14-02-2024
İsmet Berkan

İmkansızı kovalarken koca bir coğrafyayı ölüme sürüklemek: Siyanürle altın aramak

İmkansızı kovalarken koca bir coğrafyayı ölüme sürüklemek: Siyanürle altın aramak

Turistik Doğu Ekspresi Ankara-Kars tren yolculuğunu moda etti. O kadar moda ki bu sezonda yataklı vagonlarda bilet bulmak imkansız.

O tren Ankara’dan Kars’a doğru giderken Sivas’ın Divriği ilçesinden itibaren epey bir süre Fırat nehri boyunca ilerler. Camdan dışarı bakınca yer yer bir hayli hızlı ve vahşice akan Fırat’tan ve nehrin açtığı kanyonlardan gözünüzü alamazsınız.

Bu trenin duraklarından biri İliç’tir. İliç minicik bir ilçe. Hemen tren istasyonunun yanında Fırat’ın bir göl yaptığını görürsünüz; o göl İliç Baraj Gölüdür.

Tren, Erzincan merkeze, hatta Erzurum’a varana kadar nehir ve kanyonları dışında etrafta size eşlik eden manzara geniş bir çoraklıktır. Ne ağaç vardır etrafta ne de doğru dürüst tarım arazisi. Bunun sebebi bütün bu bölgenin volkanik kayalardan oluşmasıdır. Milyonlarca yıl önce patlamış volkanın püskürttüğü lavlar kayalaşmıştır ve doğa yaşama fazla izin vermez bu yol boyunca.

Dün İliç’teki altın madeninin liçleme (İngilizcesi ‘leaching’) sahasındaki milyonlarca metreküp toprağın engel tanımadan aşağıya akmasının görüntülerini izlerken kaçınılmaz biçimde aklıma bu coğrafya geldi.

Maden etraftaki dağları, o volkanik kayaları önce patlatarak, sonra başka araç ve işlemlerden geçirerek, yani öğüterek bir çeşit kum haline getiriyor.

Sonra kumlar içindeki temel kimyasal siyanür olan bir suyla haftalarca yıkanıyordu. Bu yıkama (liçleme-leaching) işleminin sonunda da o siyanürlü suyla birlikte bir miktar altın çözeltisi toplanıyordu.

Zahmete bakar mısınız, bir ton kayayı önce yerinden koparıyor, sonra dev araçlarda öğütüp kum haline getirip yıkıyorsunuz, en sonunda bu kadar kumun içinden 1,7 gram, evet yanlış okumadınız 1,7 gram altın alıyorsunuz.

Döndüm, Maden Tetkik Arama’nın bu maden sahasıyla ilgili vakti zamanında yazdığı raporu okudum. Bu sahadaki toplam rezerv 100 ton civarında tahmin edilmişti; madenin verimi ise az önce yazdım ton başına 1,7 gramdı. Yani bu madenden 100 ton altın almak için 170 milyon ton kaya ve toprağın önce kum haline getirilmesi, sonra da siyanürlü suyla yıkanması gerekecek.

Şirketin kendi raporlarına bakıyorum; 2011’den bu yana toplam 86,9 ton altın çıkarmışlar buradan. Bu uğurda kaç dağı yok ettiklerini, kaç milyon ton siyanürlü su kullandıklarını varın siz hesab edin.

Lise kimya derslerindeki periyodik tabloyu hepiniz bilirsiniz. Altın, kısaltması Au, 79 atom numarasını taşır.

Yıldızların ve bizim güneşimizin ana yakıtı, atom numarası 1 olan hidrojendir. Bundan 13,7 milyar yıl önce meydana gelen büyük patlama sonucunda oluşmaya başlamıştır hidrojen. Yeterince hidrojen bir araya gelince de yıldız meydana gelir.

Bizim güneşimiz gibi orta büyüklükte, hatta daha küçük yıldızlar iki hidrojeni yüksek ısı ve basınç altında birleştirir, helyumu yaratır. Helyum 2 numaralı atomdur. Yıldızın içinde bir süre sonra helyumla hidrojen, helyumla helyum ve giderek ağırlaşan atomlar birleşmeye başlar. Ne zaman ki 26 numaralı atom olan demire gelinir, yıldız daha fazla ‘füzyon’ yapamaz hale gelir, büyüklüğüne bağlı olarak bir süper nova olarak patlar.

