02-04-2024
İsmet Berkan

Ak Parti’nin yenilgisi basit bir tepki değil, dip dalgası ve sosyolojideki değişim kalıcı

Ak Parti’nin yenilgisi basit bir tepki değil, dip dalgası ve sosyolojideki değişim kalıcı

Bir basit örnek vereceğim: Akşam yemeği sofrasında, hatta meyhanede çay içenlerden misiniz?

Ben değilim ve akşam yemeğinde çay görünce bunu yadırgayanlardanım.

Küçük bir azınlığın, yani akşam yemeğinde çay içmeyi yadırgayanlar azınlığının mensubu olduğumun farkındayım. 

60 yaşındayım ve Türkiye’nin yaşadığı muazzam sosyokültürel değişimin en son 50 yılının canlı tanığıyım. Bu değişim bitmiş değil; yönünü ve alacağı nihai manzarayı tahmin etmek de kolay değil. Ama sanıyorum pazar günkü seçim bu değişimin önemli kilometre taşlarından biri olarak tarihe yazılacak.

Türkiye’nin yaşadığı değişim temelde köylü millet olmaktan şehirli millet olmaya, kırsaldan ve onun kaçınılmaz ekonomik-kültürel hayat tarzından şehrin kaçınılmaz kıldığı ekonomik-kültürel hayat tarzına geçişin değişimi. Temeli 1923’te Cumhuriyet’le atılmış bir değişim bu.

İstanbul canlı bir sosyoloji laboratuvarı

Ben çocukken Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu köylerde, kırsal alanlarda yaşardı. Üniversitede dersini aldığım için kendimi hep olağanüstü şanslı saydığım sevgili hocam Prof. Dr. Mübeccel Kıray’a göre Cumhuriyet ta en başından beri köylüyü köyünde tutmak için mücadele etmişti. Bu amaçla tarım teşvikleri verilmiş, toprak reformu denemeleri yapılmıştı.

Ama Türkiye kaçınılmaz biçimde kapitalizme evriliyordu; fabrikalar kuruluyor, bunlara kol emeği gerekiyordu ve köyden kente göç vardı.

İstanbul canlı bir sosyoloji laboratuvarı gibi. Önce Kasımpaşa’dan başlayıp Okmeydanı sırtlarına doğru, sonra Büyükdere Caddesi’nin kuzey yamacındaki Çeliktepe-Gültepe gibi mahallelerden başlayıp aşağıya Kağıthane’ye kadar uzanan gecekondu mahalleleri köyden göçüp fabrikalara işçi olarak gelenler tarafından kurulmuştu. Sanayi önce Haliç kıyısındaydı, sonra Büyükdere Caddesine taşınmıştı. Şimdi ise kıyısına Başakşehir’in kurulduğu İkitelli’de.

Köyden kente göç artık hemen hemen tamamlandı. Köyde yaşayan nüfus yüzde 10’un altına düştü. Pazar günü seçim yaptığımız 30 büyükşehirde nüfusumuzun kahir çoğunluğu yaşıyor.

Düşünün, 80’li yıllarda Turgut Özal bir seferinde gururla söylemişti: Artık nüfusun yarısı kırda, yarısı şehirde yaşıyordu. Demek son 40 yılda nüfusun yüzde 40’tan fazlası daha şehirlere taşındı.

Ak Parti kimin partisi?

Bu göç eden muazzam nüfusun, şehirlere gelip kendine yer açmaya, kültürünü ve hayat tarzını korumaya çalışan büyük kalabalıkların siyasi partisi Ak Parti.

Bu büyük kitleler bu büyük sosyolojik değişim başka hiçbir partide temsil edilmedi. O parti göçü yönetti, göçmenlere kendince düzgün bir yeni hayat vaat etti, kendi sosyolojik ve kültürel değerlerini korumalarına yardımcı oldu. Onları hem ekonomik olarak destekledi, hem de kültürel olarak.

