30-01-2024
İsmet Berkan

F-35’leri alamamak: Evet önümüze bakalım ama fırsat maliyetlerini konuşmayalım mı?

F-35’leri alamamak: Evet önümüze bakalım ama fırsat maliyetlerini konuşmayalım mı?

Türkiye yılan hikayesine dönen ve çokça da hayvan pazarında koyun pazarlığını andıran bir sürecin ardından İsveç’in NATO üyeliğini onayladı. Hemen ardından Amerikan yönetimi Türkiye’ye F-16 satmaya karar verdiğine dair bildirimi Amerikan Kongresine gönderdi.

Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in bildirim mektubunda ABD’nin Yunanistan’a da F-35 satacak olduğundan söz etmesi Türkiye’de bazılarını şaşırtmış gibi duruyor. Oysa şaşıracak bir şey yok; aylardır bunun böyle olacağını biliyoruz.

Amerika Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasında Türkiye lehine olan askeri güç dengesini Yunanistan lehine değiştirmek için epey bir süreden beri aktif çaba sarf ediyor.

Tabii uzaktan bakan biri ikisi de NATO müttefiki olan Türkiye ve Yunanistan’ın diğer işlerini güçlerini bırakıp bir gün birbirleriyle savaşacaklarmış gibi daimi hazırlık içinde olmasını anlamayabilir. Ama durum bu: Türkiye 14 milyon nüfuslu Yunanistan kendisini her an işgale kalkışabilirmiş gibi davranıyor; tabii Yunanistan da sürekli Türkiye’den korkuyor.

Aslında Ege’de dengenin Yunanistan lehine dönmeye başlamasının, Amerika’nın tercih değiştirmesinin tarihi son derece kısa ve yakın dönem gelişmeleriyle ilgili.

Amerika açısından bakarsanız, mesele ‘Türkiye’nin güvenilir müttefik olmaktan çıkması’yla ilgili; Türkiye açısından bakacak olursanız da ‘Türkiye’nin kendi bölgesinde bağımsız dış politika uygulamak istemesinin Amerika’yı kızdırması’yla.

İki ülke ilişkilerinin tamir edilemeyecek derecede kopmasının arka planında ise Suriye iç savaşından sonra yaşananlar var.

Türkiye, Suriye’de çıkan iç savaştan sonra burada Sünni temelde bir yönetim kurulabileceğine inandı, bu yönetimi oluşturmaya da çalıştı. Ama dünyanın geri kalanı Türkiye’nin bu projesiyle Suriye’yi yönetmeye gelecekleri yeterince güvenilir bulmadı. Neden bulmadı, bulabilir miydi vs sabahlara kadar tartışabiliriz ama sonuç bu: Başta ABD ve İsrail olmak üzere diğer güçler Türkiye’nin başını çektiği yeni Suriye projesini radikal İslam’a kapı açan tehlikeli bir proje olarak gördüğü için Türkiye en sonunda Suriye iç savaşında kaybeden tarafta kaldı.

Kaybetmek öyle böyle değil. Sadece Esad rejimi yerinde kalmış olmadı Suriye’de; bir de karşımıza neredeyse bütün Türkiye-Suriye sınırı boyunca gücü elinde tutan bir PKK gerçeği çıktı. Bugün Suriye’de savunma savaşı yapan tarafta Türkiye.

Tek büyük hata Suriye’de kaybeden tarafta olmak değildi. Türkiye iki defa kaybetti Suriye’de. Bir Rus savaş uçağının düşürülmesi Ankara tarafından ‘Kusura bakmayın bir hata oldu’ diye geçiştirilmek yerine övünç malzemesi olarak kullanılınca Rusya gazaba geldi. Bu ülkeyle yeniden barışabilmek uğruna verilen tavizlerden biri oradan S-400 füzeleri almak oldu.

Rusya’dan yapılan bu alım Türkiye’nin Suriye’den sonra Ege’de de kaybeden tarafta kalmasına neden oldu. Amerika bu kez Türkiye’yi F-35 programından attı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin on yıllar önce yapılmış stratejik programı çöktü, birdenbire geri kalmış bir savaş teknolojisine mahkum edildik.

İsveç’in NATO üyeliği üzerinden yapılan tuhaf pazarlık bu uzun hikâyenin traji-komik sahnelerinden biriydi.

Bakmayın yapılan uysal açıklamalara ve gösterilen çabalara, Türkiye bugün Batı karşısında ‘Ey Obama’ ve ‘Ey Merkel’ diye seslenilen günlerdeki kadar yalnız aslında. Bir zamanlar buna ‘onurlu yalnızlık’ adı da verilmişti, hatırlayın, şimdilerde ‘Türkiye ekseni’ diyoruz ama eksen sadece savunma çizgisinden ibaret, geleceğe ilişkin yol haritası vermiyor koca ülkeye. Oysa 10 yıl önce iyi kötü geleceğe ilişkin bir yol haritamız vardı.

