05-03-2024
İsmet Berkan

Enflasyonun yıl sonu yüzde 42’ye düşeceğine inanan kim var?

Enflasyonun yıl sonu yüzde 42’ye düşeceğine inanan kim var?

Türkiye İstatistik Kurumu dün Şubat ayı enflasyonunu da açıkladı. Böylece ‘enflasyonla mücadele yılı’ olarak ilan edilen bu yılın ilk iki ayında enflasyon rakamı yüzde 11,53’e geldi bile.

Merkez Bankası ile hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Program’a göre bu yıl enflasyon yüzde 36 olacak. Merkez Bankası’nın tahmin aralığı hayli geniş aslında. En düşük yüzde 30, en yüksek ise yüzde 42 tahmin ediyor enflasyonu.

Biliyorsunuz, içinde bulunduğumuz makro ekonomik düzenin temelinin adı ‘Enflasyon hedeflemesi sistemi.’ Yani Merkez Bankası bir gerçekçi hedef belirliyor ve davranışlarını bu hedefe göre yapacağını söylüyor. Hükümet de bu hedefi benimsiyor, yani o da bu hedefe uygun davranacağını ilan ediyor.

İster tahmin aralığının en üst noktası olan yüzde 42’yi alın, ister tahminlerin orta noktası olan yüzde 36’yı; bu yılın ilk iki ayının toplamı yılın geri kalanı için ümitleri azaltmış durumda. Yüzde 42’ye güvensek bu ay dahil yılın kalan 10 ayında ortalama yüzde 3 enflasyon olması gerekecek. Bu da kolay değil; çünkü enflasyonun kendinden gelen bir ileri doğru hareketi var zaten; fiyatlar artma eğiliminde.

Öte yandan vatandaş açısından da, ister üretim tarafında ister hizmetler tarafında olsun fiyatları belirleyenler açısından da, geleceğin enflasyonuna ilişkin beklentiler de azalmış değil. 

Zaten nasıl azalsın, yılın sonuna kadar fiyatların en azından yüzde 25-30 aralığında artacağını Merkez Bankası bize söylüyor. Bu durumda aslında belki eylül ayında yapacağınız mesela çamaşır makinesini yenileme harcamasını bugünden yapmak (eğer geliriniz de sabitse) sizi çok daha kazançlı kılabilir. Enflasyon ortamında tüketimin artması bundan. 

Enflasyon bütün ekonomik aktörleri kendini korumaya yönlendiriyor; hayatta kalma iç güdüsü en temel güdüye dönüşüyor.

Tüketici nasıl ‘İleride bu mal zam görecek, ben iyisi mi şimdiden alayım’ diye düşünüyorsa fiyatları belirleyenler de ‘Ben bugün bu ürünü/hizmeti bu fiyattan satmaya devam edersem aynı ürünü/hizmeti yarın yerine koyamaz hale gelirim, öyleyse şimdiden geleceğin muhtemel enflasyonunu fiyatın içine koyayım’ diye düşünüyor.

Bu sarmalı kırmanın bir tek yolu var: Herkesi ama herkesi ileride enflasyonun bekledikleri kadar olmayacağına ikna etmek.

Yani Merkez Bankası’nın ve hükümetin enflasyon konusunda kararlılık sergilemesi.

Merkez Bankası çok eleştirse de, nihayetinde geride kalan aylar içinde bir kararlılık sergiledi, politika faizini yüzde 45’e kadar getirdi. Ama enflasyon beklentisini hala kıramadı. O yüzden belki de sahiden bu aydan başlayarak yeniden faiz arttırması gerek.

Faiz artışının temel sebebi tüketiciyi tüketim yerine tasarrufa yönlendirmek. Ama bakıyorsunuz, tasarruf yapacak halimiz de yok. Bankaların bize verdiği mevduat faizi o kadar da yüksek değil.

Tam da bu yüzden, bazı iktisatçılar Türkiye’de yüzde 45’in ötesindeki politika faizinin beklenen derecede etki yaratmayacağını, tüketimin çoğunu yapan yüzde  20’lik halk kesiminin faizden etkilenmediğini söylüyor.