Ak Parti ile kitlesi arasındaki temsil uyumsuzlukları 2015’te başladı

Baktığınızda Ak Parti zirvesine 2015’in Kasım ayında tekraren yapılan seçimde ulaştı, ondan sonra ise düzenli olarak düşüşte. Halktan aldığı desteğin üçte birini kaybetti son dokuz yılda (Ama Ak Parti’nin lideri Tayyip Erdoğan desteğini azalarak da olsa korumaya devam ediyor, daha geçen yıl yüzde 52 oy aldı).

Ak Parti’nin aldığı desteği kaybetmeye başlaması çok da yadırgatıcı değil aslında. Çünkü gelip şehirlere yerleşmesine, buralarda tutunmasına ve hatta zenginleşmesine yardımcı olduğu kitleler şehirde ister istemez homojenliklerini kaybediyor, çeşitli farklı kültürel alt gruplara ayrışıyorlar. Öncelikler ve talepler farklılaşıyor.

Kimi için kültürel değerleri korumak, yani muhafazakarlık daha önemli bir değer; kimileri için ortak milli ve kültürel kimlik, kimileri için daha iyi hayat, kimileri için başka şeyler…

Kitle değiştikçe Ak Parti ile geçmişte ona oy verenler arasındaki temsil uyumsuzluğu da kaçınılmaz biçimde artıyor; Ak Parti de kaçınılmaz biçimde kendi kitlesi içinde tercih yapmaya, bazılarını daha fazla kayırmaya başlıyor.

CHP’liler uzaydan gelmiyor, bu toplumdan çıkıyor

Ak Parti’nin muhalefeti başından beri modern, şehirli ve hatta Batılı hayat tarzının kültürel taşıyıcısı CHP idi. Bu parti, bugün derecesi azalmış da olsa hala o köyden gelen göçmenlere karşı kendi sosyo-ekonomik ve kültürel statüsünü muhafaza etmeye çalışanların partisi.

Ama sosyolojinin kaçınılmaz değişimi istese de istemese de CHP’yi de değiştiriyor; CHP kadroları uzaydan gelmiyor, bu toplumun içinden yetişip çıkıyor. Yeni kuşaklar CHP’de göreve geldikçe CHP de değişiyor.

30 yıl önce tipik CHP’li sokakta başörtülü kadın görmeye tahammül etmek için kendini zorlayan insandı; bugün öyle değil. Çünkü büyük olasılıkla kendi annesi de o sokakta yadırganan başörtülülerdendi. 30 yıl önceki CHP’li bugün şaka gibi gelen ‘annemin, anneannemin başörtüsü’-‘türban’ ayrımı yapan insandı; bugün arada fark olmadığını biliyor artık.

Başörtüsü tek bir örnek. Akşam yemeğinde çay da içiyor CHP’li, bunu rakı masasında da yapıyor bazen. Kuşaklar değişti, kültür savaşı kaçınılmaz biçimde daha düşük yoğunluklu bir çatışmaya dönüşüyor, hibrit çözümler ortaya çıkıyor.

Kırılan cam tavan hangisi?

CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel seçim gecesi zaferi değerlendirirken ‘Cam tavanı kırdık’ dedi. Kastettiği yüzde 25’lik oy oranıydı; orayı aşmış, hatta yüzde 30’u da geçmişti CHP.

Ama gerçekte kırılan cam tavan basit bir rakamdan ibaret değildi; esas CHP’de temsil edilen şehirli muhafazakarlık kırıldı; yeni bir değişim arzusuna evrildi. Sadece eski sosyo-ekonomik ve kültürel statüsünü korumak isteyenler değil onları bir üst lige sıçratacak bir değişim dalgası yaratmak isteyenler de CHP’ye oy veriyor artık.

