06-02-2024
İsmet Berkan

Kara günün sabahı

Kara günün sabahı

Geçen yıl bugün, bu sabah hep olduğu gibi 04.30’da uyanmış, o zamanlar tek başıma hazırladığım 10Haber için bilgisayar başına oturmuş, son 24 saatin iç ve dış haberlerini taramaya başlamıştım.

Türkiye’nin dört bir yanından sürekli deprem haberleri gelir. Ben prensip olarak büyüklüğü 5’in altındaki depremleri haber yapmıyordum. O sabah da bir-iki küçük haber vardı. Adıyaman merkezli bir deprem olmuştu ama detay verilmiyordu ilk baktığım ajans haberlerinde.

Haberleri taramayı bitirdiğimde RSS feeder’ıma ajanstan başka haberler düştüğünü gördüm; Malatya’dan, Gaziantep’ten, Adıyaman’dan, hatta Adana’dan haberler vardı depremle ilgili. Derken depremin büyüklüğüne ilişkin haber geldi: 7,7.

Bir an dondum kaldım. Muazzam bir depremdi bu ve günün o saatinde (daha saat 05.30 olmamıştı) depremin yaygınlığını, yarattığı hasarı kavramama imkan yoktu. Hemen bir harita açtım, önümdeki haberlerin geldiği yerlere baktım ve fay hattı boyunca her yerin etkilendiğini görmem uzun sürmedi.

Yalnız bir eksik vardı. O saatte Hatay’dan, bu ilin büyük ilçeleri Antakya, İskenderun gibi yerlerden henüz hiç haber yoktu.

Aklıma hemen 1999 depremi geldi. Sakarya’nın il merkezi Adapazarı’nın yıkıldığını biz bir gün sonra fark etmiştik. Herkesin dikkati Yalova’da, hatta ilk saatlerde İstanbul Avcılar’da yıkılan bir apartmandaydı ve Adapazarı’ndaki büyük felaketi ancak öğlen saatlerinde fark ettik. Adapazarlılar elbette başlarına geleni biliyordu; kastettiğim biz gazetecilerin durumuydu.

Fay haritası Hatay’ın da etkilenmiş olmasını gerektiriyordu, dedim ya ilk saatlerde oradan haber yoktu. Ben 1999 tecrübesiyle ‘Felaketin büyüğü burada olabilir’ diye aklımdan geçirdim.

Bir saat içinde Hatay’ın pek çok ilçesinden vahim yıkım haberleri gelmeye başladığında yanılmadığımı anladım.

O sabah içimde hissettiğim acıyı ve çaresizlik hissini anlatmama imkan yok.

İzleyen günlerde, hatta aradan geçen bir yılda aynı anda hem çok müthiş insan acılarına, hem çok müthiş insan dayanışmasına, hem de ülkemizin çok tipik inşaat rantı yolsuzluklarına tanık olduk.

Örneğin bir hastane depremde yıkılacağı biline biline açık tutulmaya devam etmişti. O hastanede bebekler dahil çok insan öldü. Ama aynı hastaneden büyük kahramanlık öyküleri de çıktı; bina zangır zangır titrerken kendi canlarını hiçe sayıp yoğun bakım hastalarını kurtarmaya koşan hemşirelerin görüntüleri unutulabilir mi?

Bugün aradan bir yıl geçtiği hald aslında hala depremin tam bilançosunu bilmiyoruz. 53 binden fazla insan öldü diyoruz ama o ‘fazla’ kaç kişidir, hesaplayamıyoruz.

Bana en çarpıcı geleni kimsesizler mezarlıklarında yatanlar. Yani, aradan bir yıl geçtiği halde kimsenin arayıp sormadığı ölüler… Aklıma ‘Demek arayıp soracak olanların da hepsi hayatını kaybetti’ demekten başka bir şey gelmiyor.

Depremde sırra kadem basanlar var bir de. Enkazdan sağ çıktığı bilinen ama sonra bir daha haber alınamayan çocuklar, bebekler, yetişkin insanlar…

Hep bir öykü geliyor aklıma: Dört kişilik aile enkazdan ayrı ayrı çıkarılmış, her biri başka bir şehirdeki hastanelere sevk edilmiş. Anne Isparta’da, bebeği Mersin’de, kocası Ankara’da, dört yaşındaki oğulları başka bir yerde. Anne de baba da geri kalan herkes öldü sanırken aile mucizevi biçimde bir araya geliyor sonra…

Tabii hayatta kaldığına sevinmek ve hayatından geriye hiçbir şey kalmaması da cabası.

