24-01-2024
İsmet Berkan

Amerika’nın mega İsrail-Filistin planını Hamas kabul etti mi?

Amerika’nın mega İsrail-Filistin planını Hamas kabul etti mi?

Dikkatlerden kaçıyor ama şu sıralar başta Kahire olmak üzere çeşitli başkentlerde çok hızlı bir İsrail trafiği dönüyor.

Elbette trafiğin sebebi İsrail’in 7 Ekimden beri Gazze’de yürüttüğü katliam boyutundaki saldırılar. Son olarak İsrail ordusu Gazze içinde başlı başına şehir gibi olan Han Yunus mülteci kampını kuşattı. Hamas liderlerini bu kez orada arıyorlar. Sokak çatışmaları o kadar şiddetli ki İsrail ordusu sadece bir günde 24 askerini birden kaybetti.

İsrail 100 günü aşkın süredir Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı belki ama geçen gün Hamas yeniden füze attı İsrail’e. Yani İsrail ordusunun bu insafsız savaştaki ‘başarısı’ da son derece tartışmalı. İsrail, Ukrayna karşısında zor durumda kalan Rusya gibi bir anlamda. Algılanan gücü ile gerçek gücü arasında ciddi bir mesafe olduğu anlaşıldı.

Savaşın başından beri ABD ve Avrupa Birliği İsrail’e askeri ve diplomatik anlamda neredeyse açık çek veriyordu. Şimdilerde bu açık çekin süresinin dolmakta olduğuna dair belirtiler var.

İsrail Dışişleri Bakanı Avrupa Birliği tarafından açıkça sigaya çekildi, söylemleri sert bir dille eleştirildi.

Amerika ise bir süreden beri zaten kapalı kapılar ardında İsrail’le neredeyse çatışma halinde.

Tabii bu söylediklerimin hepsi kapalı kapılar ardında yaşanıyor, gün yüzünde baktığınızda bu ülkelerin İsrail’e desteği devam ediyor aslında. İsrail ordusu saldırmaya devam ediyor, İsrailli bir bakan Brüksel’e gidip gelebiliyor.

Fakat yine de kapalı kapıların ardına dikkatle bakmak lazım.

Amerika’nın elinde bir ‘barış planı’ var. İlginçtir, bu planı ilk açıklayan ülke Türkiye oldu aslında. Plan ‘Türk planı’ olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından daha savaşın ilk haftalarında duyuruldu.

Kabaca plan şu: 

– İsrail savaşı durduracak, bağımsız bir Filistin Devleti kurulacak, bu devletin ilk aşamaları için Türkiye dahil ülkelerden Filistin’e asker, polis ve müteahhitlik şirketleri dahil pek çok sivil görevli gidecek.

-Giden askerler hem İsrail’in, hem de Filistin’in güvenliğini bir geçiş süresi boyunca garanti edecek. Polisler iç güvenliği sağlayacak. Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşturulacak bir fonla Filistin’in yeniden inşası ve bu arada eğitim ve sanayi/ticaret alt yapısı oluşturulacak. Sonra kademe kademe Filistin yönetimine geri dönülecek.

-Eğer ortalık yeterince güvenliyse garantör ülkelerin garantileri sona erecek, İsrail ve Filistin barış içinde yan yana yaşayacak.

Türkiye açıkladığında bu planın üzerinde çok durulmadı, ama bir süre sonra anlaşıldı ki Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken hemen hemen aynı planla mekik diplomasisi yapmakta. Amerikan Başkanı Joe Biden da bu planın özünü iki kez telefonda Binyamin Netanyahu ile konuştu. İlk konuşma tatsız biçimde, Biden’ın telefonu ‘Konuşma bitmiştir’ diyerek Netanyahu’nun suratına kapatmasıyla sona erdi; ikinci konuşma yine gergindi, Netanyahu Nuh diyor Peygamber demiyordu.

Kağıt üzerinde güzel duran bu planın elbette sorun çıkaracak binlerce detayı var. Ama daha o detaylara varamıyoruz, çünkü İsrail’in mevcut hükümeti plana kökünden itiraz ediyor, ‘Filistin devleti olmaz, olsa bile askeri, polisi, silahı olamaz’ diyor.

Burada bir tarafta İsrail iç politikası var. 7 Ekimde ve izleyen günlerde siyasi hayatının artık sonsuza dek sona erdiği düşünülen Netanyahu bu ömrünü uzatmayı savaşı uzatmaya bağlamış gibi duruyor. Ve kısmen de başarı elde etmiş gibi. Yani yeniden, belki de İsrail’in geleceğinde bir rolü olabilecek bir siyasi varlık gibi algılanmaya başlandı. İsrail muhalefeti savaşta zemin kazanamadı, aksine kaybetti.

