13-01-2024
İsmet Berkan

Üzülmeyin hocam, sizin değerinizi bilenlerin sayısı çok daha fazla

Üzülmeyin hocam, sizin değerinizi bilenlerin sayısı çok daha fazla

En baştan söyleyeyim, ben Yılmaz Büyükerşen konusunda tarafsız bir isim değilim.

Uzun yıllardır, onun Eskişehir’e belediye başkanı olmasından çok önceden beri Türkiye’de üç ismin heykelinin dikilmesi gerektiğini söylüyorum.

Bu isimlerden bence birincisi bütün aleyhinde haklı gerekçelere rağmen Prof. Dr. İhsan Doğramacı. İkincisi artık maalesef çok az kişinin adını hatırladığı Prof. Dr. Orhan Oğuz ve sonuncusu hala aramızda olan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen.

Bu üç ismin ortak özelliği üniversite kurmuş olmaları. 

İhsan Doğramacı, diyorum ya onu sevmemek için ben dahil pek çok kişinin bir sürü haklı gerekçesi var, önce Hacettepe Üniversitesi’ni kurdu; ardından Bilkent’i. Her iki üniversite de görece çok kısa zamanda Türkiye’nin gurur kaynağı bilim kurumları haline geldi.

Orhan Oğuz Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni kurdu. Ardından geldi, İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni Marmara Üniversitesi’ne dönüştürdü. Marmara Üniversitesi onun sayesinde kısa sürede saygın bir üniversite oldu.

Eskişehir’de Orhan Oğuz’un kurduğu EİTİA’yı Yılmaz Büyükerşen aldı, Anadolu Üniversitesi adlı bir deve çevirdi. Burada ne başarıldığını görmek için sadece Yunus Emre Kampüsü’nü gezmek bile yeterli.

Başta dedim ya, Büyükerşen konusunda tarafsız değilim diye, anlatayım:

Ben 1980’lerin ikinci yarısından 90’ların ilk yıllarına kadar Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ders verdim. Bunun için her hafta İstanbul’dan Eskişehir’e trenle gittim, geldim.

İlk gitmeye başladığım aylarda Yunus Emre Kampüsü yok gibi bir şeydi, daha doğrusu devasa bir inşaat alanıydı. Master ve doktora sınıfı öğrencilerine dersleri eski EİTİA binasında yapardık. Sanırım artık o bina yok. 6-7 yılın sonunda Eskişehir’de son kez ders vermeye gittiğimde Yunus Emre Kampüsünde artık bir konservatuar binası da vardı, çok şık ve güzel bir konser salonu da.

Yunus Emre Kampüsü ile birlikte Eskişehir’in değişimine de tanıklık ettim. 80’li yıllarda Eskişehir yazları tozu, kışları ise çamuru ile meşhurdu. Şehir, Bilecik’in zengin ilçesi Bozüyük’ün gölgesinde fakir çorak bir bozkır kentiydi.

Anadolu muhafazakarlığı yüzünden öğrenciler Eskişehir’de ev bulamıyordu. En büyük sorunlardan biri buydu.

Yılmaz Büyükerşen her yıl YÖK’le pazarlıkta elini arttırıyor, üniversiteye giriş için gereken puanları kademe kademe arttırıyordu. Çünkü üniversitesi giderek daha iyi ve daha iyi akademisyenlerin çalıştığı iyi bir üniversiteye dönüşüyordu. Anadolu Üniversitesi giderek daha seçkin, daha seçkin öğrencileri kendine çeker oldukça Eskişehir’in değişimi de ona paralel gidiyordu.

Yani işin merkezinde dünya çapında bir üniversite yaratma arzusu vardı. Üniversitenin kalitesi adım adım arttıkça öğrenci kalitesi ve gelen öğrencinin şehri dönüştürme kapasitesi de artıyordu.

Anadolu Üniversitesi ve onun dönüştürdüğü Eskişehir öyle iyi bir örnek yarattı ki bugün Ak Parti iktidarı Türkiye’nin dört bir yanında onu tekrar etmeye çalışıyor. Her şehre kurulan üniversiteler belki eğitim kalitesi olarak henüz çok gerilerde, hatta bir hayli kötü ama bu halleriyle bile şehirlerin ekonomisine ve modernleşmesine ciddi katkı sunuyorlar.

Yılmaz Hoca daha üniversiteyken şehirle ilgili vizyona sahipti. Yardımcılarını siyasete teşvik etti, onların belediye başkanı olmasını istedi ama sonunda kendisi seçilmeyi başardı. 25 yıldır da Eskişehir’in belediye başkanı. Artık Eskişehir bambaşka bir yer. Hepsi onun vizyonu ve o vizyona ulaşmak için sergilediği çelik gibi irade sayesinde oldu.

Hocanın vizyonu başından beri buydu: Dünya çapında bir üniversite kurmak, bu üniversite yoluyla modern bir şehre ulaşmak. Açık Öğretimden gelen parayı örgün, yani yüz yüze eğitime kullanması, Amerika ve İngiltere’den, dünyanın pek çok yerinden ve Türkiye’nin büyük şehirlerinden Eskişehir’e onca değerli akademisyeni çekmesi, sonra kendi akademik kadrolarını yetiştirmesi hep bu vizyonun parçalarıydı.