Evet, elbette koca ülke geçmişe takılıp kalmamalı. Bugün oturup ‘Ah keşke o S-400’leri almasaydık, ah keşke Suriye’nin geleceği konusunda bizim de ulusal çıkarlara dayalı bir stratejimiz olsaydı, ah keşke hayallere kapılıp Müslüman Kardeşler’e bu kadar inanmasaydık’ demenin çok anlamı yok. Dönüp yeniden geleceğe bakmalıyız.

Türkiye 1965 yılında İsmet İnönü’nün Amerikan Başkanı’na mektup yazıp ‘Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır’ dediği günlerde bile bu denli içine kapanmamıştı, elinde o gün bile bir gelecek haritası vardı, sokaktaki insanlar da o gelecek haritasına bakıp umutlanıyordu.

Bugünse iktidar ‘Türkiye Yüzyılı’ndan ve ‘Türkiye ekseni’nden söz ediyor, ama bunların içinin doldurulmaya muhtaç olduğunu kendisi de biliyor. Sokaktaki insan da bu söylenenlerin henüz sadece birer slogandan ibaret olduğunu, gerçek bir hedef göstermediğini görüyor.

Belki bu içe kapanmışlığımızın gerçek sebebi de bu: Dünyadaki yeni yerimize ilişkin bir hedefimiz yok.

F-35’lerin yokluğunun alternatif maliyeti işte bu.

Uyuyan IŞİD hücreleriyle polisin işi zor

Uyuyan IŞİD hücreleriyle polisin işi zor

Pazar günü İstanbul’da Büyükdere semtindeki küçük İtalyan Katolik kilisesi Santa Maria’ya yapılan vahim silahlı saldırı esasen ucuz atlatılmış bir IŞİD saldırısı.

Maalesef bu saldırıda bir vatandaşımız hayatını kaybetti, ama saldırının arkasındaki planlamaya bakınca çok daha vahim sonuçlar yaşanabilirdi.

Türkiye’de IŞİD adlı örgüte karşı zorlu bir mücadele yürütülüyor. Bu örgütün ülkemizde çok kanlı bir tarihi var. Suruç katliamı, Ankara Gar katliamı, İstanbul Atatürk Havaalanı baskını, Reina katliamı ilk akla gelen kanlı eylemler.

O yüzden polis de bu örgüte karşı çok dikkatli. Zaten sık sık da duyuyoruz, IŞİD’e sürekli operasyonlar yapılıyor, yeni kişiler yakalanıyor.

Ama bakın, İstanbul’daki saldırıyı düzenleyen IŞİD hücreleri bir biçimde polis radarından gizlenmeyi başarmış. Türkiye’ye Polonya’dan bir otomobil getirmiş, bu aracı bir yıl boyunca park etmişler.

O yetmemiş, Rusya üzerinden biri Tacikistan, diğeri Rusya vatandaşı iki tetikçi getirmişler.

Olası bazı hedefler seçip onları takip etmiş, içlerinde en çok güvenlik zaafı olan Büyükdere’deki kiliseyi seçmiş ve bu iki tetikçiyi götürüp o kiliseye sokmuşlar.

Tetikçiler ellerinde tutukluk yapan tabancalarla değil mesela el bombalarıyla da gidebilirdi kiliseye ve bugün onlarca ölüden söz ediyor olabilirdik.

Polisin ihmali olup olmadığı doğal olarak tartışılacak ve şunu kabul edelim: Polisin işi de hiç kolay değil.

CHP İzmir’de adayını neden ön seçimle belirlemedi?

CHP İzmir’de adayını neden ön seçimle belirlemedi?

Ben İzmirli değilim, İzmir’e de yolum çok fazla düşmüyor; o yüzden Tunç Soyer’in başarılı bir belediye başkanı olup olmadığını söyleyecek durumda değilim. Ama anlaşılan birileri onu başarısız buluyordu; hatta iddiaya göre CHP Genel Merkezinin araştırmasında Tunç Soyer’in oyu düşük bile gözüküyordu.

Olabilir, bir şey söylemek çok zor.

O zaman yapılması gereken belliydi: CHP örgütünün, hatta seçmenin katılacağı bir ön seçimle CHP’nin İzmir adayı belirlenebilirdi. Bu yapılsaydı, Tunç Soyer yarışı kaybetse ve Genel Merkez’in belirlediği isim olan Cemil Tugay ön seçimi kazansa dahi parti bugün aldığı hasarı almamış olurdu.

Şimdi kendi içinde çatlamış, Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel çekişmesi ve Kemal Kılıçdaroğlu-Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu-Ekrem İmamoğlu çekişmeleri gizlenemez hale gelmiş bir CHP var karşımızda.

CHP önümüzdeki yerel seçimde başarılı olmamak için elinden geleni yapıyor; kendi iç çekişmeleri seçmen kazanmaktan daha önemli sanki onlar için.

Oysa ortada seçmen olmayınca partiyi kazanmak ne işe yarar ki?