Son birkaç yılda bolca konuştuğumuz dip dalgası bu. Yalnız bir farkla: Bu dip dalganın Ak Parti’ye duyulan öfkeyle bağı sandığımız gibi düpedüz öfkeden ibaret değil. Sadece negatif duygulardan, ‘Kurtulalım şunlardan, yeter’den oluşmuyor. Aksine bir pozitif tarafı var, hatta bu olumlu yan daha ağır basıyor: İleri doğru sıçramak istiyor.

Dip dalga 10 ay önce de oradaydı

Bugün seçim kazandıran dip dalga 14 Mayıs 2023’teki seçim öncesinde de oradaydı, neredeyse elle tutulur bir gerçeklikti. 

Ama o dönemin CHP aklı eskiyi temsil eden, hayatını sadece kendi sosyo-ekonomik ve kültürel statüsünü korumaya adamış kuşaklardan oluşuyordu. 

O kuşak ve onların lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir sürü doğru şey yapmış ve doğru tohumlar atmış olmasına rağmen dip dalgayı temsil etmiyordu. 

Daha doğrusu dipten gelen dalga kendini Kılıçdaroğlu’nda değil mesela Ekrem İmamoğlu’nda görüyordu, orada temsil edildiğini düşünüyordu. O yüzden bekledi. Bugün CHP’nin yerel yönetime taşıdığı genç kuşaklara bakın, ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Şimdi bütün partiler oturup seçim sonuçlarını değerlendirecek, kendilerine göre dersler çıkaracaklar. Ama sanırım en büyük dersi Ak Parti ve CHP çıkaracak; daha doğrusu en önemlileri bu iki partinin çıkaracağı dersler olacak.

Benden duymuş olmayın ama bu yeni sosyoloji kalıcı ve ülkemizde kalıcı etkileri de olacak. 

Hayır, yanlış biliyorsunuz, Ak Parti’yi Yeniden Refah engellemedi

Hayır, yanlış biliyorsunuz, Ak Parti’yi Yeniden Refah engellemedi

Rakamlar ortada ama yine de şehir efsanesi almış yürümüş durumda: Bu seçimin sürpriz partisi Yeniden Refah’ın Ak Parti oylarını böldüğü ve kimi yerlerde kendisi kazanamasa bile CHP’ye kazandırdığı söyleniyor.

Peki ama neresi orası? 

Gelin bakalım:

-İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ile Murat Kurum arasında bir milyona yakın oy farkı var. Yeniden Refah adayı 225 bin oy almış; tamamı Murat Kurum’a yazılsa bile fark kapanmazdı.

-Ankara’da da Mansur Yavaş ile Turgut Altınok arasındaki fark 900 binden fazla. Yeniden Refah adayı Suat Kılıç’ın 100 bin oyu bu farkı kapatmaya yetmez.

-Antalya’da Muhittin Böcek Ak Parti adayı Hakan Tütüncü’nün 125 bin oy önünde. Burada Yeniden Refah adayı sadece 17 bin oy almış.

-Afyonkarahisar’da CHP’li Burcu Köksal Ak Partili Hüseyin Ceylan Uluçay’ın 25 bin 369 oy önünde. Bu şehirde MHP aday çıkartmış ve 14 bin 590 oy almış; Yeniden Refah adayı ise 2 bin 844 oyda kalmış. MHP ve Yeniden Refah oylarının toplamı bile AKP’ye yetmiyor.

-Uşak’ta CHP adayı Özkan Yalım ile Ak Parti adayı Mehmet Çakın arasında 22 binden fazla fark var. Burada da MHP ve Yeniden Refah aday çıkarmış ama ikisinin toplam oyu 22 bin etmiyor. Uşak’ta bir de İyi Parti adayı var, o tam aradaki fark kadar, 22 bin 474 oy almış!

-Kütahya’da seçimi önde bitiren CHP’li Eyüp Kahveci ile seçimi ikinci sırada tamamlayan MHP’li Alim Işık arasında sadece 726 oy fark var. Bu şehirde Ak Parti seçime girmemiş ve ittifak yapmış olsa MHP’li aday çok rahat ve büyük bir farkla kazanabilirmiş. Burada Cumhur İttifakı’nı bölen Yeniden Refah değil bizzat Ak Parti olmuş,  CHP adayı o sayede seçilmiş.

