunda doğacak kutuplaşmadan kazançlı çıkma ümidinde İmamoğlu.

Fakat unutmayın, aynı kutuplaşmadan Tayyip Erdoğan da ümitli, en azından kutuplaşmadan çekinmiyor. Kutuplaşmanın rakibe belli bir fayda sağlayacağını o da görüyor ama kendisi daha büyük faydayı elde etme ümidinde.

Erdoğan seçim sürecinde İmamoğlu için ‘PKK ile, teröristlerle kol kola girip İstanbul’u yönetti’ diyecek mutlaka. 

Bu milliyetçiliğin İstanbul’da nasıl çalışacağını göreceğiz. Unutmayın, İstanbul Kemal Kılıçdaroğlu’nun Tayyip Erdoğan’dan daha çok oy aldığı yerlerden biriydi hem 14 Mayıs’ta, hem de 28 Mayıs’ta.

Bakalım Tayyip Erdoğan bu paradokstan çıkmanın yolunu bulabilecek mi?

O uçakta ve o koltukta olduğunuzu düşünsenize…

O uçakta ve o koltukta olduğunuzu düşünsenize…

Jet motorlu yolcu uçaklarında en kritik konu, uçağın yalıtımı. Uçağın tamamen sızdırmaz olması, içeriden dışarıya hava sızmaması çok önemli. Ama bakın Amerika’da Alaska Havayolları’na ait Boeing 737 Max-9 model bir uçağın acil çıkış kapısı uçuş esnasında koptu gitti. Uçağın düşmemiş olması, yolcuların sağ salim aşağı inmesi pilotun büyük başarısı, bir çeşit mucize.

Hatırlayın, 70’li yıllarda THY’nin DC-10 model bir uçağı bagaj kapağının açılması yüzünden Paris’te düşmüştü. Türk havacılık tarihinin en büyük facialarından olan bu kazadan sonra DC-10 uçaklar da tarihe karışmıştı, çünkü bagaj kapaklarındaki arıza çok yaygındı.

Boeing’in 737 Max uçakları Airbus’ın çok az yakıt tüketen bir modeliyle rekabet için tasarımı çok aceleye getirildiği için daha önce ciddi kazalara karıştı, bu sebeple uçak iki yıl uçamadı, Boeing 10 milyar dolardan fazla zarar yazdı. Şimdi aynı modelin Max-9 versiyonlarının karıştığı bu kaza çok ciddi.

Nitekim Amerika’da yapılmaya başlanan kontrollerde daha ilk iki günde en az beş uçağın cıvatalarının gevşek olduğu saptandı bile. Olacak şey değil, cıvatalardaki gevşeme Alaska Havayolları’nın uğradığı kazanın sebebi olabilir.

Bir an o uçağın içinde, hatta kopan acil çıkış kapısının tam yanındaki koltukta olduğunuzu hayal edin. Ani basınç kaybıyla birden gözleriniz yerinden çıkacak gibi olur, nefes alamazsınız.

Pilot anında tepki verip uçağı çok alçaltmasa yaşanacak felaket çok büyük olurdu.

Beckenbauer de gitti bu dünyadan

Beckenbauer de gitti bu dünyadan

Evimize televizyon 1972 Münih Olimpiyatları sayesinde girdi. Ama televizyonun esas keyfini 1974 Dünya Kupasında aldık. O kupada gönlümüz Brezilya’dan yana olsa da şampiyon Almanya’nın iki büyük oyuncusuna saygı duymamak imkansızdı. Biri Breitner’di, diğeri ise Franz Beckenbauer.

Beckenbauer sahada kral gibiydi. En geriden takımını yönetiyordu. Kısa süre sonra futbolda bütün liberolar Beckenbauer gibi oldu. Türkiye’de ona örnek herhalde Fatih Terim’di.

Sonrasında Bayern Münih’i defalarca şampiyon yapan bir teknik direktör ve Alman futbolunu bazen gizli, bazen açık yöneten güç olarak öne çıktı Beckenbauer.

Dün akşam ölüm haberi geldiğinde içimden bir şey koptu. Kopan kendi çocukluğum ve gençliğimdi sanırım.