15-02-2024
İsmet Berkan

Yerel seçimin kâbus senaryosunu yazsam kim okur?

Yerel seçimin kâbus senaryosunu yazsam kim okur?

Yerel seçimler için kendime göre bir kâbus senaryom var:

Ya seçmen CHP’yi ve yönetimini cezalandırmazsa? Ya seçmen Ak Parti’yi ödüllendirirse?

Bu iki sorunun birbirinin tersi olduğunu düşünüyorsanız bence yanılıyorsunuz. ‘CHP’nin kaybı Ak Parti’nin kazancı veya Ak Parti’nin kaybı CHP’nin kazancı olur’ diye düşünüyorsanız benim kâbusumu siz de görüyorsunuz demektir.

Seçmen 14 Mayıs 2023’te Tayyip Erdoğan’ı ve iktidarını cezalandırmadı. Erdoğan seçimi şundan kazandı bundan kazandı bir sürü şey söylenebilir; ben de söyledim zaten. Ama bir gerçek değişmez: Seçmen yaşadığı yoksullaşmadan, hayat standardındaki feci geri gidişten Erdoğan’ın kötü yönetimini sorumlu görmedi, ona ceza vermedi sonuçta.

Bu benim açımdan kâbusun başlangıcıydı.

Yanlış anlamayın, Erdoğan kazandı diye kâbus görmüyorum; kâbusumun sebebi Türkiye’de siyaseti ve seçmeni okumanın rasyonalizmle olan bağının kopması.

İyi yönetirseniz kazanırsınız, kötü yönetirseniz kaybedersiniz sebep sonuç ilişkisinin yok olması buradaki kâbus.

Fakat tabii tek örnekle bir yere varılmaz. Şimdi yerel seçim var. Bu da ikinci test olacak.

Bir yanda karşımızda kötü yönetiminin hayatımızı olumsuz etkilemeye devam ettiği Tayyip Erdoğan var, öteki yanda ise ‘değişim’ adı altında eş dost arkadaşı aday yaparak, seçmenin varlığını hiçe sayarak, hatta çok önemli bir şehre belediye başkanı adayı olarak belirlediği kişiyi daha bugün ‘güvenilmez’ ilan ederek kötü yöneticilik şaheserleri yazan CHP var.

Normal ve rasyonel olanı seçmenin aynı anda hem Ak Parti’yi hem CHP’yi cezalandırmasıdır.

İşte benim korkum bu cezalandırmanın olmaması hali. ‘İyi yönetirseniz kazanırsınız, kötü yönetirseniz kaybedersiniz’ neden sonuç ilişkisinin koptuğu eğer yerel seçimde de ortaya çıkarsa vay halimize…

Hele bu rasyonalizmden kopma hali Ak Parti’nin seçmen tarafından ödüllendirilmesine de dönüşürse, yani bu parti oylarını arttıracak olursa vay ki ne vay…

Önce Ak Parti’den başlayayım.

Gerçekte bu partinin yerel seçimden başarılı çıkmasını gerektiren çok az sebep var. Bir kere Ak Parti uzun zamandır ciddi bir oy kaybı trendinde. Bu trendin durması, hatta tersine dönmesi için bilinen bir sebep yok.

Yerelde elbette bazı adaylar önemli etki edebilir, bu partinin MHP ile kurduğu işbirliği zemini çalışabilir ama yine de Ak Parti’nin bu seçimde başarı elde etmesini gerektiren özel hiçbir sebep yok.

Daha doğrusu olası yegane sebep Ak Parti’nin genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın tek başına iktidarda olması. Ama bu da avantaj olmayabilir. Çünkü Tayyip Erdoğan yerel seçim sahnesine sırtında iki bagajla çıkıyor: 1. Hayat pahalılığı vs bütün sorunlar devam ediyor; 2. Gösterdiği adaylar genellikle siyasi varlık değil, Erdoğan’ın memuru gibiler.

Dolayısıyla Ak Parti adaylarını seçmek tek tek her şehirde Erdoğan yönetiminin devamını istemek anlamına geliyor. Bunu isteyenlerin sayısı da giderek azalıyor, Erdoğan giderek daha geniş daha geniş koalisyonlar kurmak zorunda kalıyor yönetimini sürdürmek için.

Gelelim üstünde daha uzun durmak gereken CHP’ye.

Bu parti 14 Mayıs’ta aldığı ağır seçim yenilgisinin ardından öyle darmadağın oldu ki 14 Mayıs’taki halinden çok daha geriye düştü.

