03-04-2024
İsmet Berkan

Ak Parti’nin dağılmakta olan koalisyonu ile CHP’nin kurulmakta olan koalisyonu

Ak Parti’nin dağılmakta olan koalisyonu ile CHP’nin kurulmakta olan koalisyonu

Adına ister kutuplaşma deyin ister kültür savaşı, çok fark etmiyor: Başkanlık sisteminin getirdiği ikili yarışma Türkiye’de siyaseti de ikili yarışmaya döndürüyor.

Dün burada yazmaya çalıştım, başkanlık sisteminin kaçınılmaz biçimde sunduğu ikili yarışma belediye başkanı seçimlerinde de ilk kez bu kadar belirgin biçimde yaşandı. 30 büyük şehirin hepsinde seçmenin yüzde 90’ı bulan, yer yer de aşan kahir çoğunluğu oy tercihlerinde iki aday arasında bölündü.

Tabii bu dediğim malumun ilamı. Türkiye’de siyasetin yeni kuralları var; o kuralların en başında parti siyasetinin bireysel siyasetin gerisinde kalması geliyor.

Alışın artık: Adayın oyu partisinden fazla

Tayyip Erdoğan’ı alın. Partisi yüzde 35 oy alırken o ilk turda yüzde 48, ikinci turda yüzde 52 oy aldı. Erdoğan’ın kişisel oyu partisinden neredeyse 10 milyon fazlaydı.

Ekrem İmamoğlu 31 Mart’ta 4 milyon 432 bin oy aldı. Oysa partisi CHP İstanbul’da 3 milyon 960 bin 679 oy aldı. Bu 470 bin kişilik fark önemli. Ankara’da da benzer bir durum var, Mansur Yavaş’ın oyları partisinden 400 bin daha fazla. Ankara’da seçmen sayısı daha az olduğu için bu fark oransal olarak daha büyük. CHP Ankara’da yüzde 49,3 oy aldı; Mansur Yavaş ise yüzde 60,4. İstanbul’daysa İmamoğlu yüzde 51,4 aldı; CHP ise yüzde 45,7.

Bu duruma alışmak gerek. Artık hiçbir parti içinden çıkardığı aday kadar büyük olamayacak. Hele Cumhurbaşkanlığı seçiminde hiç olamayacak, aday yüzde 50’yi aşmaya muhtaç; partisi ise bu oranı ancak hayal edebilir.

Ama küçük partiden de ‘büyük’ aday çıkmaz

Fakat şunu da unutmayın: Partinin kendisi yüzde 50’ye ne kadar yakınsa, içinden çıkan adayın Cumhurbaşkanı seçilme ihtimali de o kadar yüksek. Malum, yüzde 10’luk bir partiden çıkan adayın yüzde 50’nin üstüne çıkma olasılığı ile yüzde 40’lık bir partiden çıkan adayın yüzde 50’yi aşma olasılığı aynı değil ve olamaz.

Yani biz Cumhurbaşkanı seçiminde bir adayın kapsayıcılığı ve geniş temsili hedeflemesini öncelik sayıyor da olsak, aslında partisinin kapsayıcılığına ve geniş temsili elde tutup tutmamasına da bakıyoruz.

Tayyip Erdoğan’ın 2018’de de, 2023’te de şahsında kurduğu koalisyonu geniş ve kapsama kabiliyeti yüksek bir şemsiyeye benzetiyorum ben. Bu şemsiyenin altına toplumun farklı pek çok kesimi girdi, ona oy verdi.

Ama Erdoğan’ın şemsiyesinin en büyük bölümünü oluşturan Ak Parti kendi küçülmesini 2023’te de sürdürdü. Zaten bu yüzden Erdoğan ilk turda değil, ancak ikinci turda seçilebildi.

Ak Parti bu seçimde yüzde 30’un altına düştü

Peki Ak Parti neden küçülüyor? Dün bu konuyu biraz yazmaya çalıştım: Bu partiyi 2015’te yüzde 50 sınırına getiren büyük koalisyondan kopmalar var. Parti o koalisyonu oluşturan irili ufaklı bazı parçaların şemsiyenin altından çıkmasına engel olamıyor; çünkü kopanlar artık Ak Parti’nin kendilerini yeterince temsil etmediğini düşünüyor.

