16-01-2024
İsmet Berkan

Hepimiz kemer sıkıyoruz, devlet ne zaman sıkacak?

Hepimiz kemer sıkıyoruz, devlet ne zaman sıkacak?

Hazine ve Maliye Bakanlığı dün 2023 Aralık ayı bütçe uygulama sonuçlarını duyurdu; böylece 2023 yılı bütçesinin sonuçları da belli oldu.

Aralık ayı sonuçları çok şaşırtıcıydı; çünkü Türkiye bütçesi Aralık ayında 842,5 milyar lira açık vermişti. Bu açık geride kalan 11 aylık açığın toplamından büyüktü. 2023’te bütçemiz toplam olarak 1 trilyon 375 milyar açık vermişti; bu açığın yüzde 60’ını tek bir ayda, aralık ayında yaratmıştık.

Burada ciddi bir anormallik var. Bu anormalliğin olası nedenleri hakkında Erdal Sağlam’ın yazısını okuyabilirsiniz; çeşitli olasılıkları sıralamış Erdal.

Ortada kamu harcamalarının nereye yapıldığına dair şeffaflık olmadığı için kaçınılmaz biçimde spekülatif şeyler söylüyoruz. Ama bir şey kesin: Gerçekte devlet aralık ayında 842,5 milyar lira para harcamadı. Bunu Hazine’nin nakit dengesine bakarak rahatça söyleyebiliriz. Kağıt üzerinde harcandı gibi gözüken para henüz ödenmedi.

Peki nedir bu para? İyi niyetli bakalım: Deprem nedeniyle hummalı bir faaliyet var depremin vurduğu 11 ilde. İnşaatlar hızla yükseliyor. Tayyip Erdoğan hükümeti doğal olarak evleri seçim öncesine yetiştirmek istiyor. Aralıkta harcanmış gibi gösterilen ama aslında ödenmeyen bu para deprem için çalışan müteahhitlerin gelecekte doğacağını hepimizin bildiği alacaklarından oluşuyor olabilir. Dolayısıyla ‘Nasıl olsa ödeyeceğiz’ denerek bu paralar 2023’e yazılıp 2024 bütçesi için makyaj yapılmış olabilir.

Ama tabii illa iyi niyetli bakmak gerekmiyor: Harcanması çok da gerekmeyen, seçimde iktidara yardım edecek bazı harcamalar da 2023’e yazılmış, ödemesi ise 2024’ün ilk aylarında yapılacak olabilir.

Her şart altında durum şu: Devlet henüz yapmadığı harcamalarını yapmış gibi gösterdi. Bunu ister 2024 bütçesini kağıt üzerinde daha güzel göstermek için yapmış olsun ister başka sebeple durum değişmiyor.

Devletin bu yaptığını bir an için bir şirketin yaptığını varsayın: 2023’te çok kazancı var, bu kazancını da vergi olarak ödemek yerine mesela yatırıma dönüştürerek harcamak istiyor ama henüz harcayamamış. Yılın son ayında bakıyor duruma ve kaçınılmaz biçimde ertesi yıla sarkacak olan yatırım ödemelerini kağıt üzerinde 2023’te yapmış gibi gösteriyor.

Acaba Maliye müfettişleri bu şirkette bu yapılanı yakalasa ne yapar? Hiç düşündünüz mü?

Vatandaş açısından suç olan bir şeyi devlet yapıyor ve biz sanki bir şey olmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz.

Böyle ‘Cingöz Recai’liklerin Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığı döneminde olağan uygulamaya dönüştüğünü ve kurumsallaştığını biliyoruz. Mehmet Şimşek’in de bunları sürdürmesi ‘Cingöz’lüğün bir kural olarak kurum kültürüne tamamen yerleştiğini gösteriyor bize. Nurettin Nebati’ye boşuna kızmışız.

Burada önemli olan şu: Türkiye haziran ayından beri, yani Mehmet Şimşek’le birlikte enflasyonla mücadeleye girişti.

Bu mücadele geride kalan beş yılın yarattığı hasar nedeniyle sıradan bir mücadele olmaktan çok uzak. Yoksa, bakın Amerika da Avrupa da enflasyonla mücadele etti, onlarınki bize göre ‘sıradan’ bir mücadeleydi, sadece Merkez Bankası faizini arttırarak mücadeleye başarı kazandılar, enflasyon düşüyor oralarda.