Bugünün Eskişehir’ini 40 yıl öncenin Eskişehir’iyle kıyaslamak bile mümkün değil. Bugün dünya çapında bir modern sanatlar müzesi olan, operası, balesi olan, gece hayatı hayli canlı, büyük bir ekonomisi olan müthiş bir Eskişehir var karşımızda. 40 yıl önce bunu hayal etmek ancak bir liderin yapabileceği şeydi.

Lider ve liderlik konusunda dünyada yazılmış on binlerce kitap var. Bu konu sadece siyasette ve askerlikte önemli değil; liderlik iş hayatından spora kadar her alanda önemli bir yer işgal ediyor.

Lideri tarif eden bütün bu kitaplarda bazı ortak unsurlar var kaçınılmaz olarak. O unsurların başında liderin ortaya bir vizyon koyması ve peşinden insanları o vizyona doğru sürüklemesi geliyor.

Bu anlamda Yılmaz Büyükerşen bence çok büyük bir lider.

Ama Cumhuriyet Halk Partisi bu büyük lidere çok büyük bir ayıp yaptı. Onu kırdı.

Hoca artık 86 yaşında. Partisinin kendisini yeniden aday göstermek konusunda tereddüt yaşadığını hissettiğinde ‘Öyleyse ben aday olmayayım’ dedi. Partisinden ‘Peki kimi aday yapalım hocam, bu şehri siz bu hale getirdiniz, mirasınızı kim korusun istersiniz’ diye sorulmasını bekledi, ama bu soru vakit artık çok geç olana kadar sorulmadı.

Bakın, CHP’nin en büyük sorunu Türk seçmeni tarafından ‘halka uzak ve beceriksiz’ görülmesi. Oysa Büyükerşen CHP adına çok büyük başarı hikayesi yazan az sayıda isimden biri. CHP onu ve yaptıklarını bayrak haline getirebilir, Türkiye’nin dört bir yanına ‘Sizi de Eskişehir gibi yapmak için çalışıyoruz’ diyebilirdi. Yerel seçimde daha güzel, daha etkili, daha vurucu ve daha olumlu bir kampanya yapılamaz herhalde.

Ama hayır, partisi onu buruşturup bir kenara attı. Oysa diyorum ya CHP’nin başarı hikayelerine ihtiyacı var. O hikayelerden birinin sahibi de Yılmaz Büyükerşen.

Benim tanıdığım Yılmaz Büyükerşen arkasına bakmaz. Onun hep yarın yapacak bir şeyi, bir projesi, insanlara anlatacak bir öyküsü vardır. CHP’den yapılan muameleye kırıldığını söylüyor ama hoca depresyona girecek ve bu kırgınlığa takılıp kalacak insan değil.

Kaybeden CHP oldu, Büyükerşen değil. Bu muameleyi hak etmiyordu.

Yeniden şehit acısı: Çadır kente düşen ateş

Yeniden şehit acısı: Çadır kente düşen ateş

Kuzey Irak’tan dün bir kez daha maalesef kötü haber geldi. PKK bir üs bölgesine sızmaya çalışmıştı, çıkan çatışmada dokuz şehit vermiştik, dört de yaralı vardı.

Geçen ay toplam 12 şehit verdiğimiz iki ayrı saldırıya çok benziyor bu saldırı. PKK’nın yeni bir savaş yöntemine geçtiği, üs bölgelerine intihar saldırılarına başladığı anlaşılıyor. Çünkü saldırıyı yapan PKK’lı grubun tamamı öldürüldü. Onlar öldü ama şehitler verilmesine de sebep oldular.

Herhalde askeri taktisyenler PKK’nın bu yeni ve çılgınca yöntemiyle başa çıkmak için çareler düşünüyordur. Türkiye’nin Pençe-Kilit operasyon bölgesinde alan kontrolünden vazgeçmesi söz konusu olamayacağına göre başka bir yöntem bulmak, bu saldırıları yapılamaz, yapılsa bile hasar veremez hale getirmek gerek.

Cuma günü hayatını kaybeden dokuz şehit içinde biri, daha doğrusu onun ailesi benim özellikle canımı acıttı. Kahramanmaraş depreminde evlerini kaybetmişti bu aile. Konteynır kentte üşüyorlardı, çünkü soba yakamıyorlardı. O yüzden bu kış günü çadıra geri dönmüşlerdi.

Umarım biten TOKİ konutlarından ilki o aileye verilir. Evlatlarını kaybettiler, üşümeleri bütün milletin içini yakar.

İsrail’in yargılanması küçümsenecek bir olay değil

İsrail’in yargılanması küçümsenecek bir olay değil

Hollanda’nın Lahey kentinde Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Adalet Divanı var. Bu mahkeme varlığını aslında 2. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin uğradığı soykırıma borçlu. Bütün soykırım ve insanlığa karşı suç hukuku varlığını bu soykırıma borçlu aslında. Dünya bir daha böyle bir vahşet yaşamasın diye kuruldu o mahkeme.

Kaderin cilvesine bakın ki o mahkeme bugün o soykırımdan canını kurtarmayı başaran Yahudilerin devleti olan İsrail’i yargılıyor. İsrail’e yönelik suçlama bir zamanlar onları yok etmeye çalışan Nazilere yönelik suçlamayla aynı: Gazze’de Filistinlilere karşı soykırım uygulamak, insanlığa karşı suç işlemek.

Davadan ne sonuç çıkar kestirmek zor ama İsrail’in bu suçlamayla yargılanmış olması bile büyük olay. Bir kenara yazmak gerek.