31-01-2024
İsmet Berkan

Meclis kendi hakkına sahip çıkmaz ve Anayasa’ya darbeye katılırsa ne olur?

Meclis kendi hakkına sahip çıkmaz ve Anayasa’ya darbeye katılırsa ne olur?

Can Atalay, 14 Mayıstaki seçimde milletvekili seçildiğinde, yargılandığı davada mahkûm olmuştu ama henüz hakkındaki hüküm Yargıtay’da onanmamıştı. Zaten bu sayede Yüksek Seçim Kurulu onun milletvekili adayı olabilmesine izin vermişti. Yani hepsi yüksek yargı mensubu hakimlerden oluşan YSK’ya göre Can Atalay henüz ‘masum’du.

Atalay seçilince, normalde Yargıtay’ın önündeki Gezi Davası dosyasından onu ayırması ve mahkumiyet kararını alan 13. Ağır Ceza’ya geri göndermesi gerekiyordu. Çünkü yargılama durmalıydı; Atalay artık milletvekili dokunulmazlığını kazanmıştı, serbest bırakılmalıydı.

Hayır, Yargıtay 3. Ceza Dairesi böyle yapmadı, Atalay’la ilgili yargılamayı durdurmak bir yana süreci hızlandırdı, temmuz ayı başında Can Atalay dahil Gezi sanıklarının önemli bölümünün cezalarını onadı, hükümleri kesinleştirdi.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay’ın durumuyla ilgili olarak özel bir Anayasa yorumu yapıyor, onun yargılandığı suçun milletvekili dokunulmazlığı kapsamında olmadığını öne sürüyordu.

Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi 25 Ekimde bir karar aldı, ‘Anayasayı yorumlama yetkisi bana aittir ve benim yorumum bellidir, Atalay milletvekili dokunulmazlığı kazanmıştır’ dedi.

Yargıtay kendi yorumunda ısrar etti, Anayasa Mahkemesi’ne çok ağır eleştiriler yöneltti.

Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi bir kez daha aynı konuda karar aldı. Bu kez karar oybirliği ile çıktı ve dendi ki, ‘Anayasayı nihai yorumlama yetkisi sadece AYM’ye aittir, Can Atalay’ı serbest bırakmayan 13. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasada yazılı bireysel başvuru hakkını hiçe saymış ve Anayasayı çiğneyip Can Atalay’ın temel haklarını ihlal etmiştir.’

Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu karara karşı da, ‘Benim Anayasa yorumum böyle’ diyen bir karar aldı.

Meselenin özünde iki konu var: 

1. Anayasayı yorumlama hakkı kime aittir, AYM’ye mi, Yargıtay’a mı? Bu konuda aslında Anayasanın kendisinde tartışmalı bir durum yok. Hatta bir maddede açık açık ‘Yargı organları arasında uyuşmazlık olması halinde AYM kararı geçerlidir’ bile deniyor.

2. Milletvekili dokunulmazlığı ne kadar geniştir, terörü de kapsar mı? Yargıtay’a göre Anayasanın kendisi devlete karşı işlenen suçlarda bu dokunulmazlık geçerli değil. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi ortada muğlak ve tartışmalı bir durum olduğunu kabul ediyor, Meclis’in bu konudaki karışıklığı giderecek bir yasa çıkarmaması halinde, evrensel bir hukuk kuralı olan ‘masumiyet karinesi’nin Anayasada yazılı istisnalardan daha önce geleceğini söylüyor, Yargıtay’a ‘Sen temel hak ve özgürlükleri kafana göre kısıtlayamazsın’ diyor.

Biliyorsunuz, Anayasamızda yazılı mimariye göre devlet dediğimiz şey üç temel güçten oluşuyor: Yasama, yürütme ve yargı.

Burada tartışma yargının iki üst organı arasındaymış gibi gözüküyor ama aslında tartışmanın özünün bir diğer muhatabı da yasamanın kendisi. Çünkü mesele milletvekili dokunulmazlığının nasıl anlaşılacağıyla ilgili.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, istese daha Meclis’in ilk açıldığı günlerde Yargıtay’ın Can Atalay ile ilgili kararını Genel Kurulda okutturur ve Atalay’ın cezasının kesinleştiğini, o yüzden onun milletvekili sıfatını kaybettiğini resmileştirebilirdi.

Ama bunu aylar boyunca yapmadı. Çünkü öyle düşünmüyordu. Numan Kurtulmuş’a göre de Can Atalay seçildiği gün dokunulmazlık kazanmıştı, dolayısıyla Yargıtay’ın onu yargılamayı durdurması gerekiyordu.

Şimdi aradan 6 ay geçti ve Numan Kurtulmuş fikir değiştirdi, kendisinin yurt dışında seyahatte olduğu bir sırada Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine onay verdi. Dün Meclis’i yöneten Ak Partili eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu kararı genel kurulda okuttu ve Atalay’ın vekilliği sona erdi.

Yani Meclis Başkanı, Yargıtay gibi düşündü, milletvekillerinin Anayasanın 14. maddesinde genel olarak sıralanan suçlar söz konusu olduğunda dokunulmazlık sahibi olmadığına hükmetti.

Numan Kurtulmuş, bu yaptığının nasıl bir örnek yarattığını ve gelecekte iktidar rüzgarlarının değişmesi halinde bugünkü uygulamanın ne gibi sonuçlara sebep olabileceğini en iyi bilecek isimlerden biri.

