17-02-2024
İsmet Berkan

Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye açtığı parantezlerden ikisi kapanırken…

Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye açtığı parantezlerden ikisi kapanırken…

Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs seçim zaferi sonrası başlayan ikinci başkanlık dönemi bazı bakımlardan birinci döneminin tam tersi yönde ilerliyor.

İki temel başlık var bu 180 derece farkı yaratan: 1. Ekonomi; 2. Dış politika.

Ekonomi alanında Mehmet Şimşek’in görev için tercih edilmesi 2018’den 2023’e kadar sürdürülen ve aslında temel damgasını da Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresindeki bazı danışmanların vurduğu daha çok dini ideolojiye dayalı (düşük faiz-nas) ekonomi politikalarından tamamen vazgeçilmesi anlamına geldi.

Türk ekonomisi hâlâ o dönemde yaratılan anormallikleri temizlemeye, bir anlamda ekonomide ‘normalleşmeye’ uğraşıyor Haziran 2023’ten beri. Henüz normal olmanın, o din motifli ekonomik uygulamanın üzerimize getirdiği anormalliklerden kurtulmanın yarısında bile değiliz.

İki hafta önce Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın dediği gibi ekonomide gayet sıradan kimi bağlantılar bile kopmuş durumda. Bu bağlantıların kopukluğu paranın fiyatından piyasada satılan gofretin fiyatına kadar hemen her şeyin fiyatının oluşumunu hâlâ olumsuz etkiliyor.

Uygulanan bu klasik (ortodoks) politikalardan vazgeçilip yeniden din motifli popülist siyasete geçileceğine dair korkular herkesin içinde taze ama böyle olacağına dair beklenti de her geçen gün biraz daha kırılıyor.

Bu anlamda Tayyip Erdoğan’ın 2018’de açtığı din motifli ekonomi politikası parantezinin kapandığına veya kapanmakta olduğuna hükmedebiliriz. Popülizm yerinde duruyor ama arka plandaki dini motif giderek silikleşiyor.

Benzer bir parantez kapatma operasyonu dış politikada da yaşanıyor. Aslında o parantez de din motifli açılmıştı; artık uzak geçmişte kalan Arap Baharı, siyasal islamcı geçmişten gelen Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’de gençlik hayallerinin önemli parçalarından ‘İslam Enternasyonalizmi’ni, yani Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütüyle dayanışmayı harekete geçirmişti.

Müslüman Kardeşler’in Tunus ve Mısır’da iktidar olması, Suriye’de iktidara yürümesi, Tayyip Erdoğan’ın gittiği Arap ülkelerinde halk kahramanı gibi karşılanması, Beyrut ve Kahire’de mitingler yapması bu hayalleri çok canlandırmıştı.

Türkiye’nin Batıdan uzaklaşması, Amerika ve Avrupa Birliği ile neredeyse açık çatışmaya girmesi, Suriye’den Libya’ya ve Azerbaycan’a pek çok dış toprakta askeri operasyon yapıp genişlemeci bir politika izlediği izlenimi vermesi, ardından da hem bazı Arap ülkeleriyle hem de Batı ile ucu ambargo uygulamaya varan sert ilişkiler içine girip Rusya ile yakınlaşması, bölgesinde ABD’yi Rusya’yla, Rusya’yı ise ABD’yle dengeleme arayışına geçmesi Türk dış politikasını daha önce bilmediğimiz yeni bir eksene oturtmaya başlamıştı.

Ama şimdi Tayyip Erdoğan özellikle yeni döneminde aslında bir kısmını daha önce başlattığı bazı adımları hızla tamamlamaya başladı. Yani dış politikada açtığı İslamcı-Osmanlıcı parantezi de kapatıyor.

Bu parantez kapama operasyonunun son örnekleri İsveç’in NATO üyeliğine verilen onay, Tayyip Erdoğan’ın bu hafta Kahire’ye yaptığı gezi ve dün sabah Brüksel’de Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Avrupa füze kalkanı girişimine katılım imzası.

İlginçtir, aynen ekonomide olduğu gibi dış politikada da bu adımlar ‘normalleşme’ diye isimlendiriliyor. İsimlendirmeyi yapan, Ak Parti’nin düşünce kuruluşu SETA’nın başkanı, Cumhurbaşkanlığı Dış Politika ve Güvenlik Kurulu üyesi Prof. Dr. Burhanettin Duran.

Bakın, her zaman dikkatle izlediğim ve çoğu zaman çok faydalandığım yazılar yazan Burhanettin Duran’ın bugün Sabah’taki köşesi aynen şöyle başlıyor: 

‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çarşamba günkü Kahire ziyareti ile Türkiye’nin yürüttüğü normalleşme politikasının bir halkası daha tamamlandı. Ankara ve Kahire arasında 12 yıllık gerginliğin uzlaşmazlıklarını aşan ve yeni bir güç birliğini hedefleyen irade oluştu. Geçmişteki söylemleri gündem yaparak “diz çökme ya da U dönüşü yapma” tartışmaları ile meşgul olmanın bir karşılığı yok. Bu irade Türkiye açısından normalleşme politikasının tamamlanarak stratejik ortaklıklar geliştirme politikasına yeni bir halka eklemektir’ (Bold yazılar bana değil yazara ait).

Zaten yazının başlığı da ‘Normalleşmeden stratejik ortaklıklara gidişin son halkası.’