-Bursa’da CHP adayı Mustafa Bozbey ile Ak Partili Alinur Aktaş arasında 170 bin oy fark var. Yeniden Refah adayı 89 bin oy almış. Burada MHP seçime girmemiş.

-Balıkesir’de CHP’li Ahmet Akın en yakın rakibi Ak Partili Yücel Yılmaz’ın yaklaşık 80 bin oy önünde. Yeniden Refah adayının 16 bin oyu bu farkı kapatmaya yetmez.

-Kırıkkale’de CHP’li Ahmet Önal en yakın rakibi Ak Partili Mehmet Saygılı’ya 26 binden fazla fark atmış. MHP ve Yeniden Refah adaylarının aldığı oyları toplayıp AKP’ye eklesek bile farkı kapatmaya yetmiyor.

-Amasya’da CHP’li aday Turgay Sevindi Ak Partili rakibinin 9 bin oy önünde. Bu şehirde MHP de aday çıkarmış ve 14 bin, yani AKP’li adaya kazandırmaya yetecek kadar oy almış. Oyları bölen Yeniden Refah değil MHP olmuş.

-Sinop’ta CHP’li Metin Gürbüz Ak Partili rakibinden üç bin oy fazla almış. Şehirde Yeniden Refah adayının oyu sadece 624, yani farkı kapatmaya yetmez.

-Giresun’da CHP’li Fuat Köse’nin seçilmesi sürpriz kabul edildi ama anlaşılan pek bir sürpriz yok; Cumhur İttifakı’nı temsilen seçime giren Ak Partili rakibine 11 binden fazla fark atmış. Bırakın yeniden Refah’ı, geri kalan bütün partilerin oylarını toplayıp Ak Partili adaya yazsanız bile kazanamıyor.

-Zonguldak’ta da benzer bir durum var. CHP’li Tahsin Erdem oyların yüzde 54’ünü almış. Yani geri kalan bütün partileri toplasanız en fazla yüzde 46 edebiliyorlar.

-Burdur’da CHP’li Ali Orkun Ercengiz ile seçimi ikinci sırada tamamlayan AKP’li Mehmet Şimşek arasındaki oy farkı iki binden bile az. Ama şehirdeki Yeniden Refah adayının 822 oyu bu farkı kapatmak için yeterli değil.

-Denizli’de CHP’li Bülent Nuri Çavuşoğlu Ak Partili Osman Zolan’a 50 binden fazla fark atmış. Yeniden Refah adayının 18 bin oyu bu farkı kapatmıyor.

-CHP’nin kazandığı en ilginç yerlerden biri olan Kırşehir’de Selahattin Ekicioğlu oyların yüzde 52’sini almış zaten; kalan herkes toplansa ona yetişemiyor.

-Adıyaman’da CHP’li Abdurrahman Tutdere Ak Partili Ziya Polat’a 23 bin oy fark atmış. Yeniden Refah ve HüdaPar’ın oylarını toplasanız bile fark kapanmıyor.

-Adana Ak Parti’nin kazanma ve geri alma ümidinin olduğu illerden biriydi. Ama mevcut başkan Zeydan Karalar AKP’li Mehmet Fatih Karaispir’e 105 fark attı. Burada Yeniden Refah 22 bin oy almış.

-Ardahan’da CHP’li Faruk Demir Ak Partili Yunus Baydar’ın sadece 174 oy önünde. Yeniden Refah adayı ise sadece 126 oy kazanabilmiş. Ardahan’da Ak Parti’yi esas olumsuz etkileyen büyük olasılıkla Deva Partisi adayı Halil Kaçar olmuş; 752 oy almış.

