26-01-2024
İsmet Berkan

Türkiye’nin derin güvenlik sorunlarının bir numaralısı

Türkiye’nin derin güvenlik sorunlarının bir numaralısı

Hiç düşündünüz mü, Türkiye neden adına ‘Pençe-Kilit’ denen bir sürekli askeri operasyon yürütüyor ve Irak’ın Kuzeyinde yer yer 30 kilometreye kadar derinde sürekli asker bulunduruyor?

Veya hiç düşündünüz mü, Türkiye Suriye topraklarında yer yer derinliği 15 kilometreye kadar ulaşan, hatta aşan bir toprak parçasını sürekli kontrol ediyor?

Elbette her iki sorunun da akla gelen ilk cevabı aynı: PKK yüzünden.

Tamam da, orada PKK neden var zaten?

Çünkü Irak’ın Kuzeyinde 34 yıla yakın süreden beri, Suriye’nin Kuzeyinde ise 13 yıldır karşımızda bir ‘devlet’ yok.

Türkiye’nin binlerce kilometrelik bütün güney sınırından söz ediyoruz. Bu sınırlarda karşımızda Türkiye’nin olmayan ama başka bir devlet tarafından da kontrol edilmeyen muazzam genişlikte bir toprak parçası var.

Irak’la olan sınırımız, ki en eski baş belamız bu sınır, Ağustos 1990’da başlayan 1. Körfez Savaşı’ndan itibaren kontrolsüz; yani karşı tarafta bir devletin olmadığı bir sınır. Buradaki kontrolsüzlük 2003’teki ABD’nin Irak işgaliyle daha da arttı. Bugün Irak’ta sözde bir devlet var ama yok mertebesinde.

Suriye’de ise sorun 2011’de bu ülkede çıkan iç savaşla başladı; türlü çeşitli aşamalardan geçip bugüne ulaştı. Suriye sınırında da karşı tarafta bir devlet yok. Yerine önemli bölümü PKK’dan oluşan çeşitli örgütler var.

İki sınırda da karşı tarafta birer egemen devlet olsa, terörist sızmalara karşı onlarla muhatap olursunuz; en kötü ihtimalle kendi güvenliğinizi temin etmek için düzenli bir savaşa girersiniz.

Ama karşıda bir devlet olmayınca, doğal olarak muhatap da yok. Var gibi gözükenler güvenilmez, uluslararası hukukla bağı olmayan bir takım aktörler ve elbette esas hakim güç olarak Türkiye’ye karşı savaşan PKK.

Türkiye 1990’dan beri aslında yabancı ülke toprağında savaşıyor ama bunun adı savaş değil. Siz hiç 34 yıl süren savaş duydunuz mu? Biz bunu yaşıyoruz tam olarak. Evet bir dönem kullanılan adıyla bu bir ‘düşük yoğunluklu savaş’ ama sonuçta savaş işte.

Bakın bir rakam vereyim: Irak hükümeti Türkiye’yi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne şikayet etmiş, diyor ki ‘1 Ağustos 2023’ten 31 Ekim 2023’e kadar geçen üç aylık sürede Türk savaş uçakları Irak hava sahasını tam 1,453 kez ihlal ettiler.’ Türkiye de bu şikayete cevap olarak demiş ki ‘Irak kendi topraklarındaki terörist organizasyonlara müdahale edemediği için biz müdahale ediyoruz.’

Burada sözü edilen üç ayda yapılan 1,453 sorti sadece hava kuvvetleriyle ilgili. Dediğim gibi aynı bölgede Türkiye’nin tankları, toplarıyla askeri birlikleri de var. Bizim helikopterlerimiz bu sahada sürekli uçuş halinde.

Biz tabii Türkiye’de terörle mücadeleye yoğunlaşmış durumdayız ve sahada daha yakın zamanda 21 şehit vererek sürekli çatışıyoruz veya çatışmaya hazır duruyoruz ama belli ki bu çaba sonu olan bir şey değil. 

Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin 40 yılı doldurmak üzere olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu örgüt Eruh ve Şemdinli’deki jandarma karakollarına ilk saldırdığı günlerden bugüne 40 yıl geçti, dile kolay.