Parti içinde açık çatışma var. Şimdiki genel başkan Özgür Özel prensip olarak kurultayda kendisini desteklemeyen CHP’lileri tasfiye ediyor. 

Bu tasfiyeyi İzmir’de gördük; mevcut başkan Tunç Soyer’in yerine daha iyisi getirilmedi.

Sadece tasfiye de değil yapılan; Özgür Özel insanları kırıp dökerek, konunun bir kişisel kavga olduğunu neredeyse vurgulayarak yapıyor tasfiyeyi. Eskişehir’in veya İzmir’in belediye başkanlarına aday yapılmayacakları ya birkaç dakika önce söyleniyor ya da onların bu durumu sosyal medyadan öğrenmesine neden olunuyor.

İzlenen yöntem basitçe beceriksizlikten kaynaklanan bir kabalık değil; kasıtlı olarak böyle yapıldığı anlaşılıyor. Çünkü bu tutum sistematik. 

İstanbul’da Avcılar’ın veya Sarıyer’in belediye başkanları neden yeniden aday yapılmadı? Mantıklı, kamuoyunu da ikna edici tek bir açıklama yok. Veya Çankaya Belediye Başkanı neden değişti? Hiçbir izahı yok (Tayyip Erdoğan hiç değilse ‘metal yorgunluğu’ gibi tuhaf gerekçeler ileri sürerdi).

Özgür Özel de, İstanbul dışında kimi yerlerde aday belirlemede belirleyici rol oynadığı anlaşılan Ekrem İmamoğlu da bu insan kırıp dökmenin ileride siyasi sonuçları olabileceğini hiç düşünmüyor gibiler. Oysa siyaset insanla yapılan bir şey.

Bu sabah gazetelerde var, Özgür Özel dün bir dizi gazeteciyle sohbet etmiş ve onlara Hatay’da Büyükşehir adayı ilan ettikleri Lütfü Savaş yerine ‘alternatif baktığını’ söylemiş.

Bundan daha vahim bir kötü yöneticilik örneği hayal etmeye çalışsam da yapamam. Lütfü Savaş evet tartışılan bir aday, ama o tartışmayı parti çok daha önce ve kendi içinde yapmalıydı, aday ilan ettikten sonra değil.

6 Şubat günü Lütfü Savaş’ın kendi şehrinde protesto edildiğini görünce çok şaşırmış CHP’liler. Şehre daha önce gitseler halkın Savaş’la ilgili ne düşündüğünü öğrenebilirlerdi.

Savaş aday olarak ilan edildikten sonra genel başkanın onu desteklemesi gerekir. Ama o kamuoyu önünde kendi adayının olabilecek en iyi aday olmadığını ilan etti bile. Siz böyle düşünüyorsanız seçmen ne düşünsün?

Ben Lütfü Savaş olsam bu sabah adaylıktan çekilirdim.

Ama bütün bu vahim hatalara ve vahim dağınıklığa rağmen CHP seçmenden ceza görmeyebilir de; örneğin İstanbul’u, Antalya’yı, Muğla’yı ve İzmir’i yeniden kazanabilir. 

İşte en vahimi bu olur. Başarısızlığın ve kötü yönetimin ceza görmediği bir yerde demokratik denetimden söz edilemez hale gelmiş olur.

Son bir mesele, CHP’nin kaybının Ak Parti’nin kazancı, Ak Parti’nin kaybının CHP’nin kazancı sayılması…

Eğer CHP kaybetti diye Ak Parti kazanıyorsa veya tam tersi Ak Parti kaybetti diye CHP kazanıyorsa yine demokratik denetim söz konusu olamaz. İki kötüden birini tercih etmek olsa olsa seçmenin irrasyonel tercihlerle rehin alınması anlamına gelir, başta söylediğim neden sonuç ilişkisinin kopmuş olduğunu gösterir.

Bakalım benim ikili kâbusum ne ölçüde geçerli olacak 1 Nisan sabahı.

‘Sülfürik asit dağları’ mı? Esas gerçek çok daha büyük

‘Sülfürik asit dağları’ mı? Esas gerçek çok daha büyük

İliç’teki altın madeninde yaşanan vahim facianın sorumsuzluktan kaynaklanan vahim bir mühendislik hatası olduğu belli. Bu ‘liçleme alanı’ndaki depolamanın artık şirketin zorlamasıyla ma yoksa hesap hatasıyla mı öyle yapıldığı için bu vahim çevre faciasına neden olduğu umalım ki savcılık soruşturmasıyla ortaya çıksın, sorumlular da ceza alsın.