Siyasi partiler toplumdaki irili ufaklı cemaatlerin, hatta mikro cemaatlerin bir araya gelmesinden oluşur hep. Bazen bu cemaatlerden biri veya ikisi parti içinde orantısız güç elde eder ve o gücü grubunun lehine kullanır. Bu da diğer cemaatleri uzaklaştırır. Parti lideri o kişidir ki oluşturduğu yönetimle bu cemaatler arası güç mücadelesini dengeler. Ak Parti’de uzun süredir bu denge yok olmuş durumda, o yüzden şemsiyenin kapsadığı alan giderek daralıyor. 31 Martta Ak Parti şemsiyesi artık yüzde 30 bile değil!

Parti il genel meclisi oylamasında (yani sadece parti amblemine mühür basılan oylamada) yüzde 32,42 oy aldı, ama bu oyun içinde büyük şehirlerde ittifak yapılan ilçelerde MHP oyları da var. Onları düştüğünüzde Ak Parti’nin yüzde 30’un altına gerilediğini rahatça söyleyebiliyor insan.

Buna karşılık seçimde CHP hiçbir resmi ittifak içinde değildi. ‘Sandıkta ittifak’ olduysa bile bu belediye başkanlıkları için oldu; il genel meclisi için değil. Ve CHP il genel meclisi oylamasında yüzde 34,47 oy aldı. 

CHP belediye başkanlığı seçimlerinde Türkiye genelinde il genel meclisi oyuna göre fazladan 1 milyon 600 bin oy almış ki aslında çok büyük bir rakam değil, başkanlık oylarının yüzde 10’dan azına tekabül ediyor. İşte bu 1,6 milyon oy CHP’nin ‘sandık ittifak’ının meyvesi. Ak Partili analistlerin hoşuna gitmeyecek ama bu konu çok da abartılacak bir şey değil. Ak Parti’de aynı oy farkı 1,5 milyon, yani onların ittifaktan aldığı fayda da CHP kadar.

Ak Parti şemsiyesini büyütebilir mi?

Türkiye’nin en büyük iki siyasi partisi açısından 31 Mart gecesinden itibaren ciddi sorunlar ve meydan okumalar belirmiş durumda.

Ak Parti açısından bakınca şemsiyenin küçülmesine çözüm bulmak ve onu yeniden büyütmek diye bir sorun var.

CHP açısından bakınca da parti saflarına yeni katılan ciddi miktarda insanın CHP’ye gelme nedenini öğrenip hem onları içeride tutmaya devam etmek hem de başka yeni insanların da şemsiyenin altına girmesini sağlamak diye bir meydan okuma.

Baştan söyleyeyim, her iki parti de önlerindeki bu zorlu konuyu kendileri açısından olumlu bir sonuca bağlama konusunda pek ümit veren kurumlar değil.

Ak Parti dokuz yıldır küçülüyor ve yaşadığı sorunun farkında, ama bunu çözmek yerine her seferinde partiyi daha da küçültücü dar ajandaların peşine düşüyor. 

Marjinal, dar ve üstelik yaşlı bir grubun talebi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak mesela partiye bir şeyler kazandırması umulan bir girişimdi, ama sanırım çok daha fazlasını kaybettirdi. 

Yine Ak Parti kitlesi söz konusu olduğunda dar grupların talebi olan kadrolaşma (Menzil Grubuna verilenler, İsmailağa Cemaatine verilenler, TÜGVA eliyle dağıtılan rant vs) Ak Parti’yi büyütmüyor, küçültüyor. 

Diyanet İşleri Başkanı’nın marjinal radikal söylemleri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimin kalitesi yerine İslamileşmesini önemsemesi de aynı şekilde, Ak Parti’ye faydası tartışmalı şeyler. 

Dar müteahhit grubuna kazandırılan paraların daha geniş kesimlerden esirgenmesi, toplumun geniş kesimlerinin zor zamanlarında yalnız bırakılması, medya üstündeki kontrolun toplumsal öfkeyi duyulmaz hale getirmesi vs hep Ak Parti şemsiyesini küçülten şeyler.

Hele şimdi seçimde yenilginin sorumluluğunun Yeniden Refah’ta bulunması ve buna çare olarak daha da islamcılaşma önerilmesi sahiden Ak Parti’nin ortak aklı kaybedip dar grupların hakimiyetine girdiğinin göstergeleri.

Kısacası Ak Parti şemsiyesini yeniden büyütme konusunda pek de ümit vermiyor. Zaten veremez de, çünkü parti içinde Tayyip Erdoğan’dan başka kimse konuşmuyor; herkes en ufak konuda bile Erdoğan’ın ağzının içine bakıyor.

CHP için büyük sorun büyümeyi yönetmek

Ak Parti’nin işi zor, hatta imkansız ama sanmayın ki CHP için hayat kolay. Küçülmeyi yönetmek ne kadar zorsa büyümeyi yönetmek de o kadar zor.

