22-02-2024
İsmet Berkan

Kaan ve Kızılelma ile gurur duymak için çok sebebimiz var

Kaan ve Kızılelma ile gurur duymak için çok sebebimiz var

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sık sık savunma sanayii alanında yurt dışından gelen örtülü veya açık ambargolar için ‘Kötü ev sahibi insanı ev sahibi yaparmış’ sözünü hatırlatıyor.

Haksız değil. Türkiye kendi savunma sanayisini kurmaya 1964’te Amerikan Başkanı Johnson ‘Bizim silahlarımızla Kıbrıs’a çıkamazsınız’ diye ultimatom verdikten sonra karar verdi.

1974 Kıbrıs Barış Harekatında yerli yapım çıkarma gemileri kullanıldı. Ama onun ardından Türkiye’de afyon ekimine yeniden başlandığı bahanesiyle bu kez açık Amerikan silah ambargosu geldi.

O 70’li yıllarda bugün Türk savunma sanayinin gövdesini oluşturan dev şirketler; Aselsan, Roketsan, Havelsan kuruldu.

80’lerde F-16 projesi TAİ’yi ve müthiş bazı yeni yetenekleri kazandırdı Türkiye’ye. Hemen ardından başlayan F-4 Fantom uçaklarıyla ilgili modernizasyon projesi yazılım alanında, özellikle de aviyonik ve savaş sistemi yazılımı alanında Türkiye’ye çok önemli kazanımlar sağladı.

90’larda bugün adını Altay diye bildiğimiz yerli muharip tankın çalışmaları başladı. 2000’lerde Ak Parti hükümetlerinin savunma sanayiine verdiği destek ise geçmişe göre çok daha büyük oldu; Aselsan özellikle dev bir şirkete dönüştü.

Son 20 yılın en önemli projeleri havacılık ve füze alanındaydı. Havacılıkta insansız hava aracı, yerli saldırı ve genel maksat helikopteri üretimi ve son olarak yerli savaş uçağı üretimi.

Roketsan’ın füze konusunda inanılmaz gelişmeleri var. Bazı silahlar artık dünya çapında üne sahip. Arkası da geliyor. 

Ama bugün konumuz füzeler değil havacılık, özel olarak da milli muharip uçak Kaan ile jet motorlu Kızılelma. Bu iki proje üzerinde duracağım.

Bir uçak yapmak istediğinizde hele hele bunu sıfırdan yapmak istediğinizde en önemli konu bu uçağın tasarımıdır. Tarihinin son 80 yılında hiç uçak tasarlamamış olan bir ülkenin mühendisleri bunu insansız hava araçları konusunda çok iyi başardı.

Ama esas büyük zorluk jet motoruyla uçacak uçağı tasarlamaktaydı. Bu uçakların yapısı tamamen farklı çünkü. Nitekim bunu da bir özel şirketin, Baykar’ın mühendisleri çok iyi başardı, Kızılelma başarıyla uçtu.

Arkadan Kaan geldi; yani milli muharip uçak. Bu uçağın tasarımı daha da zorlu, çünkü pilotla uçacaktı, tam kapasite bir savaş uçağı olacaktı. Dün bunu da başardığımızı hep birlikte gördük. Ne kadar gurur duysak az.

Ama iş burada bitmiyor. Kaan’ın ve Kızılelma’nın önünde başka zorluklar var.

Öncelikle aviyonik sistemler; yani iki uçağın bilgisayarları konusu var. Baykar ve Kızılelma’nın çok ciddi bir birikmiş İHA savaşı bilgisi var, ayrıca onlar zaten işin aviyonik kadar robotik, yani uzaktan kumanda kısmıyla ilgili oldukları için ortaya çok iyi sonuçlar çıkarmalarını beklemek için çok sebebimiz var.

Buna karşılık Kaan’ın aviyonikleri Kızılelma’ya göre çok daha karmaşık ve çok daha zor. Çünkü Kaan bir beşinci nesil uçak olarak tasarlanıyor. Yani sadece bir savaş uçağı olmayacak, havada savaşı yöneten, altında belki Kızılelma’ların uçtuğu, yerde savaşan diğer unsurlarla sürekli koordinasyon halinde olacak bir ‘savaş platformu’ olacak Kaan. Uçan bir bilgisayar yani.