Ama bizdeki mücadele sıradan değil. O yüzden Merkez Bankası faizini arttırmak gerek şart olmakla birlikte yeter şart olamıyor bizde. Nitekim, eğer Erdal Sağlam’ın yazılarını takip ediyorsanız faiz artışının da zaten sıkı para politikası için yetersiz kaldığını biliyorsunuz, piyasada hala fazladan para var, yüzde 45’e gelen faizler pek de bir anlam ifade etmiyor şimdilik.

Tayyip Erdoğan da, Mehmet Şimşek de ‘Biz geçmişte enflasyonu yendik, yine yeneriz’ diyerek 2001 krizi sonrası uygulanan programa ve Ali Babacan dönemi politikalarına referans veriyor sık sık.

Evet doğru, Türkiye enflasyonu o dönem ciddi biçimde geriletti ama o dönemle bu dönem arasında ciddi bir fark var. O dönem toplumun neredeyse bütün kesimleri Türkiye’nin dibe vurduğunu düşünüyordu ve enflasyonla mücadele konusu bir seferberlikti.

Oysa bugün neredeyse hiç kimse Türkiye’nin gerçekte aynen 2001’deki gibi dibe vurmuş durumda olduğunu söylemeye cesaret edemiyor. Tayyip Erdoğan da, bütün Ak Parti propagandası da Türkiye’nin ne zengin ve güçlü bir ülke olduğu algısını pompalıyor. Öyle olunca da, nasıl ‘itibardan tasarruf olmaz’sa kamu harcamalarından da tasarruf olmuyor. Hala işler çok iyiymiş gibi yüz milyonlarca Euroluk demiryolu ihaleleri yapılıyor, hala seçim kazanmak için halka para dağıtmanın yolları araştırılıyor, hala Cumhurbaşkanı yurt dışı seyahatlerine dört uçakla birden gidiyor (Geçen ay Dubai’de yapılan İklim Zirvesi’ne Türkiye Çevre Bakanlığı’nın tam 1040 kişilik bir heyetle gittiğine dair haberler vardı, kimse de yalanlamadı).

Türkiye’nin dibe vurmak ne kelime uçuşta olduğu söylemleri olunca enflasyonla mücadele için bir seferberlik havası da oluşmuyor.

Merkez Bankası elindeki para politikası araçlarıyla yetersiz de kalsa enflasyonla mücadele ediyor. Faizin artması özellikle dar ve sabit gelirliler açısından kaçınılmaz bir kemer sıkmayı, işsizliği ve başka fenalıkları gündeme getiriyor.

Ama enflasyonla sadece para politikasıyla mücadele edemez Türkiye; buna maliye politikasının da eşit derecede destek vermesi lazım. Yani kamunun harcamalarını kısması gerek. Oysa aralık ayı bütçe açığından görüyorsunuz işte, harcamaların kısıldığı falan yok.

İçimizde hala enflasyonla mücadele konusunda iyimser beklentilere sahip olmaya devam edenler var. Onlar 31 Mart’tan sonrasını bekliyor. Bekliyor ve ümit ediyorlar ki seçim geçtikten sonra kamu da kemer sıkmaya başlayacak, vergi zamları gelecek, hatta zenginlere bir çeşit servet vergisi devreye girecek.

Ama o iyimserlerin unuttuğu bir şey var: Türkiye siyasetten başka hiçbir şeyin konuşulamadığı bir ülkeye dönüştürüldüğü için gerçekte seçim 31 Mart gecesi bitmeyecek, hemen 1 Nisan sabahı 2028 Mayıs ayı seçimi konuşulmaya başlanacak, hele muhalefet İstanbul ve Ankara’da gücünü korursa Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın 2028’deki olası cumhurbaşkanı adaylıkları üzerinden ciddi bir kaynaşma yaşanacak. Biz bunu 2019 seçimi sonrası yaşadık, 2023 Mayıs ayına kadar daimi bir seçim atmosferinde kaldık.

Benim enflasyonun yeniden yüzde 10 ve civarına ineceğine olan ümidim giderek azalıyor.

İran Erbil’e saldırdı ama hiçbir yeri vuramadı

İran Erbil’e saldırdı ama hiçbir yeri vuramadı

İsrail’in Gazze’ye yönelik vahşi saldırısının gündeme getirdiği en büyük tehlike bu saldırıların bir bölgesel savaşa neden olması.