İl Genel Meclisi oylamasında bir önceki yerel seçimde CHP’ye oy vermeyen ama bu seçimde veren fazladan 2 milyon 575 bin kişi var (14 Mayıs 2023’e göre ise 1 milyon 990 bin fazla oyu var CHP’nin).

Bu yeni seçmen CHP’ye bir ümit için geliyor; sadece Ak Parti’ye ve Tayyip Erdoğan’a duyduğu öfke yüzünden değil.

Yeni seçmen CHP’yi söylemini yumuşatmaya, daha kapsayıcı olmaya, kültür savaşındaki rolünü azaltmaya zorluyor. Ama CHP yönetimi bunun farkında olmayabilir; gelenlerin katı ve sert CHP ideolojisine geldiğini sanıyor olabilir.

CHP şemsiyesinin büyümesi şemsiyenin eski kesimlerinin çok da hoşuna gitmeyebilir; çünkü onlar uzun yılların ‘Küçük olsun bizim olsun’ anlayışına sahip kesimler.

Ülkedeki sert kutuplaşma, daha doğrusu kültür savaşı CHP’yi büyütmüyor. Bu savaşa ara vermek ise büyüttü. Ama şimdi bundan rahatsız CHP içi kesimler seslerini yükseltecek.

Bunların hepsi CHP için büyük meydan okumalar ve partinin bunları yönetme tecrübesi yok. Oysa CHP bir daha altılı masa macerasına girmeyecek ve bu seçimde edindiği ‘Ben tek başıma bütün muhalefetim’ özgüvenini sürdürecekse sahip olduğu şemsiyeyi büyütmek, ona yeni renkler eklemek zorunda.

Türkiye çok yeni ve ilginç bir siyasi döneme giriyor. Siyaset tam bitti zannederken küllerinden yeniden doğuyor.

Bitsin bu yargısal aktivizm… Siyasal sorunlar siyasetle çözülür, yargı eliyle değil

Bitsin bu yargısal aktivizm… Siyasal sorunlar siyasetle çözülür, yargı eliyle değil

Türkiye yargısal aktivizmden, yargının kendini bir nevi ‘derin devlet’ rolüne sokup siyasete ayar vermeye çalışmasından çok çekti. Bugün de çekmeye devam ediyor.

Van’da yaşanana bakın. Hakkınızda kesinleşmiş 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası var, üstelik terör suçundan. Hapse 2016’da giriyor, arada yargılamanız sürdüğü ve mahkeme de sizi tutukladığı için 2022’ye kadar hapis yatıyorsunuz. Yani kesinleşmiş cezadan fazlasını.

Serbest kalınca ‘Benim cezam 3 yıl 1 ay 15 gündü, o yüzden bu yattığımı ona sayın’ diyorsunuz, mahkeme bu talebi haklı görüyor. Sonra bekliyor, sicilinize işlenmiş olan hak kısıtlamalarının kalkacağı gün yeniden başvuruyorsunuz. Mahkeme devam eden yargılamanıza rağmen haklarınızı iade ediyor, siciliniz temizleniyor.

Bu temiz sicille belediye başkanı olmak için başvuruyorsunuz, adaylığınız kesinleşiyor.

Ama bir el seçimden iki gün önce devreye giriyor. Savcılık ‘Bu sicil silme işleminden benim haberim yok, işleme itiraz ediyorum, sicil silme işlemi için süre 2022’de başlamalıydı’ diyor. Mahkeme alel acele toplanıyor, size haber bile vermeden ‘Ya evet biz hata yapmışız, savcılığın söylediği doğru’ diyor ve seçilme hakkınızı elinizden alıyor. 

Oysa o arada seçim yapılmış, siz de oyların yarıdan hayli fazlasını alıp seçilmişsiniz. Ama belediye mührü size değil sizin yarınızdan bile az oy alan başkasına veriliyor.

Buradaki hukuksuzluk son derece açık. 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası almış bir insanı 6 yıl hapiste tuttuğu için devletin tazminat ödemesi gerekirken tam tersi oluyor, ‘Sen aslında 6 yıl hapiste kaldığın için kanuni haklarını geri almak için daha da beklemelisin’ deniyor.

Bu bir de öyle bir zamanlamayla yapılıyor ki kime neye itiraz edeceksiniz?

DEM Parti’den seçilen Abdullah Zeydan’ı siyasi olarak beğenmiyor, seçilmesini istemiyor olabilirsiniz. Eğer bu sizin için bir sorunsa, çözmenin bir tek yolu var: Siyaset yapmak.