Türk mühendislerin Kaan için entegre sistemler yazmayı ve çalıştırmayı başaracaklarına güvenim tam benim. Bu entegre sistem tamamen milli imkan ve kabiliyetlerle ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarına göre biçimleneceği için Türkiye’nin elde edeceği avantaj çok büyük.

Olabilecek en riskli konuyu en sona bıraktım, bu da motor konusu.

Kızılelma’nın jet motorları için Ukrayna ile işbirliği anlaşması yapıldı. Ama Ukrayna’da jet motoru üreten fabrika Rusya tarafından nedeyse yerle bir edildi. O yüzden şu an Baykar’ın hala bu Ukrayna şirketiyle mi yola devam edeceğini, yoksa Kızılelma’ya yerli bir jet motor mu geliştirildiğini bilmiyoruz. Bu konu epeydir açıklanmıyor ama Kızılelma projesi gecikmemeli. Aslında ideal durumda bu İHA’lar için de yerli jet motoru tasarımı ve üretimi nihai hedef olmalı.

Kaan’da ise dün uçan prototipin üzerinde F-16’larda da kullanılan motorlar vardı ama adı üzerinde bu bir prototip henüz. Gerçek seri üretime geçildiğinde TUSAŞ tarafından geliştirilme çalışmaları birkaç yıldır devam eden yüksek kapasiteli jet motorları kullanılacak.

Bu motor için daha önce RollsRoyce şirketiyle Kale Savunma bir anlaşma yapmıştı ama tam açıklanmayan nedenlerle bu anlaşma yürümemeye başladı, Bandırma’da kurulacak RollsRoyce uçak motoru fabrikası da kurulamadı.

Tabii bir yandan da TUSAŞ çalışıyor. Bu dev şirket yerli helikopterler için ve bir eğitim uçağı olarak tasarlanan HürJet için jet motorları yaptı. Şimdi sıra Kaan’ın motorunda. Bu motorun tasarımı çoktan tamamlandı, bildiğim kadarıyla denemelerine de başlandı.

Türkiye’nin savunma sanayii ve havacılık alanında dış bağımlılığını çok azaltacak, hatta dünyaya bu silah sistemlerini satar hale gelmesini sağlayacak çok önemli bir gelişmeyi yaşayacağız bu proje tamamlandığında.

Bugün çok sevinelim ve gurur duyalım ama esas sevincimizi o son güne saklayalım.

Türkiye tamamen başka bir lige doğru yükseliyor.

257 metrelik siyanür dağı!

257 metrelik siyanür dağı!

Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden uzmanlar Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’ne gittiklerinde çok şaşırmış. Yüksekliği 150 metreyi geçmemesi gereken siyanürlü toprak yığınının yüksekliği tam 257 metre.

Daha beteri şu: Bu dağın hemen yanında bir de derin çukur varmış. Dağın tepesiyle çukurun dibi arasındaki mesafe ise 350 metre.

Olmaması gerektiği kadar yükselen bu ‘siyanür dağı’nın bugüne kadar çökmemiş olmasını mucize kabul etmek gerekir aslında.

Madeni çalıştıran AnaGold adlı şirketin açgözlülüğü bir yandan, maden sahasında ne Çevre Bakanlığı’nın ne de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bu siyanür dağının yüksekliğini denetlememesi bir yandan, bizi bu faciaya getirdi.

Denetimsiz güç güç değildir!

Denetimsiz güç güç değildir!

Bu bir reklam sloganı. Bir otomobil lastiği içim yazılmıştı ama sanırım bütün güçler için geçerli bir laf.

Ankara’nın mafyası Ayhan Bora Kaplan ile ilgili dava dosyasından gün geçmesin ki bu mafya grubu ile polis arasındaki ilişkilere, polisin bu mafya grubunun önünü nasıl açtığına dair yeni bilgi gelmesin.

İşte bugünkü haber de bir gizli tanığın ifadesi. Ersin Eroğlu bulmuş çıkartmış, polis müdürlerinin nasıl  başlı başına bir suç örgütü gibi hareket ettiklerini anlatıyor gizli tanık.

Polisin denetimsiz olması böyle sonuçlara geçmişte de yol açmıştı; bizim geçmişten ders çıkarma gibi bir alışkanlığımız olmadığı için aynı şeyleri yeniden yaşıyoruz.