İlk günlerin, haftaların can telaşı kolayca ve doğal olarak hayatta kalmaya devam edebilme endişesine evrildi sonra.

Az değil, milyonlarca insan depremden doğrudan, onun birkaç katı kadar insan da dolaylı olarak etkilenmişti.

Deprem yaraları hiçbir zaman sarılamayacak. Depremzedeler bir daha hiçbir zaman normal olamayacak. Evet, nihayetinde başlarını sokacak bir evleri olacak, çadırlardan veya konteynırlardan gecikerek de olsa kurtulacaklar ama bu hayatın yeniden ‘normal’ olmasına yetmez.

Elbette insanlar hayatlarına devam ediyor. Ama o kara gün her zaman içimizde yaşayacak mecburen.

Göz göre göre ölmek…

Göz göre göre ölmek…

Beni 6 Şubat depreminde en fazla etkileyen şey depremin şiddeti veya yarattığı yıkım olmadı. Bunlar çok büyüktü elbette. Ama beni en çok etkileyen depremin üstünden saatler, hatta günler geçtiği halde arama kurtarma çalışmalarının yetersiz kalması, bazı canların göz göre göre kaybedilmesi oldu.

Arama-kurtarmayı veya AFAD’ın koordinasyonsuzluğunu da bir yere kadar suçlayabiliyorum; çünkü örneğin Antakya’da aynı anda o kadar çok bina yıkılmıştı ki hepsine yetişmek imkansızdı.

O yüzden benim için depremin sembolü uzun yıllar birlikte çalıştığım foto muhabiri Adem Altan’ın çektiği bir karedir. Kızının enkaz içindeki elini tutup onunla konuşmaya devam eden ve gözünün önünde kızı ölen babanın fotoğrafı.

Bir hesabını çıkarmak mümkün değildir herhalde ama belki binlerce can aslında ölmeyebilecekken böyle kurtarılmayı bekleyerek gitti.

Muhteşem dayanışma

Muhteşem dayanışma

Deprem içimizdeki büyük iyilik duygusunu ve dayanışmamızı da ortaya çıkardı. Benim 6 Şubat sabahı olayın büyüklüğünü kavramaya çalıştığım saatlerde Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce, binlerce insan kimse onlara ‘Hadi gidiyorsunuz’ demediği halde kendiliğinden harekete geçmiş, deprem bölgesine yardım için yola çıkmıştı bile.

Deprem böyle binlerce, onbinlerce gizli kahramanı ortaya çıkardı. İnşaat işçisi iki Sakaryalı genç, onlarca insanı hayata döndürdü. Hataylı sosyal medya aşçısı CZN Burak yüzbinlerce insanı doyurdu. İstanbullu sosyetik diye küçümsenen genç erkek ve kadınlar haftalarca deprem bölgesine yardım taşıdı, tek tek yüreklere dokundu.

Türkiye’nin neredeyse bütün inşaat makinesi parkı birkaç gün içinde deprem bölgesine ulaştı, onlarca yüzlerce hayatın kurtarılmasında önemli rol aldı. Vinç operatörleri gece gündüz demeden çalıştı.

Türkiye deprem sayesinde millet olduğunu, felaket anlarında el ele verdiğinde her şeyin üstesinden gelebileceğini gösterdi.

Depremden siyaset devşirmek

Depremden siyaset devşirmek

Depremde pek çok kurum kötü sınav verdi ama birinciliği siyaset kurumuna vermek gerek.

İktidarından muhalefetine siyaset kurumu, daha ilk gün depremden fayda devşirmeye kalkıştı. Bugün dahil hala depremden siyasi fayda elde etme peşinde.

Özellikle iktidar depremde muhalefetin görünürlüğünü engellemek için elinden geleni yaptı, yardımı engelledi. Ama muhalefet de çok masum değildi. ‘Devlet yok, hükümet yok, biz varız’ havasıyla zaten çökük durumdaki moralleri daha da yerle bir etti.

İktidar depremden oy kazancıyla çıktığı için kendini başarılı sayıyor olabilir ama bu izlenim bence yanıltıcı. Siyaset kurumunun iktidarıyla muhalefetiyle depreme böyle kayıp-kazanç diye baktığını herkes gördü, hepimiz gördük. Elbette sonunda gidip oyumuzu birisine verdik ama siyaset kurumunun depremdeki davranışları hepimizin içinde ciddi bir kırılmaya neden oldu.