Bölgesel savaşı kim çıkaracak? Bu sorunun cevabı başından beri belli: İran.

Gerçekten de İran savaşın yayılması için elinden geleni yapıyor ama onların da bir arzusu var: Kendileri savaşmasın da başkaları onlar için savaşsın. Yani bir vekalet savaşı istiyor bu ülke.

İran’ın bu savaşı başlatması için adayları Lübnan’daki Hizbullah ile Yemen’deki İran yanlısı Husiler.

Hizbullah bugüne kadar birkaç sembolik saldırı dışında bu İran gazına gelmedi. Çünkü geçmişten gelen tecrübeleri var. Husiler ise bu tecrübeye sahip değil, Kızıldeniz’deki Süveyş kanalı trafiğini engellemek için sivil gemilere saldırmaya başladılar. Dün de bir Amerikan yük gemisini vurdular. Buna karşılık Amerikan ve İngiliz gemileri ile askeri unsurları Yemen’de Husileri vurmaya başladı.

Kendini sıkışmış hisseden ve sembolik hareketler yapmak isteyen İran tam tersine geçen ay büyük bir terör saldırısıyla sarsıldı, Kasım Süleymani anmasına yapılan bombalı saldırılarda 100’e yakın insan öldü.

İşte bu sebeple daha da hırçınlaşan İran dün ve bu sabaha karşı Kuzey Irak’ta bu bölgenin en büyük şehri olan, Barzani’nin KYB’sinin merkezi Erbil’e füzeler ve İHA’larla saldırdı.

İran’a göre burada bir ‘Mossad karargahı’ vardı, o vuruldu. Ama Erbil’den gelen haberler bu yönde değil. Eğer Erbil’de söylendiği gibi bir Mossad karargahı vardıysa bile orası vurulmuş değil. Şimdilik bütün şehirde dört sivilin öldüğü bildiriliyor.

İran’ın füzeleri halen inşaat halinde olan Amerikan konsolosluğunun ve bir de Erbil Havaalanının yakınlarına düştü. Gelen haberler vurulan herhangi bir askeri hedeften söz etmiyor. Oysa Erbil’de Amerikalıların IŞİD’le mücadele koalisyonunun merkezlerinden biri var.

Daha ilginci şu: Kuzey Irak’taki Kürdistan Özerk Bölgesi’nde birkaç hafta önce yapılan seçimde Barzani’nin partisi KYB seçimi kaybetti, merkezi Süleymaniye’de olan Talabani’nin partisi İran yanlısı milislerle (ve muhtemelen PKK’yla) işbirliği halinde seçimi kazandı.

Kuzey Irak’a bu müdahaleler eğer devam ederse Türkiye ile İran’ın arasını da gerebilir.

Antalya’da gerçekte sansürlenen neydi?

Antalya’da gerçekte sansürlenen neydi?

Bugün 10Haber’de Olkan Özyurt Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptaline giden öyküyü festival yöneticisi Ahmet Boyacıoğlu’nun ağzından aktarıyor.

Hatırlayın, ‘Kanun Hükmü’ adlı belgeselin festivale kabulü üzerine bu belgeselin FETÖ propagandası yaptığı öne sürülmüş, çıkan tartışma da festivali iptale götürmüştü.

Belgesel FETÖ’den değil, FETÖ’cülerle aynı KHK yüzünden devletteki işlerinden atılan iki solcuyu anlatıyor aslında. Belgeselde onların uğradığı haksızlığa ve kanunsuzluğa tanıklık ediyoruz.

Belgesel anlayacağınız FETÖ hakkında değil, aslında hukuk devleti hakkında. Biliyorsunuz hukukun simgesinin gözleri bağlıdır, kimin hakkında karar verdiğine bakmaz, kararının hukuka uygunluğuna bakar.

Ama bizde öyle değil. Ne suç işlediğinizden önce kim olduğunuza bakar mahkemeler. Nitekim KHK ile işten çıkarmalarda da yaşanan bu.

Anlayacağınız Antalya’da gerçekte sansürlenen FETÖ propagandası değildi, bu seferlik FETÖ’nün de çok hoşuna giden hukuk dersiydi.

Sırf FETÖ’nün hoşuna gitti diye hukuktan vaz geçebileceğimizi gördüğümüz çarpıcı bir olay yaşadık Antalya’da.