Çok haksız sayılmazlar. Bakın otomobil satışlarında yılın ilk iki ayı rekorlar kırıldı. Oysa her çeşit otomobilin fiyatının üzerinde çok ciddi oranlarda cezalandırıcı vergi var. Yani devlet aslında otomobil almamızı istemiyor ve bizi caydırmaya çalışıyor ama biz koşa koşa gidip otomobil almaya devam ediyoruz. Bu otomobilleri satın alan kesim, faizin yükselmesini çok umursamıyor; çünkü kendi parasını korumanın alternatif yollarına sahip. Ya dolarda duruyor ya altında, kriptoda, borsada vs.

Eğer bu iktisatçıların söylediği doğruysa, yani para politikası araçları belli bir noktadan sonra etkili olmaktan çıkıyorsa enflasyonla mücadele nasıl olacak?

Tabii bu mücadelenin ikinci bir ayağı daha var. Hükümetin de mücadeleye katılması ve uyguladığı maliye politikasıyla Merkez Bankası’nın hedefine yardımcı olması gerekiyor.

Maliye politikası demek hükümetin bütçe harcamalarını kısması demek; bütçe açığını azaltmaya çalışması demek.

Peki bu yapılıyor mu? Hem evet hem hayır.

Seçim ortamında olmamıza rağmen Kanal İstanbul gibi büyük projeleri işitmiyor olmamız boşuna değil. Ama öte yandan hükümet bazı yeni projeler için kamu-özel işbirliği anlaşmaları yapmaya devam ediyor. Yani tamamen durmuş da değil işler.

İktisatçı Mahfi Eğilmez, Tayyip Erdoğan hükümetinin 2024 bütçesinde ön görülen açık rakamına bakıp ‘Hükümet herhalde enflasyonla mücadele etmeyecek’ demişti; gerçekten de inanılmaz bir bütçe açığı beklentisi var bütçenin kendisinde.

Ben dahil pek çok kişi bu bütçe açığı rakamına bakınca ‘Herhalde seçimden sonra ciddi vergi gelecek’ diye düşünmüştü; hükümet şimdi seçim nedeniyle söyleyemiyordu ama seçimden sonra bu açığı azaltmak için gelirlerini arttırmaya yönelecek, yani vergileri arttıracaktı.

Bu vergi artışı ihtimali o kadar yaygın bir kabul gördü ki bir noktadan itibaren havada yüzde 24’lük KDV oranı lafları bile uçuşur oldu. 1994 krizindeki gibi tek seferlik net aktif vergisi bekleyenler mi istersiniz, bir kez daha ilave motorlu taşıtlar vergisi öngörenler mi, tahmin ve spekülasyonlar artıp duruyordu.

Dün Mehmet Şimşek göreve geldiğinden beri ilk kez kamuoyu önünde kapsamlı açıklamalar yaptı, ekonomik programı ve geleceği anlattı. Bu vergi artışı senaryosunu kategorik olarak yalanladı, ‘Hiçbir sürpriz yapmayacağız’ dedi.

Peki vergiler artmayacaksa bütçe açığı nasıl azaltılacak? Maliye politikasının enflasyonla mücadeleye destek vermesi nasıl sağlanacak?

Devletin gelirleri artmayacaksa geriye tek bir ihtimal kalıyor, kamunun sert biçimde frene basıp tasarruf yapması.

Nitekim hükümet seçim kaybetme pahasına emekliye zam vermiyor, emekli ikramiyesini de arttırmıyor. En azından şimdilik.

Ama sadece bu değil konu. Kamunun yüksek harcamalarını da durdurması lazım. 

Cumhurbaşkanı’nın cuma namazı kılmaya 50 arabalık konvoyla gittiği, yurt dışı seyahatlerinde bir değil üç özel uçak birden havalandırdığı bir ortamda halkı devletin tasarruf yaptığına inandırmak çok kolay değil.

O yüzden enflasyon beklentisini kırmak da kolay değil.

Tekrar en başa dönelim: Merkez Bankası ve hükümete göre bu yıl çok iyimser ihtimalle yüzde 30, çok kötümser ihtimalle yüzde 42 enflasyon olacak(tı).