İşte daha ağır atomlar ancak bu patlamadan sonra ortaya çıkar. Onlardan biri de 79 numaralı atom olan altın.

Yani Erzincan İliç’te o kayaları toza dönüştürüp siyanürle yıkayarak bulunan, samanlıkta iğne arar gibi bir tondan sadece 1,7 gram olarak elde edilen o altın evrenin uzak geçmişinde kim bilir kaç milyar yıl önce yaşanmış bir süper nova yıldız patlamasından geri kalan atomlardan biri aslında.

Bir yandan insanoğlunun bu gayretkeşliği, bir ton tozun içinden 1,7 gram bir şeyi bulma azmi akla geliyor; ama bir yandan da bu işin tamamının ne kadar saçma ve gereksiz olduğu.

Bütün bu zahmeti altının değerli olduğunu düşündüğümüz, altın para eder diye varsaydığımız için yapıyoruz ama altının değerli olması da bizim ona atfettiğimiz bir şey. Yoksa örneğin 80 numaralı atom olan civa da altın kadar nadir bulunan bir materyal ama kimse civayı altın kadar kıymetli kabul etmiyor. 82 atom numaralı kurşunu mesela kimsenin boynunda takı, kolunda bilezik olarak görmüyoruz.

Kolumuza taktığımız bilezik, gerdanımızda sallanan kolye, parmağımızdaki yüzük veya kasalara doldurduğumuz külçe külçe altınlar bu korkunç yöntemle elde ediliyor. Daha fenası, altının fiyatı arttıkça bu tür vahim yöntemlerin kullanımı da artıyor.

O milyonlarca ton kum haline getirilmiş kayanın üstüne siyanürlü bir sıvı dökülüyor, siyanürle kimyasal reaksiyona giren altın sıvılaşıyor ve madenci o sıvıyı topluyor, sonra o siyanürlü sıvının içinden altını geri alıyor.

Siyanür doğada da var olan basit bir bileşik. Örneğin badem, fasulye, patates yediğinizde vücudunuza eser miktarda siyanür alıyorsunuz. Ama bunun bir tehlikesi yok. Tehlike endüstriyel siyanürün yüksek miktarda solunmasıyla ortaya çıkıyor. Bu gaz kanımızı oksijen taşıyamaz hale getiriyor ve bizi öldürüyor. Nazi’lerin Yahudi ölüm kamplarında kullandıkları Zyklon B gazı örneğin siyanürdü.

Az önce dedim ya siyanürlü suyun içinden altın geri alınıyor diye. Peki geri kalan siyanürlü su ne oluyor? İşte onu sözde altı su geçirmez muşamba ile kaplanmış devasa havuzlarda biriktiriyor madenciler. Ümitleri o havuzdaki çamurlu suyun güneş sayesinde ısınıp buharlaşması. Yani o endüstriyel siyanürü atmosfere salıyoruz esas olarak. Yine ümit ediyoruz ki atmosferde siyanür seyrelsin ve böylece insan ölümüne neden olmasın.

Ama bu havuzlar her zaman o kadar da su geçirmez değil. Toprağın altına, yer altı sularına siyanür karışıyor. Eğer yoğun bir karışma olursa tehlike büyüyor.

Dünkü kazada liçleme sahasında siyanürle yıkanmış, yıkana yıkana da adeta sıvılaşmış toprak aktı. O toprak vahim derecede zehirli bir toprak.

Büyük şans, toprağın doğrudan Fırat nehrine doğru, İliç Baraj Gölüne doğru akmaması. Ama civarda hepsi de Fırat’a bağlanan çok sayıda dere var, onlara karışma ve Fırat’ı zehirleme ihtimali var.

Fırat nehri üzerinde İliç Barajının altında Keban var. Onun altında Karakaya, onun altında Atatürk Barajı, en son da Birecik Barajı. Bundan sonra Fırat Türkiye’yi terk ediyor, Suriye üzerinden Irak’a geçiyor, derken Dicle ile birleşip Basra Körfezi’ne dökülüyor.

