15-01-2024
İsmet Berkan

‘Neden sadece yoksul çocuklar şehit düşüyor?’ Cevap veriyorum…

‘Neden sadece yoksul çocuklar şehit düşüyor?’ Cevap veriyorum…

Başlıktaki soruyu Türk popülist sol siyasetçileri yıllardır soruyor.

İşte gördük, cuma günü şehit düşen dokuz askerin dokuzu da orta sınıf bile değil yoksul ailelerin çocuklarıydı.

Aynı soru daha ilk geceden itibaren sorulmaya başlandı: Neden sadece yoksullar ölüyor?

Sorunun ima ettiği şu: Zenginlerin veya torpilli siyasetçilerin, bürokratların çocukları çatışma sahasına özellikle gönderilmiyor, onun yerine yoksul çocuklar savaşa sürülüyor.

Türkiye her alanda eşitlikçi ya, bir bu eşitliğimiz eksik. Ölümde eşitsizlik ima ediliyor.

Oysa bu baştan sona yanlış bir soru.

Türkiye 10 yıldan fazla zaman oluyor, PKK’ya karşı aktif savaşta olan birliklerinin neredeyse tamamını profesyonelleştirdi. Bu iş Türkiye’nin üç büyük komando taburuyla başladı, jandarma özel harekat timlerine ve başka birliklere de yayıldı.

Bulabildiğim kadarıyla son resmi açıklama 2022 Mayıs ayında yapılmış; TSK bünyesindeki 390 bin 960 askeri personelin 216 bini profesyonel askerlerden oluşuyor.

Başlıktaki soruyu soranlar hâlâ TSK’yı kendi askerlik görevlerini yaptıkları TSK sanıyor herhalde, ama değil. Türk silahlı kuvvetlerinin çoğunluğu artık askerlik çağına geldiği için zorunlu askerlik görevini yapan, kısa bir eğitimin ardından eline silah verilip savaşması için PKK’ya karşı dağlara gönderilenlerden oluşmuyor. 

Hatta şöyle diyebilirim: Zorunlu askerlik görevi için askere gidip kısa bir eğitim alanların hiçbiri PKK ile mücadelede rol almıyor artık.

Türkiye’de profesyonel askerlik ilk olarak 1980’lerin sonunda ‘tezkere bırakan’ kişilerin ‘uzman er ve erbaş’ olmasıyla başladı. Bu uygulama zamanla yaygınlaştı, ordu içindeki profesyonel asker sayısı arttı.

Ama esas kritik gelişme 2000’li yıllarda Genelkurmay Başkanlığı’nın PKK ile mücadelede en kritik unsurlar olan seçkin birliklerin, yani Hakkari, Bolu ve Eğirdir’deki komando tugaylarının tamamen profesyonellerden oluşmasına karar vermesiyle yaşandı.

Burada amaç şehit sayısını azaltmak için PKK’nın karşısına daha iyi eğitimli uzman birlikleri ve askerleri çıkartmaktı aslında. Uzman er ve erbaş olarak orduda göreve başlayanlar özel olarak seçiliyor, uzun bir eğitimin ardından bu üç tugaya katılıyordu.

Biliyorsunuz bir başka seçkin askeri birlik ‘özel kuvvetler komutanlığı.’ Artık iki tugay düzeyinde olan bu seçkin tümen başından beri tamamen profesyonellerden, subay ve astsubaylardan oluşuyor.

Bir üçüncüsü, daha sonra oluşturulan Jandarma Özel Harekat timleri. Bunlar polisin özel harekat timleri gibi terör bölgesinde görev yapan profesyoneller.

90’lı yıllarda PKK ile mücadele daha çok Türkiye sınırları içinde yürütülürken ve ordu ülke topraklarında ‘alan hakimiyeti’ sağlamaya çalışırken büyük kalabalıklar gerekiyordu. 

O yüzden kısa süre eğitim almış zorunlu askerlik görevini yapanlardan oluşan pek çok kara kuvvetleri unsuru, hatta deniz ve hava kuvvetleri unsuru bile ‘iç güvenlik tugayı’ adı altında sahaya sürülüyordu. 

90’lı yıllarda yaşadığımız ve çok sayıda şehit verdiğimiz dönemde evet, zorunlu askerlik görevini yaparken hayatını kaybedenler çoğunluktaydı ve o zamanlar ‘Neden sadece fakirler ölüyor’ sorusunun cevabı farklıydı: Çünkü Türkiye nüfusunun çoğunluğunu orta alt sınıf ve yoksullar oluşturuyordu.

Ama bugün durum öyle değil. Dağlarda terörist peşinde koşan, gerektiğinde taşın üzerinde uyuyan o gençlerin hepsi profesyonel olarak askerlik mesleğini seçmiş insanlar. 

Bu konuda yapılmış araştırmalar varsa da ben bilmiyorum, askerlik gibi ucunda ölüm olan bu mesleği seçen insanlar aslında neredeyse doğal olarak orta alt veya yoksul ekonomik sınıflardan gelen insanlar. Nasıl gerektiğinde şehit düşen polis memurları aynı sınıflardan gelen genç insanlarsa, askerler de öyle. Sadece uzman er ve erbaşlar değil, subay ve astsubay aileleri de Türkiye nüfusunun orta ve orta alt ekonomik gruplarından geliyor. Bugünün generallerine, albaylarına, yüzbaşı ve binbaşılarına bakın, onların nasıl ailelerden geldiğini görün, dediğimi anlayacaksınız.

