Amerika’nın mega İsrail-Filistin planını Hamas kabul etti mi?
Dikkatlerden kaçıyor ama şu sıralar başta Kahire olmak üzere çeşitli başkentlerde çok hızlı bir İsrail trafiği dönüyor.
Elbette trafiğin sebebi İsrail’in 7 Ekimden beri Gazze’de yürüttüğü katliam boyutundaki saldırılar. Son olarak İsrail ordusu Gazze içinde başlı başına şehir gibi olan Han Yunus mülteci kampını kuşattı. Hamas liderlerini bu kez orada arıyorlar. Sokak çatışmaları o kadar şiddetli ki İsrail ordusu sadece bir günde 24 askerini birden kaybetti.
İsrail 100 günü aşkın süredir Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı belki ama geçen gün Hamas yeniden füze attı İsrail’e. Yani İsrail ordusunun bu insafsız savaştaki ‘başarısı’ da son derece tartışmalı. İsrail, Ukrayna karşısında zor durumda kalan Rusya gibi bir anlamda. Algılanan gücü ile gerçek gücü arasında ciddi bir mesafe olduğu anlaşıldı.
Savaşın başından beri ABD ve Avrupa Birliği İsrail’e askeri ve diplomatik anlamda neredeyse açık çek veriyordu. Şimdilerde bu açık çekin süresinin dolmakta olduğuna dair belirtiler var.
İsrail Dışişleri Bakanı Avrupa Birliği tarafından açıkça sigaya çekildi, söylemleri sert bir dille eleştirildi.
Amerika ise bir süreden beri zaten kapalı kapılar ardında İsrail’le neredeyse çatışma halinde.
Tabii bu söylediklerimin hepsi kapalı kapılar ardında yaşanıyor, gün yüzünde baktığınızda bu ülkelerin İsrail’e desteği devam ediyor aslında. İsrail ordusu saldırmaya devam ediyor, İsrailli bir bakan Brüksel’e gidip gelebiliyor.
Fakat yine de kapalı kapıların ardına dikkatle bakmak lazım.
Amerika’nın elinde bir ‘barış planı’ var. İlginçtir, bu planı ilk açıklayan ülke Türkiye oldu aslında. Plan ‘Türk planı’ olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından daha savaşın ilk haftalarında duyuruldu.
Kabaca plan şu:
– İsrail savaşı durduracak, bağımsız bir Filistin Devleti kurulacak, bu devletin ilk aşamaları için Türkiye dahil ülkelerden Filistin’e asker, polis ve müteahhitlik şirketleri dahil pek çok sivil görevli gidecek.
-Giden askerler hem İsrail’in, hem de Filistin’in güvenliğini bir geçiş süresi boyunca garanti edecek. Polisler iç güvenliği sağlayacak. Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşturulacak bir fonla Filistin’in yeniden inşası ve bu arada eğitim ve sanayi/ticaret alt yapısı oluşturulacak. Sonra kademe kademe Filistin yönetimine geri dönülecek.
-Eğer ortalık yeterince güvenliyse garantör ülkelerin garantileri sona erecek, İsrail ve Filistin barış içinde yan yana yaşayacak.
Türkiye açıkladığında bu planın üzerinde çok durulmadı, ama bir süre sonra anlaşıldı ki Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken hemen hemen aynı planla mekik diplomasisi yapmakta. Amerikan Başkanı Joe Biden da bu planın özünü iki kez telefonda Binyamin Netanyahu ile konuştu. İlk konuşma tatsız biçimde, Biden’ın telefonu ‘Konuşma bitmiştir’ diyerek Netanyahu’nun suratına kapatmasıyla sona erdi; ikinci konuşma yine gergindi, Netanyahu Nuh diyor Peygamber demiyordu.
Kağıt üzerinde güzel duran bu planın elbette sorun çıkaracak binlerce detayı var. Ama daha o detaylara varamıyoruz, çünkü İsrail’in mevcut hükümeti plana kökünden itiraz ediyor, ‘Filistin devleti olmaz, olsa bile askeri, polisi, silahı olamaz’ diyor.
Burada bir tarafta İsrail iç politikası var. 7 Ekimde ve izleyen günlerde siyasi hayatının artık sonsuza dek sona erdiği düşünülen Netanyahu bu ömrünü uzatmayı savaşı uzatmaya bağlamış gibi duruyor. Ve kısmen de başarı elde etmiş gibi. Yani yeniden, belki de İsrail’in geleceğinde bir rolü olabilecek bir siyasi varlık gibi algılanmaya başlandı. İsrail muhalefeti savaşta zemin kazanamadı, aksine kaybetti.