Bu süreçte Netanyahu’nun içeride başını ağrıtan esas mesele Hamas’ın elindeki yüzlerce İsrailli rehine. Onların aileleri doğal olarak yakınlarına hemen kavuşmak istiyor ama Netanyahu rehine pazarlığını ‘Ne olursa olsun’ diyerek yapmıyor, daha ağırdan alıyor.

Savaş biraz da bu yüzden uzuyor. Gökten yağan bombalarla ve ölen Filistinli sivillerin hayatlarıyla bir rehine pazarlığı yürütülüyor. İnsanı insanlığından utandıran ve ahlaken haklı tarafın olmadığı korkunç bir pazarlık.

Benzer şekilde bir de Amerikan (ve kısmen Avrupa) iç politikası var. Özellikle Amerika’da İsrail yanlısı sermayenin ve medyanın nasıl bir etki gücüne sahip olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. On yıllar önce çoğu insana komik gelecek derecede uyduruk ve fanatikçe dini sebeplerle oluşturulan Hıristiyan Evanjelik-İsrail ittifakı Amerikan iç politikasının başat belirleyici güçlerinden biri artık. Bu güç, İsrail’e bırakın karşı çıkmayı eleştirel yaklaşmayı bile yasaklamayı başardı Amerika’da.

Dönelim yeniden güncel diplomasiye…

Adına ister ‘Türk planı’ deyin ister ‘Amerikan planı’ ana hatları belli olan plan aslında zamanında İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin lideri Yaser Arafat’ı ABD Başkanı Bill Clinton’la birlikte Camp David’de masaya oturtan planın modifiye edilmiş hali. O plan Türkiye ve bazı Arap ülkeleri dahil bir takım ‘garantör’ler ve en önemlisi yabancı asker içermiyordu; bugünkü içeriyor. O plan Kudüs’ün paylaşılması aşamasında Suudi Arabistan’ın son dakikada ‘Hayır’ demesiyle çökmüştü; bugün Suud yönetimi aynı derecede sert olmayabilir. Aradaki fark bu.

Ama diyorum ya, İsrail plana kategorik olarak karşı çıkıyor. Amerika’nın İsrail’e planı kabul etmesi için gösterdiği yegane havuç ‘Eğer kabul edersen Suudi Arabistan’la normalleşeceksin’ demek. Yani en kritik parça Suudi Arabistan yine. Ama anlaşılan altı ay önce İsrail’in çok arzuladığı bu havuç onlara artık yetmiyor.

Havuç var peki sopa var mı? Maalesef görülen tek sopa, giderek uzayan ve sonuçları vahim düzeye gelen savaşın kendisi. İsrail savaştan sonuç alamıyor, Hamas’ı yenemiyor, aksine daha güçlendiriyor ve savaş uzadıkça bölgesindeki komşularıyla ilişkileri 50 yıl önceye dönmeye yüz tutuyor.

Benim anladığım Türkiye son olarak ABD tarafından dile getirilen plana oldukça sıcak yaklaşıyor. Nasıl yaklaşmasın ki, planı ilk olarak Türkiye açıkladı zaten.

Hamas’ın bu planla ilgili ne düşündüğünü bilmiyoruz açıkçası. Ama Mısır ve Katar’ın temel arabulucu olduğu bu müzakerelerde Hamas’ın genel hatlarıyla plana destek veriyor olması gerek; yoksa müzakere yapılamazdı zaten.

Ama unutmayın, plan Hamas’ın da nihayetinde İsrail devletinin varlığını ve müzakere masasında çizilecek sınırları kabul etmesi halinde geçerli olabilir ancak. Hamas’ın bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceği ve ‘Nehirden denize bağımsız Filistin’ demeye devam edeceği dünyada herkesin ön kabulü. Zaten bu ön kabul yüzünden bir ara ‘Gazze’de Hamas gitsin, yerine FKÖ gelsin’ lafları edildi, ama bu laflar en az İsrail’in Hamas’ı yok etme girişimi kadar hayalci.

O yüzden, diplomatlar bir çıkmaz sokağın içinde, Orta Doğu’ya belki de hiçbir zaman gelmeyecek bir barışı kovalıyor.

Türk parlamentosu sözünü tuttu, sıra ABD’de

Türk parlamentosu sözünü tuttu, sıra ABD’de

Türkiye Büyük Millet Meclisi MHP’nin de destek vermesiyle dün İsveç’in NATO üyeliğini onayladı.

İsveç’in üyeliği pazarlığı ABD ile son olarak Türkiye’ye F-16 satışına bağlanmıştı ve iki tarafın işlemleri eş zamanlı yapması konuşuluyordu.