Bu yapılanlar ‘normalleşme’ ise geçmişte yaşananın ‘anomali’ olduğu da kabul ediliyor demektir. Hoş bu konuda polemik yapmanın hiçbir faydası yok, önemli olan durumu tespit etmek.

Burhanettin Duran Kahire’den yeni döndüğü için yazısının odağı ister istemez bu gezi ve Türkiye’nin Ortadoğu politikaları ama dün Brüksel’de atılan imza da aslında aynı seri içinde bir başka ‘normalleşme’ adımı.

Kısaca değinmek gerek: Avrupa füze kalkanı girişimi Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine Almanya tarafından başlatılan bir şey ve amacı da Avrupa’yı ABD’ye daha az bağımlı olup Rusya’ya karşı korumak. Yani kalkanın hedefi Rusya, başkası değil!

Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alıp ABD ve NATO ile arasını bozmuş olan Türkiye’nin bu girişime katılması Türkiye’nin nihayetinde Rusya’yı hasım gördüğünün açık ifadesi. Yani S-400 parantezi de kapanıyor.

Bütün bu gelişmelerin ve kapanan parantezlerin son derece hayırlı olduğunu söylemem gerek. Türkiye halen aktif olarak oluşmakta olan yeni dünya düzeninde hayaller peşinde koşmaktansa gerçekçi ve elle tutulur bir yola geri dönüyor.

Tabii unutmayın, Tayyip Erdoğan’ın açtığı yegane parantezler bu saydığım iki parantez değildi. Hepimizin hayatı açısından son derece belirleyici olan bir üçüncü parantezimiz, hukuk devleti, insan hakları ve dolayısıyla demokrasimizin kalitesiyle ilgili bir üçüncü parantez daha var Tayyip Erdoğan’ın 2013’te açtığı.

Son adım bu parantezin de kapatılması, Türkiye’nin yeniden hukuk devletine, insan haklarının üstünlüğüne, özgürlüklere ve demokratikleşmeye geçmesi olabilir. Saydığım iki parantezi gerçekten kapatmak için bu üçüncü parantezin de kapatılması şart aslında.

Ancak hiç hayale kapılmaya gerek yok: Henüz ortada bu parantezin de kapatılacağına, kapatmayı bırakın bu uygulamaların parantez gibi görüldüğüne dair bile en ufak belirti yok.

Umalım ve bekleyelim ki, Tayyip Erdoğan bu ikinci dönemini bitirmeden 2013’te açtığı o parantezi de kapatmaya başlasın…

Şaka gibi bir lider: Özgür Özel

Şaka gibi bir lider: Özgür Özel

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni genel başkanı Özgür Özel son birkaç gündür her gün kendini aşarak daha kötü ve daha da kötü yöneticilik örnekleri sergilemeye devam ediyor.

Biliyorsunuz CHP depremin en ağır mağduru Hatay’da mevcut belediye başkanı Lütfü Savaş’ı yeniden aday gösterdi.

Gösterdi ama sonra da tereddüde düştü. Savaş’ın yerine önce şarkıcı ve sivil toplum eylemcisi Haluk Levent’e teklif götürüldü. O bu teklifi reddettiği gibi bir de kendisine teklif geldiğini ilan etti.

Ardından öğreniyoruz ki, CHP aday olması için Aylin Kotil’in de ağzını aramış. O da reddetti ve bunu duyurdu.

CHP’nin genel başkanı önce gazetecilere Hatay için ‘Lütfü Savaş’tan daha iyi bir aday’ aradıklarını gururla söyledi.

Dün de ‘Daha iyisini bulamadığımız için Lütfü Savaş adayımız’ dedi.

CHP genel başkanı bütün bu açıklamaların Hatay’da işitilmediğini sanıyor olabilir, biri ona Hataylıların da okuma yazması olduğunu, TV seyrettiklerini söylese iyi olur.

Bu saatten sonra bu parti Hatay’da seçime hiç katılmasa da olur. Lütfü Savaş ise seçime CHP’li olarak değil bağımsız katılsa daha fazla oy alabilir.

Belki bu saatten sonra yapılması gereken yegane doğru hareket CHP’nin Hatay’da aday göstermekten vazgeçip TİP adayı Gökhan Zan’ı desteklemesi olabilir.

Putin’in hiç acıması yok

Putin’in hiç acıması yok

Rus muhalif Aleksey Navalni haksız yere yattığı cezaevinde öldürüldü.

Evet, öldürüldü. Çünkü birincisi cezaevinde olması gerekmiyordu. İkincisi sağlığı Kuzey kutup çemberinin içinde kalan o tuhaf ‘ceza kolonisi’nde kalmasına zaten engeldi.

Ama Vladimir Putin’in kendi yolsuzluklarını yüzüne vuran, bunları yapmayı cezaevinden bile sürdüren Navalni’ye karşı en ufak acıması yoktu. Daha önce ajanları aracılığıyla zehirleyerek öldürmeye kalkışmıştı, bu sefer zehir kullanmasına gerek kalmadı, soğuk ve sağlıksız yaşam şartları bu işi Putin için yaptı zaten.

İnsan tabii böyle şeyleri gördükçe son derece gururlu ve başı dik bir halk olan Ruslar için üzülüyor.

Onlar böyle yönetilmeye de, dünya milletleri arasında bu seviyede görülmeye de hiçbir biçimde layık olmayan, yüksek bir kültürün ve uygarlığın insanları. Başka herkes kadar onlar da demokrasiyi de, özgürlüğü de hak ediyor.