Türkiye bu uzun mücadele boyunca Avrupa’da, Amerika’da, her yerde diplomasi yaptı, PKK’ya verilen desteği kesmeye uğraştı, bu örgütün para kaynaklarını azaltmak için çaba sarf etti. Daha yeni İsveç’in NATO’ya üyeliğini PKK’yı gerekçe göstererek bunca zaman geciktirdik.

Ama belki de odağımız yanlış bu işte. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de karşımızda bir devlet sorumluluğuyla hareket edecek ve kendi toprakları üzerinde egemenliği eksiksiz olacak devletlere ihtiyacı var. Türkiye’ye yönelik saldırıları durdurmak öncelikle bu devletlerin görevi olmalı; durdurmazlarsa başlarına neler gelebileceğini bu devletler bilmeli.

Bu dediğim tabii kağıt üzerinde güzel duruyor ama bu iki ülkede bugün devlet olmamasının veya her ikisinin de Amerikalıların deyimiyle ‘failed state’ (başarısız devlet) sayılmasının öyle kolay kolay giderilecek bir sorun olmadığını hepimiz biliyoruz.

İşte Iraklılar 20 yıldır, yani Amerikan işgalinden beri devletlerini kurmaya çalışıyorlar; daha Bağdat’ta elektriklerin kesilmesini bile engelleyemediler. Suriye ise hala aslında iç savaşın devam ettiği, tamamen bölünmüş parçalanmış bir ülke. Irak’a göre çok daha fakir olan bu ülkede bir devlet kurulması 20 yıldan da uzun sürecek gibi duruyor.

Türkiye’nin mecbur kaldığı bu sürekli savaş durumu ülkemizin iç politikasında da, dış politikasında da, vatandaşlarımızın ruh halinde de, ekonomimizde de, eğitimimizde de derin etkiler bırakıyor. Bu etkilerin tamamı olumsuz.

Mesele sadece ‘Hain bölücü örgüt’ten ibaret olsa 40 yılda çoktan şu veya bu yolla biterdi. Mesele çok daha derin ve zor.

Pamukkale’den başlayıp İsviçre ve Fransa’ya uzanan dolandırıcılık

Pamukkale’den başlayıp İsviçre ve Fransa’ya uzanan dolandırıcılık

Belki de Serdar Turgut haklı, Türk milletinin en iyi becerdiği şeylerden biri dolandırıcılık ve dolandırılmak. Bu konuda üniversitelerde kürsüler kurulsa yeridir.

Bakın son saadet zinciri dolandırıcılığına. Merkez üssü Denizli’nin Pamukkale ilçesi. Ama dolandırılanlar arasında İsviçre’den, Fransa’dan bireyler de var. Hepsi yüksek kazanç vaadine kanmış, hepsi sorgusuz sualsiz on binlerce, hatta yüz binlerce eurosunu pahalı arabalarla gezen dolandırıcılara kaptırmış.

10Haber’de okudum, avukata göre toplamda dolandırılan insan sayısı 750 kişi. Muazzam bir kalabalık. Dolandırılanlar arasında çok sayıda gurbetçinin de bulunduğu söyleniyor.

Türkiye’de art arda bu tarz saadet zinciri dolandırıcılığı olaylarıyla o kadar çok karşılaşmaya başladık ki insan ne diyeceğini bilemez hale geliyor.

Montrö bir iç politika tartışması mı, dış politika tartışması mı?

Montrö bir iç politika tartışması mı, dış politika tartışması mı?

Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Celeste Wallander geçen gün basın toplantısında bir gazetecinin sorusuna cevap verirken imalı biçimde Montrö anlaşmasından şikayet etmiş.

Bu, Amerikalı askeri yetkililerin Montrö’den ilk şikayeti değil, son da olmayacak.

Bakan Yardımcısının imaları üzerine Türkiye’de bir tartışma başladı.

Ben hep merak ediyorum: Bu konu Türkiye’deki mevcut Tayyip Erdoğan iktidarını yeterince milli bulmayanların köpürttüğü bir iç politika tartışması mı, yoksa gerçek bir dış politika tartışması mı?

Korkarım birincisi. Çünkü mesele sadece dış politika olsa iş kolay. Anlaşmanın değişmesini kabul etmezsiniz olur biter.