Bu süreçte Netanyahu’nun içeride başını ağrıtan esas mesele Hamas’ın elindeki yüzlerce İsrailli rehine. Onların aileleri doğal olarak yakınlarına hemen kavuşmak istiyor ama Netanyahu rehine pazarlığını ‘Ne olursa olsun’ diyerek yapmıyor, daha ağırdan alıyor.
Savaş biraz da bu yüzden uzuyor. Gökten yağan bombalarla ve ölen Filistinli sivillerin hayatlarıyla bir rehine pazarlığı yürütülüyor. İnsanı insanlığından utandıran ve ahlaken haklı tarafın olmadığı korkunç bir pazarlık.
Benzer şekilde bir de Amerikan (ve kısmen Avrupa) iç politikası var. Özellikle Amerika’da İsrail yanlısı sermayenin ve medyanın nasıl bir etki gücüne sahip olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. On yıllar önce çoğu insana komik gelecek derecede uyduruk ve fanatikçe dini sebeplerle oluşturulan Hıristiyan Evanjelik-İsrail ittifakı Amerikan iç politikasının başat belirleyici güçlerinden biri artık. Bu güç, İsrail’e bırakın karşı çıkmayı eleştirel yaklaşmayı bile yasaklamayı başardı Amerika’da.
Dönelim yeniden güncel diplomasiye…
Adına ister ‘Türk planı’ deyin ister ‘Amerikan planı’ ana hatları belli olan plan aslında zamanında İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin lideri Yaser Arafat’ı ABD Başkanı Bill Clinton’la birlikte Camp David’de masaya oturtan planın modifiye edilmiş hali. O plan Türkiye ve bazı Arap ülkeleri dahil bir takım ‘garantör’ler ve en önemlisi yabancı asker içermiyordu; bugünkü içeriyor. O plan Kudüs’ün paylaşılması aşamasında Suudi Arabistan’ın son dakikada ‘Hayır’ demesiyle çökmüştü; bugün Suud yönetimi aynı derecede sert olmayabilir. Aradaki fark bu.
Ama diyorum ya, İsrail plana kategorik olarak karşı çıkıyor. Amerika’nın İsrail’e planı kabul etmesi için gösterdiği yegane havuç ‘Eğer kabul edersen Suudi Arabistan’la normalleşeceksin’ demek. Yani en kritik parça Suudi Arabistan yine. Ama anlaşılan altı ay önce İsrail’in çok arzuladığı bu havuç onlara artık yetmiyor.
Havuç var peki sopa var mı? Maalesef görülen tek sopa, giderek uzayan ve sonuçları vahim düzeye gelen savaşın kendisi. İsrail savaştan sonuç alamıyor, Hamas’ı yenemiyor, aksine daha güçlendiriyor ve savaş uzadıkça bölgesindeki komşularıyla ilişkileri 50 yıl önceye dönmeye yüz tutuyor.
Benim anladığım Türkiye son olarak ABD tarafından dile getirilen plana oldukça sıcak yaklaşıyor. Nasıl yaklaşmasın ki, planı ilk olarak Türkiye açıkladı zaten.
Hamas’ın bu planla ilgili ne düşündüğünü bilmiyoruz açıkçası. Ama Mısır ve Katar’ın temel arabulucu olduğu bu müzakerelerde Hamas’ın genel hatlarıyla plana destek veriyor olması gerek; yoksa müzakere yapılamazdı zaten.
Ama unutmayın, plan Hamas’ın da nihayetinde İsrail devletinin varlığını ve müzakere masasında çizilecek sınırları kabul etmesi halinde geçerli olabilir ancak. Hamas’ın bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve ‘Nehirden denize bağımsız Filistin’ demeye devam edeceği dünyada herkesin ön kabulü. Zaten bu ön kabul yüzünden bir ara ‘Gazze’de Hamas gitsin, yerine FKÖ gelsin’ lafları edildi, ama bu laflar en az İsrail’in Hamas’ı yok etme girişimi kadar hayalci.
O yüzden, diplomatlar bir çıkmaz sokağın içinde, Orta Doğu’ya belki de hiçbir zaman gelmeyecek bir barışı kovalıyor.