-Edirne’de CHP’li Filiz Gencan Akın Ak Partili bir kadın adaya karşı mücadele etti, seçimi de dört bin kadar oy farkla önde bitirdi. Burada CHP’li eski başkan Hamdi Sedefçi’nin İyi Parti adına aldığı 5 bin 391 oy CHP’li adayın oyunu sınırladı, seçilmesini riske soktu. Burada Yeniden Refah sadece 337 oy aldı, Ak Parti’ye olumsuz bir etkisi olmadı.

Türkiye başkanlık sistemine alıştı ama bu durumu en son fark eden Erdoğan oldu

Türkiye başkanlık sistemine alıştı ama bu durumu en son fark eden Erdoğan oldu

Seçim gecesi televizyon izlemek zaman zaman eğlenceli bir uğraşa dönüştü benim için.

Seçim yayınlarının bir bölümünü özellikle aHaber’den takip ettim; sonuçların orada nasıl yorumlandığını merak ediyordum.

Sonra başka kanalları gezerken de hep iktidara yakın isimlerin değerlendirmelerine daha çok kulak kabarttım. Acaba yenilgiyi onlar nasıl okuyordu?

Geçmiş seçimlerde CHP’ye yakın kimi yorumcuların seçim sonuçlarını inkara yeltenmesine, partisi veya adayı kaybediyor diye seçimde hile aramasına çok tanıklık ettik; acaba aynısı olacak mıydı?

Hayır, olmadı. Seçim sonucunu inkar edene de, bu yenilginin arkasında bit yeniği arayana da en azından ben denk gelmedim.

Ama CHP’nin seçim zaferini küçümseyene (‘Zaten bu sadece bir yerel seçim’) veya seçim öncesi propaganda döneminde takılıp kalmışlara (‘DEM partisiyle ittifak çalışmış’) çok denk geldim.

Haksızlık etmeyeyim, Ak Parti’ye yakın isimler Ak Parti’yi de eleştiriyordu. Düne kadar hiç gündeme getirmedikleri emekli maaşları meselesinden ekonomik zorluklara kadar bütün hükümet eleştirilerinin seçim yenilgisinde rol oynadığını düşünüyorlardı.

Ve evet, ortak özellikleri seçimi sadece Ak Parti açısından, Ak Parti’nin yenilgisi açısından okumalarıydı; CHP’nin seçimi neden ve nasıl kazandığını hiç düşünmüyorlardı, onlara göre Ak Parti kaybettiği için CHP kazanmıştı (‘Almanya yenildiği için 1. Dünya Savaşı’nda biz de yenildi kabul edildik…’ Bu cümle size ne hatırlatıyor?).

Bu değerlendirmelerin hepsi elbette saygı değer. Televizyon ekranında tarafsız futbol yorumcusunu unuttuğumuz gibi tarafsız siyasi analisti de çoktan unuttuk, o yüzden bazılarımızda bir refleks gelişti, konuşanın söylediklerini onun siyasi kimliğiyle birlikte dinliyor, söylediklerinden aklımızca ister istemez bazı eksiltmeler yaparak kendi dengemizi koruyoruz (Bu refleksi geliştirmeyenler ise konuşan kafa programlarını hep tuttukları takımın kayırılmasını bekleyerek izliyor, futbol programı izler gibi).

Beni en çok şaşırtan teşhislerden biri ‘DEM partisiyle ittifak çalışmış’ tespitiydi. Tespit yanlış değil; örneğin İstanbul’da yüzde 7-8 potansiyeli olan DEM Parti Başkan adayı Meral Danış Beştaş sadece yüzde 2,1 oy alabildi. Ama bu tespiti yapanlar dönüp haftalarca tefe koydukları Yeniden Refah’ın adayı Mehmet Altınörs’ün oyuna bakmadı; o da sadece yüzde 2,59 oy almıştı.