Dün de yazdım, bu saniyede 10 metre hızla yol alan ve bir anda 800 dönüm araziyi kaplayan çamur doğrudan Fırat nehri yönüne de akabilirdi; neyse ki ters yöne aktı, doğrudan nehre karışmadı.

Ama bu tehlikenin bittiği anlamına gelmez. Hâlâ bir çevre felaketiyle karşı karşıyayız. Düne kadar altı su geçirmez kılınmış ortamda depolanan o siyanür yüklü çamur bugün tamamen kontrolsüz toprakların üstünde. Ve siyanürlü solüsyon yer çekiminin etkisiyle en alta inmeye de, kimyasal reaksiyonlar yaratmaya da devam ediyor.

Bu durum zaten yeterince korkutucu, ama etrafta çok sayıda felaket tellalı var ve galiba onlar siyanürü yeterince korkutucu bulmadıklarından bir de ‘sülfürik asit dağları’ndan söz etmeye, resmi açıklamalar yapmaya başladı.

Bilgiyle hareket etmekte fayda var: İngilizcede ‘Leaching’ adı verilen yıkama (Türkçe’de neden ‘liçleme’ dendiğini anlamaya imkan yok yıkama demek varken) işleminde sülfürik asit kullanılmıyor. Dolayısıyla ne o muazzam çamur kütlesi bir ‘sülfürik asit dağı’ idi ne de etrafa yayılan şey sülfürik asit.

Ama evet bir sülfürik asit tehlikesi var.

O kitle durduğu yerde (yani ortada henüz yaşadığımız facia bile yokken) alttan su sızdırıyorduysa o sızıntı neredeyse kaçınılmaz bir kimyasal reaksiyon olarak dipte sülfürik asit yaratıyordu zaten.

Hadi diyelim yığınlamada sorun olmadı, yani dipte sızıntı yoktu.

Ama facia sonucu 800 dönümlük alana yayılan çamur artık sızdırmaz bir alanda değil; üstüne bir de yağmurun yağmasıyla toprağın altında sülfürik asit oluşumuna neden olan kimyasal reaksiyon çoktan başladı bile.

Elbette önce o çamurun altında kalan dokuz kişiyi bulmak gerekiyor ama o etrafa yayılan çamurun da hiç iz bırakmayacak şekilde bir an önce oradan toplanması gerekiyor. Bu işi de kuşkusuz madeni işleten şirket yapmalı; şirketin etrafı temizlemesi yetkililer tarafından mutlaka yakından izlenmeli ve bu işin bitmesi için de mutlaka şirkete süre verilmeli. Yani şirket verilen sürede temizliği tamamlayamazsa her gün artan oranda cezaya muhatap olmalı, yaptığı vahim mühendislik hatası ona parasal anlamda da çok pahalıya mal olmalı.

Şirketin kirlettiği bu alanın ceremesini İliçliler ve onların torunları çekmemeli.

Saniyede 10 metre hızla ne demek?

Saniyede 10 metre hızla ne demek?

Gerek uzmanlar, gerekse İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya açıkladı; Erzincan İliç’teki altın madeninde sıvılaşıp akan çamur kütlesi muazzam bir hızla hareket etmiş. Zaten olayın videolarında da görülüyor bu hız. Söylendiğine göre 10 milyon metreküplük bu dev kitle saniyede 10 metrelik bir hıza sahipmiş.

Ne demek saniyede 10 metre? Dakikada 600 metre ve saatte de 36 kilometre demek.

Sportif amaçlı ve yüksek tempolu yürüyüş yaptığınızda kabaca saatte 6-6,5 km hızla ilerlersiniz. Yani saniyede 1,6 metre yol alırsınız. Koştuğunuzda bu hızı 10-11 km’ye kadar çıkartabilirsiniz. Yani saniyede üç metreye.

Her şart altında çok yavaşsınız. O sıvılaşmış topraktan kaçamazsınız.

Dün elden ele dolaşan bir video vardı; hafriyat kamyonlarından birinin önündeki kameradan çekilmiş. Üç kamyon art arda gidiyor. Öndeki kamyon toprağın altında kalıyor. Ortadaki kamyonun sürücüsü anında tepki verip geri vitese takarak kaçmaya başlıyor, kameranın takılı olduğu kamyon da aynı şekilde hemen geri vitese alıyor.

Bu iki sürücüyü ustalıkları kurtardı esas olarak. Hem anında geri vitese almaları, hem de geri vitesle saatte 36 kilometreden daha hızlı gitmeleri sayesinde bugün hayattalar.