Geçmişte Romanya’da benzer bir olay yaşanmış, siyanürlü çamur ve su Tuna Nehri üzerinden Karadeniz’e karışmış, inanılmaz büyüklükte bir çevre felaketi yaşanmış, milyonlarca canlı hayatını kaybetmişti.

Dünya altın elde etmek için bu yöntemleri kullanmaya son vermeli artık.

Su fakiri ülke suyunu altına harcıyor

Su fakiri ülke suyunu altına harcıyor

Türkiye, ciddi su fakiri bir ülke. Sadece evde akan musluk sularından söz etmiyorum, esas fakirlik tarımsal sulamayla ilgili. Yeterince sulama yapamadığımız için tarımsal verimimiz de düşük.

Bütün bu su fakirliği içinde liçleme yöntemiyle yapılan madenciliğin kullandığı su ister istemez dikkat çekiyor. Çünkü bu madencilik türünde inanılmaz miktarlarda su harcanıyor.

Acaba İliç’ten 86,9 ton altını çıkarmak için bugüne kadar kaç milyon metreküp su kullanıldı? Belki mühendisler bu hesabı yapar ve 2011’den beri madende 86,9 ton altın çıkarmak için kullanılan suyun Atatürk Baraj Gölünü dolduracak miktarda olduğu ortaya çıkar.

Bunca suyu 86,9 ton altın çıkarmak için kullanmaya değer miydi? O suyla acaba kaç milyar dolarlık tarımsal ekonomik fayda üretilebilirdi?

Keşke böyle hesapları yapan birileri olsa…

Güney Dakota’nın altın madenlerinden çektiği

Güney Dakota’nın altın madenlerinden çektiği

Amerika’nın doğa harikası eyaletlerinden ikisi Güney ve Kuzey Dakota ismini taşıyor. Her iki eyalette de enfes ormanlar, dağlar ve iki eyalette de Amerikan yerlilerinin sıkıştırılıp yaşamaya mecbur edildiği topraklar var.

Güney Dakota’da bu Amerikan yerlilerinin topraklarında bundan 50 yıl önce liçleme (leaching) yöntemiyle altın çıkarmak üzere madenler açıldı. Maden şirketleri altını aldı ve sonra ortadan kayboldu.

Eyalet uzun yıllar boyunca terk edilmiş maden sahalarında öylece sahipsiz bırakılmış siyanürlü suyla dolu havuzları yok etmek ve bu sahaları temizleyip rehabilite etmek için para aradı. Sonuçta maden şirketlerinin kirlettiği alanlar Amerikan vergi mükelleflerinden gelen 120 milyon dolarla temizlenmeye başlandı.

Yani altını şirket aldı, ceremesini çekmek Güney Dakota’lılara kaldı.

Kaz Dağları’nı bekleyen tehlike

Kaz Dağları’nı bekleyen tehlike

Hadi Erzincan’ın İliç’i zaten tarım bakımından da verimsiz, volkanik kayalardan oluşan bir bölge. Üstelik pek göz önünde de değil.

Ama ya mesela İzmir Bergama’da açılan meşhur altın madenini ne yapacağız? Ya Kaz Dağları’nda açılmak istenen onlarca altın madenini ne yapacağız?

Şimdi şirketler hemen çıkacak, ‘Biz çevreye zarar vermeden yapacağız’ diyecek ama bu madenlerin varlığı bile başlı başına çevreye zarar.

Milyonlarca ton kayayı, koca dağları eritecekler. O dağlar hep ağaçlarla kaplı. O dağlardan akan dereleri, diğer suları etkileyecekler. Zaten felaket su fakiri olan bölgenin suyunu alıp madencilikte kullanacaklar. İliç’teki gibi bir olayın, hatta daha vahimlerinin yaşanmayacağının hiçbir garantisi yok.

  1. Hiç değilse Kaz Dağlarındaki maden projeleri iptal edilmeli. Bu madenlerden elde edilecek kazanç yaşanacak kayıpların yanında solda sıfır kalacak.