Meclis’in onayının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın onay veren yasayı yayınlamak için 15 günü var.

Eğer Amerikan yönetimi de bugün Türkiye’ye F-16 satışına dair yazıyı Kongre’ye gönderirse orada da bir 15 günlük süre işlemeye başlayacak. Bu süre içinde Kongre’den itiraz gelmezse satış gerçekleşecek. İtiraz gelirse süreç uzayacak.

Bu pazarlıkta Türkiye kendi üzerine düşeni yapmış durumda. Bakalım Washington’dan ne gibi haberler gelecek. Eğer Kongre’de satışa itiraz gelirse Cumhurbaşkanı Erdoğan da Meclis’in İsveç kararını veto edip geri yollayabilir.

Bir nevi sırat köprüsü işliyor şu an.

Tolga’nın yazdığı doğruysa bu ülkenin çivisi sahiden çıkmış

Tolga’nın yazdığı doğruysa bu ülkenin çivisi sahiden çıkmış

O karanlık 15 Temmuz darbesinin yapılmakta olduğu saatlerde Ankara’da mafya babası olarak bilinen Ayhan Bora Kaplan’ın telefonu çaldı. Arayan, o sırada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan Süleyman Soylu’nun kuzeni Sadık Soylu’ydu. Ayhan Bora Kaplan’dan darbeye karşı silahlı adamlarıyla sokağa çıkmasını, hatta tam olarak Oran’daki TRT Genel Müdürlüğü’nün kapısına gelmesini istiyordu.

Nitekim o gece TRT Genel Müdürlüğü’nün kapısına dayanan ve içerideki darbecileri çıkartmaya çalışanların başında Süleyman Soylu ve Sadık Soylu vardı; yanlarında ise ellerinde uzun namlulu silahlarıyla mafya babası Ayhan Bora Kaplan ve onun temin ettiği diğer silahlı adamlar.

Bugün Ayhan Bora Kaplan hapiste ve yargılanacağı günü bekliyor. Onunla ilgili yazılan iddianamede ona yöneltilen suçlamalardan biri 2018 yılında kendi barında çalışan üç kişiyi ayaklarından vurmuş olması.

Bu üç kişi bara girmek isteyen bir genci dövmüş. Birkaç gün sonra Ayhan Bora Kaplan da gidip bu üç kişiye ‘Siz kimi dövdüğünüzü biliyor musunuz’ deyip ceza vermiş, ayaklarına kurşun sıkmış iddianameye göre.

Peki kimi dövmüş bu üç kişi? Dün T24’te Tolga Şardan’ın yazısında bomba gibi bir iddia vardı: Bar kapısında dövülen genç adam Süleyman Soylu’nun kuzeni Sadık Soylu’nun oğluydu Tolga Şardan’a göre.

Eğer bu yazılan doğruysa, demek Sadık ve Süleyman Soylu, Ayhan Bora Kaplan nezdinde öyle önemliymiş ki uğruna kendi adamlarını vurmaktan çekinmemiş.

Bu ülkenin çivisi sahiden çıkmış…

Sağlık turizmi iyi ama bu haberler o turizmi bitirir

Sağlık turizmi iyi ama bu haberler o turizmi bitirir

Hayatının daha başında, 20 yaşındaki bir İngiliz genç kızı olan Morgan Ribeiro Türkiye’deki sağlık turizmin son kurbanı oldu.

Genç kadın kilo verebilmek için mide küçültme ameliyatı olmak istiyormuş. Bu işi Türkiye’de daha ucuza yapacağını öğrenince ailesine bile haber vermeden gelmiş; Türkiye’de kim bilir nerede bu ameliyatı olmuş.

Dönüş yolunda uçakta şoka girince uçak Sırbistan’a acil iniş yapmış, orada hastaneye kaldırılmış ama kurtarılamamış, ölmüş. Ölüm sonrası yapılan otopsisinde ölüm nedeni olarak Türkiye’deki ameliyatta yapılan vahim bir hata ortaya çıkmış. Genç kadının ince bağırsağı delinmiş, buradan çıkan asitler ve bakteriler batında ‘peritonit’ adı verilen vahim iltihaba yol açmış, kadın sonuç olarak septik şokla, yani zehirlenerek ölmüş.

Sağlık turizmi Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği ve bir hayli de iddialı olup ülkeye ciddi döviz kazandıran bir faaliyet. Ama tabii böyle haberler bu turizme ciddi darbe vuruyor. Merdiven altı ‘hastane’lerde bilgisiz ve yetersiz cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlar sadece İngiltere’den gelen 25 kişinin ölmesine neden oldu.

Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda acil önlem alması ve Türkiye’deki sağlık sistemine yabancı ülkelerdeki güveni arttırmaya çalışması gerekiyor.