Gerçek şuydu ki, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ile Murat Kurum, Ankara’da Mansur Yavaş ve Turgut Altınok, İzmir’de Cemil Tugay ve Hamza Dağ; hepsini tek tek saymayayım şimdi, büyük şehirlerin tamamında ilk iki aday geçerli oyların yüzde 90 ve üstünü toplamıştı.

Yani, geçmişin yerel seçimlerine kıyasla oyların iki adayda odaklandığı, taraflardan birinde resmen kurulmuş Cumhur İttifakı’nın, karşısında ise resmen herhangi bir ittifak oluşturamamış CHP’li adayların olduğu bir seçim yaşadık (CHP resmen ittifak kuramayınca son çare ‘sandıkta ittifak’ diye bir kavram kullandı, işte gerçekleşen bu oldu).

Türkiye’nin pek çok yerinde ikili yarış yaşanmasını sağlayan, neredeyse ‘organik’ bir durumdu. Türkiye seçmeni iki seçim geçirdikten sonra başkanlık sistemine uyum sağlamış, belediye başkanlıkları için çoğunlukla stratejik oy kullanır olmuştu.

Ekrem İmamoğlu’nun yüzde 51’i, Mansur Yavaş’ın yüzde 60’ı bulmasını sağlayan onların Cumhur İttifakı karşısında ‘kazanabilir aday’ olarak görülmesi ve seçmenin stratejik tercih kullanmasıydı.

Geçmişte yerel seçimde seçmen böyle şeyler yapmaz, stratejik oy neredeyse hiçbir zaman kullanmazdı. Tayyip Erdoğan’ın 1994’te İstanbul’da seçilmesini sağlayan da işte bu stratejik oy kullanmama alışkanlığıydı; iki merkez sol ve iki merkez sağ parti yarışmıştı o seçimde ve Erdoğan oldukça düşük bir oyla aradan sıyrılmıştı. O seçimde de bugünkü gibi başkanlık sistemi alışkanlığıyla stratejik oy kullanılsa Tayyip Erdoğan o oyu alamazdı; seçmeni ‘oyum boşa gitmesin’ diye düşünür, mesela İlhan Kesici’ye oy verirdi.

İşin ilginci, Türkiye’ye başkanlık sistemini getiren Tayyip Erdoğan’ın seçmenin bu sistemi yerel seçime de uyarlayacağını düşünmemesi veya çok geç düşünmesi.

Hatırlayın, Ak Parti propaganda makinesinin ve Tayyip Erdoğan’ın bu seçimde ağırlık verdiği konulardan biri CHP adaylarının İstanbul ve Ankara’da resmi ittifaklar kurmasını engellemekti. İyi Parti’nin Millet İttifakı’nı bozması, ardından DEM’in kendi adaylarıyla seçime girme kararı alması aslında Ak Parti’yi sevindirmişti.

Ama diyorum ya, Tayyip Erdoğan partiler düzeyindeki anlaşmaların da ayrılıkların da hükmünün bir yere kadar olduğunu en iyi bilecek isim olarak, başkanlık sistemi seçiminden gelme bir alışkanlığın bu kadar kabul görmesini önceden fark edemedi.

Yine haksızlık etmeyeyim, Erdoğan bu ‘sandıkta ittifak’ın oluşması ihtimalinden kurtulmak için İstanbul’da da, Ankara’da da seçim kampanyasına doğru dürüst katılmadı, buralarda az göründü. İsminin kutuplaştırıcı ve rakip seçmeni birleştirici etkisinin farkındaydı. Ama yine de sandıkta ittifak kurulmasının önüne geçemedi.

Geçemezdi de, çünkü seçim propaganda stratejisinin önemli bir ayağını ‘merkezi yönetimle uyum içinde yerel yönetim’ söylemi oluşturuyordu. Yani Erdoğan kendisi ortada olmasa bile yaptığı bu dolaylı tehditle (‘Bizim adaya oy vermezseniz hizmetiniz aksar’) hep oradaydı. Bu da rakip seçmeni stratejik oy kullanmaya itti.