‘Neden sadece yoksullar ölüyor’ sorusunu sosyal medyada fazladan birkaç ‘like’ veya ‘retweet’ peşinde olanlar sorsa önemsemeyeceğim, ama soruyu siyasetçi, hele hele ‘sol’ olduğunu iddia eden siyasetçiler sorunca sinirleniyorum.

Çünkü siyasetçi konumu gereği ordunun neredeyse tamamen profesyonelleştiğini zaten bilmesi gereken insan.

Ama sadece bu da değil: Hele soldan gelen siyasetçinin sorgulaması gereken şey ‘Neden zenginlerin çocukları ölmüyor’dan önce ‘Neden insanlar ölüyor’ olmak gerekmez mi?

Sanki dağlarda ölmek kader de biz ölenlerin kimliklerini eşitlemeye çalışıyoruz. Oysa dağlarda ölmenin kader gibi algılanmaktan çıkartılması için çalışmak, kimse ölmesin diye uğraşmak değil midir siyasetçinin görevi?

Ölene, şehit düşene üzülmek yerine ‘Neden falanca değil de filanca öldü’ diye sormak ölümü normalleştirmekten bile beter bir şey değil midir?

Oysa ölüm normal falan değil. Hele o gencecik, fotoğraflarına bakınca ışık saçan gözlerini gördüğünüz insanların hayatlarının erken bitmesi hiç normal değil.

Türk milleti o ölümlere gerçekte kimin üzüldüğünü, kimin üzülür gibi yaptığını gayet iyi görüyor.

‘Çözümün parçası değilsen sorunun parçasısın’ sözü boşuna söylenmiş bir laf değil.

Kürt siyasi hareketinde hayra alamet olmayan gelişmeler

Kürt siyasi hareketinde hayra alamet olmayan gelişmeler

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve onun gibi düşünenler bu söylediğime hiçbir biçimde katılmayacaktır ama Kürt siyasi hareketi içinde Selahattin Demirtaş aslında ‘güvercin’ siyasetçilerden biri.

Benzer şekilde Ahmet Türk de öyle.

Önce Demirtaş ‘Siyaseti bırakıyorum’ dedi, ardından dün de Ahmet Türk siyasetten çekilme kararı aldı.

Üstelik Ahmet Türk Mardin’de belediye başkan adayıydı ve daha yeni burada ön seçimde birinci çıkmıştı. Yani Ahmet Türk düne kadar siyasetin göbeğindeydi ama şimdi siyasetten çekildi.

Ne oldu, neden oldu? Ahmet Türk ‘Ön seçimde yüzde 50’yi geçemediğim için bırakıyorum’ diyor ama aslında daha derin bir sebep var.

O sebep Türkiye’de Kürt siyasi hareketine sertlik yanlılarının ağırlıklarını koymasıyla, Demirtaş ve Türk gibi ‘yumuşak’ siyasetçileri beğenmemeye başlamasıyla ilgili. Kandil’deki PKK yönetimi zaten öteden beri sertlik yanlısı ve seçimde ‘yumuşak’ların tercihi başarısızlıkla sonuçlanınca şimdi parti üzerindeki kontrolünü artırmak, partiyi daha sert bir çizgiye çekmek istiyor. Bir nevi ‘İnceldiği yerden kopsun’ siyaseti başlıyor Kürt siyasi hareketinde.

Bir yandan gelen şehit haberleri, bir yandan görece yumuşak siyasetçilerin Kürt siyasi hareketinden kopmaya başlaması…

Bunlar hayra alamet gelişmeler değil.

Ak Parti’nin belden aşağı reklam filmi girişimi

Ak Parti’nin belden aşağı reklam filmi girişimi

Ak Parti ve çevresi 2019 yılında Ekrem İmamoğlu’nun göreve başladığı ilk günden beri negatif imaj kampanyası yürütüyor. Kampanyanın amacı İmamoğlu’nun belediyeyi kötü yönettiği izlenimini seçmenin kafasına yerleştirmek. Az değil, beş yıldır devam eden bir kampanya bu.

O yüzden bir belediye otobüsü kaza yapsa veya arızalanıp yolda kalsa bile Ak Parti propaganda makinesinin medyasında bu dakikalarca yayınlanan büyük bir habere dönüşüyor. Bir mahallede çöp toplamak mı gecikti, hemen kameralar orada. Metronun yürüyen merdivenlerinin arıza ve bakımları bile bu propagandanın parçası oldu. Dediğim gibi beş yıldır sistematik olarak yapılan bir şey bu.

Hatta sadece olan biteni abartmadı bu medya, zaman zaman haberi kendisi yarattı. Birileri gitti mesela, metroda yürüyen merdivenin acil durum düğmesine basıp merdiveni durdurdu, hemen ardından ‘haber’ kameramanı ve ‘muhabir’ ortaya çıktı, halkın şikayetini dinledi.

Bu propagandayla mücadele etmeye çalışan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ümitsizce ‘Gerçek durum o değil şu’ diyor ama dinlet dinletebilirsen. İstanbullu belli kanallardan yağan ‘fake news’ veya bire bin katan haber bombardımanı altında beş yıldır.

Dün sosyal medyada dolanırken gördüm, Ak Parti yaklaşan seçimde Ekrem İmamoğlu’nun belediyeyi nasıl kötü yönettiğini anlatmak için bir reklam filmi çekmek istemiş, bu amaçla bir özel halk otobüsü kiralamış, mizansene göre yolcular arkaya geçip yolda kalan otobüsü itiyor.

Gerçek ötesi çağının İstanbul versiyonuna hoş geldiniz.