Bu enflasyonun yüzde 11,53’ü şimdiden gerçekleşti. Yüzde 30 hiçbir zaman söz konusu bile değildi zaten ama artık yüzde 42’ye inanan da pek kalmadı.

O inanç ortada yoksa enflasyon rakamını tutturmak da mümkün değil.

Tayyip Erdoğan İstanbul’a gelmeyecek mi?

Tayyip Erdoğan İstanbul’a gelmeyecek mi?

Bugün 5 Mart. 26 gün sonra oy vereceğiz, yerel yöneticilerimizi seçeceğiz.

Seçime bu kadar az süre kalmasına rağmen ortada büyük bir seçim heyecanı yok; seçim polemikleri son derece zayıf.

Gerçi mesela İstanbul’da adayların afişleri artık her yeri kaplamış durumda ve ortada sanki bir heyecan varmış gibi ama bu seçim bizim geçmişte alışık olduğumuz çoğu seçimden çok daha ‘düşük profilli.’

Her yerel seçimde olduğu gibi İstanbul bu seçimde de en büyük mücadele alanlarından biri. Şu an sahada gözüken, Ekrem İmamoğlu kampanyasının Ak Partili rakibi Murat Kurum’a göre çok daha etkili olduğu.

Gerçekten de İmamoğlu epey canlı bir kampanyayı tek başına yürütüyor, halen Büyükşehir Belediye Başkanı olmasının avantajını da sonuna kadar kullanıp belediyeye ait bütün reklam ekranlarında ve afiş alanlarında ezici bir varlık gösteriyor. Buna karşılık Murat Kurum’un kampanyası görülmez değil ama ağırlığı İmamoğlu’ndan hayli az. Belki Ak Parti’nin harcayacak daha çok parası var ama galiba İmamoğlu onlara para harcayacak bir mecra da bırakmamış durumda.

Murat Kurum’a kendi partisinden ve Ak Parti medyasından ince eleştiriler geliyor, onu ‘düşük profilli’ buluyor Ak Parti çevresi.

Evet ama bunda şaşıracak bir şey yok. Tam da bunun için, siyasi aday olmaması, Tayyip Erdoğan’ın memuru olması için aday yapıldı Murat Kurum. O yüzden aslında onun adına siyasi kampanyayı da Tayyip Erdoğan’ın yapması gerekiyor.

Fakat seçime az bir zaman kaldı, Tayyip Erdoğan henüz İstanbul’a ağırlık vermedi. Şimdilik Anadolu’da geziyor, buralarda kampanya yapıyor.

Bundan da anlıyoruz ki Tayyip Erdoğan İstanbul kampanyasına bundan beş yıl önce yaptığı tarzda bir ağırlıkla girmeyecek. Elbette gelip İstanbul’da mitingler yapacak ama verdiği ağırlık bir yere kadar olacak. En azından şimdilik plan böyle.

Bakalım bu sefer yayıncı kuruluş futbolun parasını ödeyecek mi?

Bakalım bu sefer yayıncı kuruluş futbolun parasını ödeyecek mi?

Sessiz sedasız ve aslında hayli şaibeli bir futbol naklen yayın ihalesi daha sona erdi; tam da beklendiği gibi oldu, mevcut yayıncı BeIN bir kez daha ihaleyi aldı.

Baktığınızda ihaleye başta en az para veren kuruluştu BeIN. Saran Group’un teklifleri hep daha yüksek oldu. Ve aslında ihaleyi Saran Group kazandı. Ama federasyon onu iptal etti, taraflara yeniden teklif sunma fırsatı verdi. Bunun üzerine BeIN 182 milyon dolarlık bir teklif yaptı; Saran Group ise yeni teklif sunmadı.

Kağıt üzerinde 182 milyon dolarlık yayın hakkı ihalesiyle Türkiye Süper Ligi Avrupa’nın en pahalı 6. ligi oldu. Ama bu para ödenirse…

Geçmişte dolar kuru sebebiyle ciddi sorunlar yaşandı futbol yayın bedellerinde, bakalım bu yıl nasıl olacak?