Ama hayır, siz siyaseten alamadığınız sonucu böyle hukuku zorlayarak alınan mahkeme kararlarıyla elde etmeye çalışırsanız sadece bir şehri veya bölgeyi değil bütün Türkiye’yi çok zor duruma sokarsınız.

Şimdi dua edelim Van’dan başlayıp bütün Güneydoğu Anadolu şehirlerine yayılan protestolarda can kaybı yaşanmasın. Bir de o olursa gerçekten korkunç duruma düşeriz.

Bu haksızlığın yargısal aktivizm eliyle yapılmış olması Van’daki siyasal hırsızlığın çok ötesinde anlamlar taşır. En basiti şu:

Türkiye’de hukuk devleti değil devlet hukuku olduğu, mahkemelerin hukukun evrensel ilkelerine göre değil kendi ideolojik tercihlerine göre karar verdiği bir kez daha tescil edilir.

Mahkemeleri ideolojik karar veren bir ülkeye yabancı sermaye beklemek, o ülkede ekonomik istikrar olmasını ummak, enflasyonu düşürmek falan hepsi hayal olur.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçim kaybetmek pahasına ekonomik istikrarı seçti, emekliye zam vermedi. O zammı verse ekonomiye bu denli büyük kötülük etmiş olunmazdı. Adalet Bakanlığı ve Diyarbakır’daki 5. Ağır Ceza Mahkemesi bir oldu, hepimizin hakkını gasp etti.

Hoşçakalın Türker Bey, sizin yeriniz dolmaz

Hoşçakalın Türker Bey, sizin yeriniz dolmaz

Gerçekten de, Türk sinemasının Yeşilçam dönemi Türker İnanoğlu’nun dün hayatını kaybetmesiyle sona erdi. Türker Bey modern Türk sinemasını yaratan yapımcı kuşağının son temsilcisiydi.

Ama o sadece Yeşilçam değildi. Bugün Türkiye dünyaya açılmış, devasa bir film ve dizi sektörü var; bu yeni sektörün de çok büyük bir yapımcısıydı o. En önemli isimlerinden biriydi.

Ben Türker Beyi 90’lı yıllarda Sabah gazetesi binasında atv’nin kuruluş döneminde şahsen de tanıdım. Ondan önce herkes gibi ününü bilirdim. Tanıdıkça o ünün hiç de boşuna olmadığını, karşımda sadece para düşünen bir insan değil, derya gibi büyük bir hikaye anlatıcısı da olduğunu gördüm.

İçeriden biliyorum, yapımcılığını yaptığı dizilerin senaryo toplantılarına bizzat katılır, o yaşında gece gündüz çalışır, senaryoları okur ve yeniden düzenlenmek üzere yazarlarına geri yollar, dizilerin ve filmlerin montaja kadar her aşamasında uğraşırdı.

Yıllardır etrafına ‘Bu benim son işim, bırakacağım emekli olacağım’ derdi ama herkes bilirdi ki Türker Bey işi bırakmaz. Hayatı sinemaydı, görsel işitsel anlatım sanatlarıydı.

Vakfı ve müzesi titizlendiği, üstüne titrediği iki kurumdu, ama Kavacık’taki Erler Film binasının kendisi bir Türk sineması müzesiydi aslında.

Filmi çekilesi, romanı yazılası bir karakterdi ama ben ne bir filmin ne de romanın onu tam olarak anlatabileceği kanısında değilim. Bir yanda işi söz konusu olduğunda babasını dinlemeyecek kadar acımasız olabilen, bir yandan da kendisiyle çalışanların neredeyse tamamına uzun yıllar babalık etmiş bir insandan söz ediyoruz. Adnan Menderes’ten Tayyip Erdoğan’a Türkiye’nin son 70 yılındaki bütün siyasi liderlerle ahbaplık etmiş birinden, Türkiye’ye videoyu sokmuş insandan, Türk sinemasının ve dizi sektörünün pek çok büyük yıldızını ortaya çıkartmış birinden ve daha başka pek çok önemli özellikten söz ediyoruz.

Epeydir hastalıklarla boğuşuyordu. Cilt kanserini atlatmıştı ama vücudu yorgun düşmüş, savunmasız kalmıştı.

Gerçekten yeri doldurulamaz bir insanı kaybettik; geçmişi bugüne bağlayan, bugünü nice gençten daha iyi yakalayan olağanüstü bir insan.

Toprağı bol olsun, yattığı yer incitmesin, nur içinde uyusun.