İsrail için güvenli bir gelecek mümkün mü?
Soru 25 bine yakın Gazze’linin öldürüldüğü bu dönemde tuhaf gelmiş olabilir, anlatmaya çalışayım.
İsrail, 1948 yılında adeta organ nakli gibi Filistin’in devletsiz ve yönetimsiz topraklarına monte edilmiş devletin adı.
Her organ naklinde olduğu gibi bünye onu reddetti. Daha kurulduğu günden itibaren savaş halinde yaşamaya başladı; bugün dahil, bu ülke göreli barış dönemlerinde bile sürekli savaşa hazırlık seviyesi en üst düzeyde olmak zorunda olan bir ülke aslında.
Nitekim 7 Ekim sabahı bu hazırlıklar biraz tavsadığı için ağır bir saldırı yaşadı, ama birkaç saat geçmeden saldırıya aşırı sert cevap vermeyi de başardı.
Kabul etmek gerekir ki, sokaklarında kocaman tüfekleri boynundan sarkan asker görmenin gündelik hayatın ayrılmaz parçası olduğu, her an bir saldırı ihtimalini gözeten insanların evlerine özel çelikten yapılma güvenli odalar inşa etmek zorunda kaldığı bir toplum hissettiği bu sürekli güvensizlik nedeniyle normal bir ruh halinde olamaz.
İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri kendini güvende hissetme zorunluğu olduğuna göre, akıl da İsrail’i bunca yıldır yönetenlerin en temel kaygısının bu güvenlik ihtiyacı olması gerektiğini emreder.
Peki ama son 75 yıldır İsrail’i yönetenler bu güvenlik ihtiyacını kökten giderecek ne yaptılar bugüne kadar? Hemen hemen hiçbir şey.
Başta da söyledim, İsrail bulunduğu toprağa sanki yapay uzuv gibi monte edilmiş ve o bünye tarafından da ilk günden beri reddedilen devletin adı. Beklenir ki kendini bünyeye kalıcı biçimde kabul ettirmek için bir şeyler yapsın. Ama hayır, İsrail bunu yapmadı. Onun yerine bünyenin ona yaptığı her saldırıda alanını daha da genişletti, dolayısıyla güvenlik ihtiyacını da gerçekte azaltmadı, arttırdı.
Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken günlerdir Türkiye dahil bölge ülkelerini geziyor ve aslında İsrail’e ‘güvenli gelecek’ inşa etmeye çalışıyor. Üstelik İsrail tarihinin en kanlı ve vahşi saldırılarından birini sürdürürken yapıyor bunu.
Çünkü ortadaki paradoksu Amerika da, başka ülkeler de gayet net görebiliyor: İsrail’in kendini güvenli kılma bahanesiyle yürüttüğü son büyük Filistinli katliamı bu ülkenin bir gün güvenli olma ihtimalini belki sonsuza kadar yok edecek şeyin tohumlarını atıyor.
Kendi dar iç politika kavgalarına ve en çok da Binyamin Netanyahu’nun siyaseten hayatta kalma çabasına boğulmuş olan İsrail bu durumu görmüyor şu anda.
Oysa İsrail’in uzun dönemde, uzun dönemi bırakın kısa dönemde bile çıkarı bu basit gerçeği görmesinde yatıyor: Üzerine monte edildiği topraklardaki komşularıyla sonsuza kadar kavga ederek, savaşarak yaşayamaz. Her kavga, her savaş, İsrail’in topraklarını genişletmesine neden olan her çatışma, bu ülkenin gelecekteki güvenliğinden bir şeyler eksiltiyor.
Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken Türkiye’den başladığı bölge turunda Yunanistan, Ürdün, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’a gitti. En son olarak dün İsrail’deydi.
Blinken tura çantasında bir projeyle başlamıştı; yaptığı görüşmeler sonunda bu projenin temel ölçütleri de belirginleşti: İsrail Gazze’de saldırıları durduracak, bağımsız Filistin devleti için kalıcı adımlar atacak, belirli bir geçiş sürecinin ve Gazze’nin yeniden inşasının ardından bu devlet kurulacak, bu arada Suudi Arabistan dahil Arap ülkeleri de İsrail’le olan ilişkilerini ‘normalleştirecek’ti.
Fakat bir büyük sorun var bu planda: İsrail’in mevcut hükümeti Bağımsız Filistin Devleti fikrine karşı.
Dün Blinken’in Netanyahu ile ortak basın toplantısı yapamamasının sebebi bu. Netanyahu ve aşırı sağcı hükümeti ne Gazze’de savaşı durdurmayı kabul ediyor ne de bağımsız Filistin devletini.
İsrail’i yönetenler kendilerine uzatılan bu son barış çubuğunun ne ifade ettiği anlamamış gibi duruyor. Böyle olduğu için de, kendi güvenli geleceklerini riske atmaya devam ediyorlar.
Bugün Gazze ağır zulüm altında ve sanki savaşı kazanan İsrailmiş gibi duruyor, ama gerçek bunun tam tersi: İsrail, artık kazanmasına, bırakın kazanmayı sürdürmesine imkan olmayan bir savaşta ısrar ediyor.