Şimdi çocuk kandırır gibi, ‘Can Atalay’ın avukatları bir daha Anayasa Mahkemesine başvursun, AYM de Meclis kararını iptal eden bir karar alsın’ diyorlar. Geçmişte iki AYM kararını uygulamayan 3. Ceza Dairesi sanki üçüncü bir kararı uygulayacak, ansızın bir aydınlanma yaşayıp ‘Meğer ben yanlış yapıyormuşum, Anayasayı yorumlama yetkim sınırlıymış’ diyecek… Ölme eşeğim ölme…

Meclis’in kendi bir üyesinin hakkına sahip çıkmadığı ve ‘Anayasayı çiğnemekte sakınca yok’ dediği bir ülkede kimin ne güvencesi olabilir?

Hukuk devletinin Meclis eliyle bir kez daha öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Artık her an her şey olabilir, eğer siyasi gücünüz varsa yaptıklarınız yanınıza kalabilir.

Düzenimiz bu!

Al Türk medyasını vur Yunan medyasına…

Al Türk medyasını vur Yunan medyasına…

Eğer siyasetçiler Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaş çıkartmazsa veya ucunda savaş ihtimali olan bir gerginlik yaratmazsa, iki ülkenin muhalif medyası bunu yapacak gibi duruyor.

Bakın Yunanistan’ın önemli gazetelerinden Kathimerini dün, ABD’nin Türkiye’ye F-16 satarken gizli bir mektup yazdığını ve bu mektupta söz konusu F-16 uçaklarının Ege Adaları üzerinde uçamayacağının belirtildiğini öne sürüyor.

Amaç, haberin Türkiye tarafından yalanlanmasını sağlamak. Türkiye haberi yalanlayınca hem ABD’deki Yunan lobisi hem de Yunanistan’da hükümet, Türkiye’ye bu uçakların satılması konusunda tutum değiştirecek, satışı engellemeye çalışacak.

Türkiye’de ise bu alışverişin pahalıya geldiği, Yunanistan’ın F-35’lerini bizim F-16’lara ödediğimiz fiyattan daha ucuza aldığını öne süren imalarla dolu haber ve yazılar var.

İki ülke muhalif medyası bu tuhaf gayretlerini sürdüredursunlar, bu işten tek kazançlının bu uçakları üretecek şirket olduğundan kimse söz etmiyor. Hem Amerikalı işçiler işlerini korumaya devam edecek, hem şirketler silah satışından para kazanacak.

Biz ise burada iç içe yaşadığımız avuç içi kadar Ege denizini paylaşamamaya devam edip itişip kakışacağız.

Beş kişiden birinin günde en çok 120 lira kazanabildiği ülke

Beş kişiden birinin günde en çok 120 lira kazanabildiği ülke

Dünyada ‘yoksul’ tanımı için kullanılan muhtelif ölçütler var. Bu ölçütlerin her birinde, ülke içinde kullanılabilir kişi başına gelirin belli bir oranı esas alınıyor.

TÜİK dün açıkladı, 10Haber Ekonomi Editörü Ruhi Sanyer de gayet ayrıntılı bir haberle anlatmış, burada önemli olan ‘medyan gelir’ hesabı.

Bu şu demek: Türkiye’de her bir bireyin yıl içinde elde ettiği ve ‘kullanılabilir’ nitelikte olan gelirini en azdan en yükseğe doğru sıralıyorsunuz. Bu sıralamanın tam ortasında yer alan kişinin geliri ‘medyan gelir.’ (Bunun ‘ortalama gelir’den farklı olduğunu söylememe gerek yok herhalde.)

Örneğin 2022’de bireylerin ortalama geliri 48 bin 642 lira olmuş ama medyan gelir 35 bin 493 liraymış. TÜİK’e göre 2023’te de ortalama gelir 83 bin 808 liraya yükselirken medyan gelir de 58 bin 474 lira olmuş. Bu gelirler yıllık, aylık değil!

Şimdi bir hesaba göre bu medyan gelirin eğer yüzde 50’sinden azını elde ediyorsanız yoksulsunuz, bir başka hesaba göre ise yüzde 60’ından azını.

Yüzde 50 hesabına bakınca, 2023’te yıl boyunca elde ettiğiniz kullanılabilir geliriniz 29 bin 187 liradan azsa yoksuldunuz. Yüzde 60 hesabına göre ise yılda 35 bin 24 liradan az kazandıysanız yoksuldunuz. (2023 ortalama dolar kuru 23,74 oldu; yani medyan gelirin yüzde 50’si koca yıl boyunca 1,229 dolar; yüzde 60’ı ise 1,416 dolar ediyor. Yani medyan gelirin yüzde 50’sini kazanabilen yoksullar günde 3 dolar 36 cent; yüzde 60’ını kazanabilen yoksullar ise 3 dolar 87 cent ile geçindiler.)

Türkiye’de nüfusun yüzde 21,7’si medyan gelirin yüzde 60’ından az kazanıyor; yani sokaktaki her 5 kişiden birinin günlük geliri 4 dolar bile değil. Bugünkü kurdan kabaca hesaplasak 120 lira değil!

Rakamların içinde boğulmayın ve buna bakın: Sokakta gördüğünüz 5 kişiden 1’i, günde en fazla 120 lira gelir elde edebiliyor.